Yapısal reformlar bağlamında iki örnek

Türkiye’nin önünde birikmiş olan gerçek yapısal sorunları: Çağ dışı bir eğitim sistemi, kadınların yaşamın her alanında karşılaştığı ayrımcılık, taşeronlaştırılmış sanayinin dışa bağımlılığı, rant yaratma ve aktarım aracı olarak çarpık vergi sistemi, sürekli artan işsizlik ve bozulan gelir bölüşümü 

ERSİN DEDEKOCA                                

Türkiye’de ekonomi ve kamu yönetimi konusunda son “yapısal reformların” yapıldığı 2001 yılından bu yana söz konusu kavrama adeta, yapılması ve ulaşılması güç bir “ütopya” algısı giydirilmiştir. Hele hele zaman zaman çıkarılan “torba yasalarla” yapılan düzenlemeler de, bu işin sulanmasını hızlandırmıştır.

Bu sihirli sözcük en son 12 Mart’ta Cumhurbaşkanı’nın sözleriyle bir kez daha gündeme geldi. Sayın Erdoğan’ın açıkladığı önlemler, ne yazık ki ekonominin güncel sorunlarına yönelik bir “program sunumundan” öteye geçemedi ve bu haliyle de “piyasa oyuncularında” heyecan ve olumlama yaratmaktan uzak kaldı.

Geçtiğimiz hafta TCMB Para Politikası Kurulu’nın politika faizini 200 baz puan daha arttırarak yüzde 19 oranına yükseltmesi; sonrasında da 2,5 aydır görevde bulunan TCMB Başkanı’nın değiştirilmesi; aynı gece Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğine ilişkin CB Kararının yayınlanması yaşandı. Bu arada çok kısa bir süre önce de, Hükümetin küçük ortağı MHP Başkanı’nın talebi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından AYM’den, HDP’nin kapatılması talebinde bulunulmuştur.

İç politikadaki son gelişmeleri, ülke yönetiminde bazı değişikler olacağının öncülleri olarak gördüğümüzden bu haftaki yazımızı, yapısal reformlar bağlamında iç borçlanma ve Dünya Bankası (DB)’nın, yine yapısal reformları önceleyen 2021 Ocak Küresel Ekonomik Beklentiler Raporun’a[1] ayırdık. 

YAPISAL REFORMLAR/Dövizli İç Borçlar

Giriş bölümünde bahsettiğimiz Cumhurbaşkanlığı Paketinin güncel sorunlara yönelik somut hedefleri daha çok, ekonomi idaresinin son üç yıllık “CB hükümet sistemi” diye anılan yönetim sürecindeki yanlışların ve “iktisadi aklın” denetiminden uzak “rasgele adımlarının” itirafı niteliğindeydi. Bu bağlamdaki en önemli örnek “Borç stokunun dış şoklara karşı duyarlılığını azaltabilmek için döviz cinsi borçların toplam borç stoku içerisindeki payını düşürüyoruz” açıklamasıdır.

Bu açıklama bugüne kadar Hazine’nin, “iç borçlanmada yerli parayı tercih etme stratejisinden niçin uzaklaşmış olduğu” ve bu hususun niçin bugüne kadar “yapısal reform konusu yapılmadığı” sorusunu öncelikle gündeme getirmektedir.

Ozan Gündoğdu’nın saptamasına göre, CB sistemine geçilmesiyle birlikte borçların vade, faiz ve yerli para yapısı sert şekilde bozuldu; vadeler kısalırken, katlanılan faizler arttı. Ancak bunların hepsinden “daha riskli olan gelişme”, iç borcun daha çok döviz cinsinden temin edilmesi olgusuydu. Anılan yazıya göre, 2017’nin sonu itibarıyla sadece 103 milyon Amerikan Doları ($), 2018 sonunda 1.1 milyar $ iken, 2020 yılsonunda 36.2 milyar $’a yükselmiştir. Bir diğer ifadeyle döviz cinsinden iç borç tutarının söz konusu dönemdeki artışı tam 351 kat olmuştur.[2]

Bu stratejiyle amaçlananın, vadede fiili döviz talebinin dövize endeksli tahvillerle biraz yemlenmesinin olduğu; göreceli olarak daha düşük maliyetle borçlanmanın umut edildiği anlaşılmaktadır.

Ancak bu strateji son tahlilde TL yerine dövize yönelme eğilimini güçlendireceği, döviz ikâmesi olgusunu derinleştireceği çok açıktır. Yine bu tür bir borç pozisyonunun, “döviz kuru oynaklığının bütçeye maliyetini ağırlaştırabileceği” ve bütçe açığının kontrolünü zorlaştıracağı da bilinen bir gerçektir.

Döviz cinsi iç borçlanmada bu kapsamdaki yapılanların yanlış bir adım olduğu anlaşılmış olmalı ki, kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan “döviz cinsi borçların payı azaltılacaktır” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştır. Ancak bu itiraf, bu olgunun CB sisteminin ekonomiye bir maliyeti olduğunu ortaya koyan istatistikleri silememektedir.

  • Toplam Borçlarda Artış ve Ulusal Rezervlerin Tüketilmesi

CB hükümet sistemi dönemi boyunca yürütülen borçlanmanın, aynı AKP yönetiminin ilk yıllarında (2003 – 2006) olduğu gibi, baş döndürücü bir hızla büyüdüğü açık olarak gözlenmektedir. Bu bağlamda “kamu sektörünün iç borç stoku” 2018’de 665 milyar TL’den 2020 yılsonunda yüzde 75 oranında artarak, 1 trilyon 196 milyar TL’ye artmış; “dış borç stoku” ise, 139 milyar $’dan 166 milyara yükseltilmiştir.

Üzerinde hâlâ tartışmaların sürdürüldüğü TCMB net rezervlerinin (swaplar dâhil), kısa vadeli dış borçlara oranı, 2019’da yüzde 62’den 2020’de yüzde 12’ye gerilemiş olduğu da ayrı bir gerçek olarak durmaktadır. Bu oranın, 2001’in kriz döneminin hemen öncesinde yüzde 66 olduğunu anımsamamız yararlı olacaktır.

Bu bölüme sonuç olarak, CB’nın yaptığı ve yapısal reform algısı yaratılmak istenen sunumda, Türkiye’nin önünde birikmiş olan gerçek yapısal sorunları -ezberci ve çağın gerisinde kalmış bir eğitim sistemi, kadınların yaşamın her alanında karşılaştığı ayrımcılık, işgücü piyasalarının parçalanmış yapısı, taşeronlaştırılmış sanayinin dışa bağımlılığı, bir rant yaratma ve aktarım aracı olarak işlev gören çarpık vergi sistemi, sürekli artan işsizlik ve bozulan gelir bölüşümü- için somut ve etkin çözümler olmadığını söyleyebiliriz.

DÜNYA BANKASI OCAK 2021
KÜRESEL EEKONOMİK BEKLENTİLER RAPORU

  • Büyüme Oranları

“DB 2021 Ocak Küresel Ekonomik Beklentiler Raporu”, dünya ekonomisinin 2020’de yüzde 4,3 küçüldükten sonra 2021’de yüzde 4 büyüyeceğini tahmin etmektedir. 2020 beklentisi Haziran 2020’ye göre yüzde 0,9 daha iyimser bir noktaya çekildi. Ancak 2021’deki toparlanma öngörüsünün gerçekleşmesi halinde dahi, hâlâ salgın öncesinin yüzde 5 altında bir “küresel üretim düzeyinin” geçerli olacağı anlaşılmaktadır. Bu üretim düzeyi de, dünya ölçeğinde 4.7 trilyon $’lık bir “gelir kaybına” karşılık gelmektedir.

2020’de ABD ekonomisinin yüzde 3,6 daralması beklenirken, bu oran Japonya’da yüzde 5,3’e, Euro Bölgesi’nde yüzde 7,4’e kadar düşmektedir. Böylelikle “gelişmiş ülkeler ortalaması yüzde 5,4 küçülmeye” işaret etmektedir.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu “gelişmekte olan ülkeler (GOÜ)” kategorisinde ise “2020’de küçülme” yüzde 2,6 ile sınırlı kalırken, 2021’de yüzde 5 oranında “büyüme” bekleniyor. Çünkü Çin’in aynı dönemde sırasıyla yüzde 2 ve yüzde 7,9 büyüyeceği tahmini, ortalamaları yukarı çekmektedir. 2020’de Hindistan ekonomisinin yüzde 9,6; Meksika’nın yüzde 9; Tayland’ın yüzde 6,5; Brezilya’nın yüzde 4,5 daralması ise, bu ülkelerde yoksulluğun iyice derinleşmesine işaret etmektedir.

  • Aşı Dağıtım ve Tedarikinde Milliyetçilik

DB başkanı David Malpass aşı dağıtımında sorunlar yaşandığını kabul etti. “Gelişmiş ekonomilerin (GÜ)” dağıtma kapasiterinin ötesinde sipariş vermelerinin, yoksul ülkelerin aşı alımlarının önünü kestiğini dile getirdi ve yoksul ülkelere daha fazla aşı gönderilmesi çağrısında bulundu.

“Aşı milliyetçiliği” tabir edilen olgu, aşıya erişimde “parayı basanın öncelikli olduğu”, mali olanakları kısıtlı ülkelerin “yaya kaldığı” bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Aşı geliştiren dev ilaç şirketlerinin patent haklarını öne sürüp, aşıların hızla üretiminin önünde engel oluşturmaları, bu konuda yaşanan  “arz sorununun” asli nedenini oluşturmaktadır.

DB’nın anılan raporu, enfeksiyonun yayılmaya devam etmesi ve aşı dağıtım sorunun aşılamaması halinde 2021 küresel büyümesinin yüzde 1,6’ya kadar inebileceği uyarısında bulunmaktadır.

  • Borcun Dördüncü Dalgası

Rapor, GOÜ kategorisindeki ekonomilerin bir borç krizi ile karşılaşma tehlikesine de dikkat çekmektedir. Salgın öncesinde zaten borçluluk düzeyinde tehlikeli bir yükseliş gözlendiği GOÜ’in toplam borçlarının GSYH’ye oranının 2019’da yüzde 176’ya çıkarken, bunun yüzde 123’ünün özel sektör borcu olduğu belirtilmektedir. 2020’de sırf kamu borcunun GSYH’nin yüzde 9’u kadar sıçrama göstereceği, firmalar küresel durgunluğun sorunlarıyla savaşırken, özel sektör borcunda da kayda değer artışlar görüleceği ifade edilmektedir. Borçluluk düzeylerinde böyle ciddi bir hızlanma gözlemlenen dönemlerin ardından genellikle borç krizleri yaşandığı bilinmektedir.

Borcun dördüncü dalgası” olarak tanımlanan içinden geçtiğimiz dönemin “düşük faiz ortamı” ve “yeni finansal araçların yaygınlaşması” özelliğiyle nedeniyle, önceki dalgalarla benzerlik sergilediği söylenmektedir. Ancak bu dönemin borçlanmaya rağmen “zayıf yatırım” ve “yavaş büyüme” özellikleriyle önceki dönemlerden ayrıştığının altı çizilmektedir.

Önceki dönemlerde finansal krizlerin patlak vermesiyle, “borç yeniden yapılanmalarının” uzun sürmesi ve “büyümenin bir 10 yıl yavaşlaması” gibi süreçlerin yaşandığı uyarısıyla şimdiden önlemler alınması, “kurtarma planları hazırlanması” önerisinde bulunulmaktadır. Hatırlanacağı gibi, salgının ortaya çıkmasıyla birlikte IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın yaptığı “borçların yeniden yapılandırılması” çağrısı karşılıksız kalmış, ancak en yoksul 76 ülkeye yardım eli uzatılmıştı.

  • Yapısal Reform Yeniden DB Gündeminde

Raporda, “literatürde piyasa dostu kurumsal reformların daha yüksek büyüme hızları sağladığı” yolunda geniş bir uzlaşma bulunduğu belirtildikten sonra, ülkeler arasındaki farklılıklara ve kurumsal düzenlemelerin optimal düzeyi üzerindeki uyuşmazlıklara değinilmektedir.

Herkesin üzerinde fikir birliğine varacağı “yolsuzluğun” önlenmesi, “kayıt dışılığın” ortadan kaldırılması gibi önerilerin yanına, ustaca “mali disiplin”, “fikri mülkiyet” hakları, “tam yerleşmiş mülkiyet hakları”, rekabeti derinleştiren “iş yapma ortamı”, emek piyasası esnekliği”, “ticaret sınırlamalarının kaldırılması”, “müdahaleci sanayileşme politikaları” gibi bildik kalıplar Rapor arasına serpiştirilmektedir.


[1] “Global Economy to Expand by 4% in 2021; Vaccine Deployment and Investment Key to Sustaining the Recovery”,World Bank, 5.01.2021, https://www.worldbank.org/en/news/press-release/2021/01/05/global-economy-to-expand-by-4-percent-in-2021-vaccine-deployment-and-investment-key-to-sustaining-the-recovery

[2] Ozan Gündoğdu, “İç borç bile dövizle”, BirGün, 15ç03.2021, https://www.birgun.net/haber/ic-borc-bile-dovizle-337552

PAYLAŞMANIZ İÇİN