Yalnız ölmek

EMİNE SUPÇİN

Ölmek şurada dursun da, önce yalnızlığı konuşalım. Hani şu hem kalabalıklar içinde bir başına olmaklığı hem de fiziken yalnızlığı. Hem kaleydoskopun renk tayfları kadar güzel hem de kâbus gibi üstüne çöreklenebilen halini.

“Kendi kendine yetebilmek” derdi, ustam. “İşte bütün mesele bu.” Eğer kendi kendine yetebiliyorsan, yalnızlık kaşıkçı elması değerinde, paha biçilemez. Birincil koşul ekonomik olarak kimseye muhtaç olmamak, ikincil ve ölümcül derecede önemli olansa ruhen kendine yetebilmek. Kendinle tavla oynayabiliyorsan, üzüldüğünde kendini avutabiliyorsan (ki anlamı yaralarını kendin yalayarak tedavi edebilmendir), içinde birbirinden belirgin çizgilerle ayrıştırabildiğin ama klinik vaka olmamak kaydıyla geliştirdiğin kişiliklerin varsa yani kendi kendilerinle tartışabiliyorsan, düşünce yelpazen genişse ve geniş çerçeveden değil, besberrak küresel bakabiliyorsan değmeyin yalnızlığıma, gölge etmeyin başka ihsan istememdir adı. Oh! İşte bunu çok seviyorum. 

Yukarıdaki şartları taşıyabilenler için yalnızlık, korkunç bir keder değil, müthiş bir hazdır. Bu yüzden paylaşılmaz değil, paylaşılmak istenmeyendir. Ansızın çalan kapı cinlerini tepene çıkarabilir, laklak yapmak için çıkagelen tip, sinirlerini bozabilir. Çünkü bu tarz yalnızlığın kendi içinde kutsallığı söz konusudur. Kutsal olan dokunulmazdır, bilirsiniz.   

Bir de zavallı yalnızlık var; ezik, çaresiz, kırılgan ve dahi yaman mı yaman. Birine yaslanmadan yapamayan, desteksiz ayakta duramayan, hakikaten acınası bir yalnızlık. Ekonomik olarak birilerine muhtaçlıktan kaynaklı olanlarını anlıyorum. Bu yüzden kadın-erkek her bireyin mutlaka ama mutlaka kendi ayakları üzerinde durabilecek şekilde hem meslek edindirilmesi hem de özgüvenle yetiştirilmesi gerektiğine inanıyorum ve bunu hayatî buluyorum. 

Ya ekonomik olarak herhangi bir problemi olmadığı halde yalnızlığı kaldıramayacak durumda olanlara ne demeli? Bu durumda olan erkek ve kadın o kadar çok tanıdığım oldu ki! Yıllar evvel bir arkadaşım geçinemediği eşinden ayrılabilmek için yeni birini bulması gerektiğini söylemişti. Boşanma sürecinde ve hemen akabinde evlenebileceği bir hanım olması gerekiyormuş. Yoksa o aradaki yalnızlığı kaldıramazmış. Pek acımış ve tiksinmiştim. Düşünsenize zavallılığı… Ayrıca eşinden boşandıktan sonra kendini alkole ya da dine veren tipler de gördüm. Ya sabah akşam içiyor, ya da sabah akşam niyazda namazda. Çok gülesim geliyor, ne olur bağışlayın. 🙂

Kadın versiyonunu da unutmamak lazım. Kadın üniversitede hoca, unvanı profesör. Yüzlerce gence ders veriyor. Fakat sıklıkla şiddet gördüğü kocasını boşayamıyor. Sebep? Yalnızlıktan korkuyor. Dünya başına göçecek sanıyor. İşte onunki de yukarıdaki sonradan alkolik ve sonradan molla olanlara benzeme korkusu. İkisi de olamayacağı için şiddete razı geliyor. Yazık… 

Asıl “Kız kısmısı okumaz,” deyip hem eğitimden cahil hem de özgüvenden uzak tutulan Anadolu’m garibanı kadınlar var ya; şiddet görse sesi çıkmayan, kendi ekip biçtiği mahsulün getirisini kocası har vurup harman savuran ve yine de “beyimdir, ne yapsa kabulümdür,” deyip susan; işte asıl yalnızlar onlar. Yalnızlığın kemik yapımı hançeri onların göğsünü deşer yine de gıkları çıkmaz. Onları düşünür ve bir tek onlara üzülürüm…

Yalnızlık başlı başına korku. Bu korkunun altında yatan toplumsal etmenlerin başında daha küçücük yaştan itibaren sürekli duyduğumuz o zalim tekerleme yatıyor. “Yalnız olunmaz. Yalnızlık Allah’a mahsustur.” Toplumun her kesiminde geçerli olan bu katı ve keskin inanış sürekli tekrar ediliyor, ettiriliyor: “Yalnızlık Allah’a mahsustur.” Öyle ya sen Allah mısın ki yalnız yaşayasın, ille de bir ayak bağı lazım ki tökezleyesin. (Öfkeleniyorum bu ve benzer dayatma inanışlara). Yalnız kalma korkusu;dar alanda kapalı kalma korkusu, karanlık korkusu vs gibi psikolojinin tek tek incelediği korku çeşitlerinden biri. Muhakkak ki derinlerinde çok daha farklı nedenler de vardır ama temel ve genel olarak hepimiz, yalnızlığa karşı, yalnızlık karşıtı olarak yetiştiriliyoruz. 

Öte yandan başta değindiğim, kalabalıklar içinde yalnız olmak farkındalığı, bir ıstırap mıdır yoksa bir gönenç mi? İşte bu kişiye bağlı. Kendine yetebilen bundan memnundur, yetemeyen şikayetçi. 

Yalnızlık değil de, yalnız ölmek düşündürür beni. Yunus gibi. Hani, “Bir garip ölmüş diyeler, üç gün sonra duyalar, soğuk su ile yuyalar,” çeşidinden bir ölüm. Soğuk su ile yunmak hiç önemli değil de, üç gün sonra duyulması sıkıntı. Kokmaktan korkarım. 🙂

Son söz: Yalnızlık Allah’a mahsus değil, öğrenme açlığı durmayan, sürekli tekamül içinde bulunanlara yani birey olup kendini yetiştirmeye adamışlara mahsustur.  Soru: Yalnızlıktan aynı şekilde keyif alan iki insanın birlikteliği mümkün müdür? Yanıt evet ya da hayır ise neden ve nasıl?