Vurulup kanamaya, ölüp başka bir dünyada uyanmaya hazır mısınız?

Şiiri çok mu seversiniz; o zaman çok sevdiğiniz şiirlerin nasıl yazıldığını muhakkak bilmek istersiniz. Bu kitapta tahmininizin ötesinde bir bilgi denizi bulacaksınız.

Aslıhan Tüylüoğlu’nun “Her Şiir Bir Tabanca” adlı inceleme kitabı üzerine bir değerlendirme

Şiir sever misiniz?

Şiir severseniz ve şiirin, gerçek şiirin; bin bir zahmet ve düşünceyle ve okuyucuya söyleyecek bir çift laftan daha fazlası olanlarca yazılan şiirin derinliklerine dalmak isterseniz, yazımı okuyun ve tanıttığım kitabı alın.

Şiir sevmiyorsanız, neyi sevmediğinizi anlamak için yine okuyun bu yazıyı. Belki de çiçek böcek şiirlerden bunaldığınız için şiir sevmiyorsunuzdur. Belki de üç dizelik bir şiirin nasıl bir roman kadar yoğun olabileceğini henüz görmemişsinizdir.

Şiiri çok mu seversiniz; o zaman çok sevdiğiniz şiirlerin nasıl yazıldığını muhakkak bilmek istersiniz. Bu kitapta tahmininizin ötesinde bir bilgi denizi bulacaksınız.

Evet, elimde içi kurşunla dolu bir tabanca tutuyor gibiyim. Ve bu kitabı okuduktan sonra anladım ki; her şiir gerçekten bir tabanca. Vurulup kanamaya, ölüp başka bir dünyada uyanmaya hazır mısınız?

“Şiir sanatı sözcüklerle yola çıkar, onlara yeni ülkeler bulur. Şiirlerdeki sözcüklerin anlamı sözlükteki karşılıklarından fazladır.”

“Şiir ile büyü arasında ilk çağlara kadar giden bir ilişki vardır. Bugün bile şiir dilin büyüsüdür.”

“Bir şiir okuyup anlamak, bir bebek için ilk defa ayakta durmak ve yürümek gibi bir başarıdır. Şiir aklın ve duyguların dengesidir. Dengede durmak için şiir oku!”

“Her şiir yaşamın içinde yokmuş gibi davranılan bir soru ve o sorunun cevabıdır.”

“Şiir uyumsuzluğun eylemidir, düzenle uyuşanların şiiri yoktur.”

“İyi bir şiir kolay kolay okunup tüketilmez. Her okuyuşta ve her yaşananla yepyeni anlamlar kazanır. Bunu da sözcüklerle kurduğu akıl dışı, hatta dil dışı ilişkiye borçludur.”

(Sunu: Evet, Şiir!)

Aslıhan Tüylüoğlu

Kitabın Künyesi
Yazar: Aslıhan Tüylüoğlu
Şair ve yazar Aslıhan Tüylüoğlu 1972 yılında Aydın’da doğmuş, ilköğrenimini Eskişehir, Aydın ve Trabzon’da; orta ve lise öğrenimini de Trabzon ve Çorum’da tamamlamış. Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektronik bölümünü 1996’da bitirmiş. Evlenmiş. Bir süre Ordu ve Giresun’da çalıştıktan sonra İzmir’e yerleşmiş. AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 2013’te mezun olmuş. Şiir ve düz yazıları pek çok dergide yayımlanmış, şiir kitapları, inceleme yazı ve kitapları çoğu birincilik olmak üzere pek çok ödül almış, ayrıca çeşitli ortak kitapları var.

Şiir Kitapları: Balkon Yalnızları (2008), Yokuş Çıkan Su (2011), Bir Kadın Masalı (2013), Kuşların Akşamı (2015), Gölge, Günah ve Kedi (2017).
İnceleme Kitapları: Ülkü Tamer Şiiri/Gole Giden Bir Panter (2019), Her Şiir Bir Tabanca (2020).

Editör: Lokman Kurucu

Kapak tasarımı: Dağsu Sönmez

Klaros Yayınevi, 1. Baskı, Temmuz 2020

 

Başlamadan önce elimizde ne olduğunu biraz anlayalım:

Niş Bir Çalışma
Bugün elimizde bir inceleme kitabı var. Hani İngilizce’de non-fiction (kurgu-dışı) dedikleri türde bir araştırma ve inceleme kitabı. Kitabımız, yedi şairin şiir yapılarını, şair kişiliklerini, poetikalarını, şiirlerinde neyi nasıl söylediklerini ve ne anlatmak istediklerini derinlemesine inceliyor.

Ülkemizde şiir az okunan, çok az okunan bir edebiyat türü. Şiir bu kadar az okunuyorken, şiir üzerine detaylı bir inceleme kitabı daha da az okunacaktır.

Zaten sanırım şiirle ve şiir dünyası ile iç içe olan yazarımız bunun pekâlâ farkında. Kitabını öyle herkes bilsin, herkes okusun gibi bir niyeti de yok. Demek ki “Her Şiir Bir Tabanca”yı bir niş eser olarak değerlendirebiliriz.

‘Niş’ mimari bir terim olarak girmiş hayatımıza. Antik çağlardan bu yana, yapılarda çoğunlukla süsleme amacıyla oluşturulmuş duvar girintilerine verilen isim. Konumuz açısından ise niş, titizlikle sınırlandırılmış bir konuyu çok detaylı inceleyen ve bilinçli bir tercihle çok kısıtlı bir hedef kitleye hitap eden çalışmalar için kullanılabilir.

Sunu Kısmı
Yazar, kitabın hemen başında “Sunu: Evet, Şiir!” diye bir bölüm açmış. Ve beş buçuk sayfa boyunca çok büyük kısmı kendisine ait olacak şekilde şiirle ilgili aforizmalara yer vermiş. Bu aforizmalar bize Tüylüoğlu’nun şiire nasıl bakmamızı istediğine dair fikir veriyor. Şiirin dikkatle ve özenle okunması gerektiğini, şiirin önemli şeyler söylediğini ve bunları anlayabilen okuyucunun kendini, dünyayı ve insanları daha iyi gözlemleyebileceğini düşünüyor yazarımız. İşte bu tanıtım yazısının hemen başında yer alan ve az önce okuduğunuz birkaç cümle de, sunu bölümünden sizin için seçip buraya aktardıklarım.

Üslup (anlatım biçimi)
Bir inceleme kitabından bahsettiğimiz için üslup çok önemli değil diye düşünebiliriz. Ama her yazılanın bir anlatım biçimi vardır ve bu da okuyucunun okuma seyrini etkiler. Aslıhan Tüylüoğlu’nun bu kitaptaki anlatım tarzı biraz sert ve didaktik. Hatta biraz üstten bakan bir tavır var. Okurla arasında bir öğretmen – öğrenci ilişkisi kurmak ister gibi.

Şiir yumuşak, huzur veren bir “şey” değildir. Şiir acıtır, silkeler, tokatlar ve evet, kurşunlar. Belki de Aslıhan Tüylüoğlu, Türk edebiyat hayatının çok önemli yedi şairinden bahsettiği kitabında tam da şiire yönelik bu yerleşik önyargıyı ve yanlış anlaşılmayı kırmak için sert bir üslup tutturmuş.

Bir de, her şairi incelediği bölümün yapı ve dil olarak küçük de olsa farklılıklar gösterdiğini belirtmek lazım. Sanırım –kitapta böyle bir ibareye rastlamadım gerçi- bu yazılar bir dergi veya blogdan derlenip kitap haline getirilmiş, ya da uzun döneme yayılmış bir çalışma.

Her halükarda; insanı aydınlatan güzel bilgilerle dolu, ama hem teknik yönünün kuvvetli olması hem de okura uzak ve soğuk üslubu nedeniyle zor okunan bir kitap.

Evet, başlıyoruz: Bu Tabancanın İçinden Yedi Şair Çıkıyor.

Kitabımızın sayfa sayısı 88. Bu 88 sayfada yazarımız bize yedi şairin şiir özelliklerini, anlatım biçimlerini, kaygı ve dünya görüşlerinin şiirlerine nasıl yansıdığını, şair kişiliklerini şiirleri aracılığı ile anlatıyor. Kimi zaman bir dizeyi kelime kelime irdeleyerek, kimi zaman şairlerin ifadelerini de alıntılayarak çok detaylı şekilde yapıyor bu işi.

Bir yandan da kitap bize şiirin ne kadar zor yazılan bir edebiyat türü olduğunu gösteriyor. Her kelimeyi düşünerek, her kelimenin bir sonraki ile anlamını bütünleştirerek ve önemli şeyleri çok az sözcükle anlatmaya çalışarak kurulan bir yapıdır şiir.

Şiir “bir anda içimden döküldü, duygularımı akıttım, güneş çok güzel batıyordu hislendim ve bu satırları yazdım” gibi olunca, bir nevi şiire ve derin düşünerek, çok çalışarak şiir yazan şairlere haksızlık ediyoruz aslında.

Kitabımızda şiirleri çok katmanlı şekilde incelenen şairler; Behçet Necatigil, Salah Birsel, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Gülten Akın, Eray Canberk ve Didem Manak. Ben de yazarımızın izinden giderek bu yedi şair hakkında neler dediğinin ipucunu vermek için yazarımızın incelemesinden kısa bilgiler aktaracağım size.

Behçet Necatigil
Behçet Necatigil kendi deyimiyle de “orta halli insanın, küçük adamın” şairi olarak bilinir. Yazarımız, Necatigil şiirinin salt buna indirgenmesinin şiirindeki tema zenginliğini kısıtladığı görüşünde. Çünkü Necatigil insana doğaya kültürel olana ilişkin ne varsa tümünü şiirlerinin içine katmıştır diyor. Şiirlerinde orta halli insan tabii ki var, ama bunun yanı sıra sevgi, aşk, yalnızlık, cinsellik, tanrı, kader, ölüm gibi pek çok temayı da çokça görmek mümkün.

Necatigil şiirlerinde geçmişten, Dedem Korkut hikâyelerinden, halk ve divan edebiyatından, doğu ve batı mitolojisinden yararlanmış.

Panik şiiri
Mitolojiden yararlandığı ünlü şiirlerinden biri olan ve yedi bölümden (kıta) oluşan “Panik” şiirinin tamamını kitabına almış ve satır satır incelemiş Tüylüoğlu. Benim de çok sevdiğim bu şiirin ilk kıtasına aşağıda yer vererek, ağzınıza bir parmak bal çalıyorum.

Artık ıssız kırları bıraktı Pan;
Şimdi birçok ülkelerin milyonluk kentlerinde
Asfaltlarda, betonlarda dolaşıyor
Kızgın, uzun yazların öğlen saatlerinde.
(…)

Pek çok yorumcu Panik şiirini değerlendirirken doğadan uzaklaşma, betonlaşma ve insanın özüne yabancılaşması sonucu bozulan çevredeki varoluşuna bir ağıt olarak nitelendiriyor. Tüylüoğlu bu tip yorumların “Panik”i değerlendirmede eksik kaldığını düşünüyor. Doğan Hızlan, Selim İleri gibi bilinen yorumcuların da bu şiiri yorumlarken aynı hataya düştüklerini ileri sürüyor.

Panik şiirinde yoğun bir metafor (eğretileme) görüyoruz diyor Tüylüoğlu. Zaten şiir okunduğunda Pan’ın, bu mitolojik yarı tanrının yeniçağ ile birlikte doğadan yeşilliklerden kopmuş olmasına rağmen, yine mitolojik hikayelerde olduğu kadar güçlü vurdumduymaz ve ortama hâkim olduğunu görüyoruz.

Bu da sadece doğadan kopuşu değil, yanı sıra emperyalist bir çağda kapitalist bir toplumda ve o sınıfsal yapı içerisinde ezen ve ezilen ilişkisini ortaya koyuyor.

Necatigil Panikle sınıflı toplumsal yapısı olan ülkelerin o ülkelerde yaşayan insanların şiirini yazmış olur. Kısaca belirtmek gerekirse bu şiir içerik açısından bir dünya panoramasıdır” diyor yazarımız.

Salah Birsel
Salah Birsel şiir üzerine çok düşünen birkaç ozandan biridir diye başlıyor yazısına Tüylüoğlu. Ama genel olarak eleştirmenler tarafından denemelerinin öne çıkarıldığını söylüyor. Bunun sebebinin de genel geçer şiir anlayışına aykırı, alışılmışın dışında kalan şiirlerinin yadırganması olduğunu düşünüyor.

Şiirini yalın tutmayı seven Birsel mecaza, sıfatlara yer vermeden kendine özgü bir yapıda şiir yazıyor. Şiirinin beslendiği temel kaynak humour (mizah/gülmece) ve ironi (etkiyi arttırmak için bir şeyin tersini söyleyerek alay etmek).

Bugün de hala Salah Birsel’in şiirleri ile okuyucu arasında bir uzaklık olduğunu söylüyor yazarımız. Çünkü şiir okuyucusunun çoğunlukla kendini bunalımdan çıkaracak ‘reçete şiirler’ peşinde olduğunu düşünüyor.

Meyhane
Ozan Andre Chenier’yi
İkiye böldüğünden beri giyotin
Kurum satıyorsa meydanlarında Paris’in
Ozan kardeş haydi hop
Sen de uzat boynunu
(…)

Yazarın kitabına tamamını aldığı, benim ise kısa bir bölümüne yer verdiğim Meyhane şiirinde, Salah Birsel Andre Chenier’nin idamını anlatıyor.

Andre Chenier İstanbul doğumlu bir ozan. Fransız ihtilalini takip eden dönemde idamlara şiddetle karşı çıkmış ve maalesef bir düşünce suçlusu olarak kendisi de giyotinle idam edilmiş. Hatta tutukluyken pişman olduğunu söylemesi koşuluyla bağışlanacağı belirtildiği halde bunu reddetmiş.

Tüylüoğlu şiiri değerlendiriyor: Salah Birsel, şiirinde, bir insanın öldürülüşünü seyretmeye gelenleri ve bu duyarsızlığı ciddi şekilde sorguluyor. Cellatların da işi hızlıca tamamlayıp erkenden evlerine gitme telaşından bahsediyor. Ölen dışında hiç kimse bu işin vahametini anlamıyor -daha doğrusu anlamayı reddediyor- ve bir bayram havasında idamı seyrediyor.

Duyarsızlığın işte bu denli yoğun yaşandığı bir olaydır idam ve bu yoğun duyarsızlık karşısında şairimizin yapacağı tek şey ironiye yani kara-alaya sığınmaktır. Öte yandan bir ozan idam edilmektedir ve şiirinin sonunda “Haydi kuzular da meyhaneye” diyerek ozanların bu kıyım karşısında birbirlerini sahip çıkmamalarını alaycı bir şekilde eleştiriyor. Bu bilgiler bize Tüylüoğlu’nun kaleminden aktarılıyor.

Cemal Süreya
Tüylüoğlu incelemesinin önemli bir kısmını Cemal Süreya’ya ayırmış. Onun bir tek değil pek çok şiirinden bölümleri detaylı şekilde, neredeyse her kelimenin üzerinde durarak değerlendirmiş.

Ben kitaptaki diğer şairlerde olduğu gibi Süreya’da da çok şey öğrendim okurken. Örneğin, şiirlerinin kurgusu, seçilen sözcükler, kullanılan özel adlar hep okuyucu için bırakılmış küçük ipuçları imiş. Şairin şiirlerini zaman zaman tarihsel bir olaya, bir mitosa dayandırılması genellikle şiirlerini anlamlandırmayı zorlaştıran unsurlar olurmuş.

Ve yazarımız diyor ki bütün bu ipuçlarını anlayabilmek için zaten entelektüel birikim ve algı gerekir. Bu da Cemal Süreya’nın özgünlüğünü oluşturur.

Tabanca
(…)
Eski bir Osmanlı paşası gibi
Feodaliteyi süpüren bıyıklarıyla
İstanbul İstanbul uzakta
İstanbul’a ateş etmeyiniz
(…)

On iki dizeden oluşan bu şiirin tamamı Tüylüoğlu’nun kitabında yer alıyor. Ben buraya ortasından dört dize aldım ve yazarımızın bu bölümle ilgili değerlendirmelerinden kısaca bahsedeceğim.

Bıyıkların eski bir Osmanlı paşası gibi feodaliteyi süpürmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde aydınların (paşaların) batı eğitimi alıp doğuya özgü feodal yapıyı sürdürmeye çalışmalarındaki ikilemi yansıtıyor.

Bıyıklarla sembolize edilen, bitmekte olan eski zamanların, tabanca karşısındaki kılıç kadar çaresiz olduğudur. İstanbul ikilemesi ise imparatorluk günlerinin çok uzakta kaldığını belirtiyor. Ve artık şehrin tarihi dokusu yavaşça kaybolduğundan ateş etmeye de gerek yoktur. Şehir ek bir çabaya gerek kalmaksızın yok olmaktadır.

Tüylüoğlu şiirin devamında ironik bir şekilde eleştirilen şairlerden ve ressamdan hareketle Süreya’nın resme olan tutkusunu da kapsamlı bir şekilde anlatıyor bize. Şairin resim ve şiiri nasıl iç içe gördüğünü; iyi bir resimde şiir, iyi bir şiirde resim bulduğunu örnekleriyle açıklıyor.

Turgut Uyar
Tüylüoğlu Turgut Uyar’ın tel cambazı temalı üç şiirinin bulunduğunu söylüyor. Detaylı olarak incelediği şiir ise bu konudaki üçüncü şiiri olan “Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatan Şiirdir“. Aşağıda şiirin son kısmı var.

(…)
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama Sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Büyük şehrin karmaşık yapısı insanların devamlı üstün gelme, kendini gösterme mücadelesi ve herkesin birbirini eleştirip yargılama yarışı içinde olması, şairi adeta bir tel cambazı gibi tüm bu insanlardan dışarıda -yukarıda- durmaya yönlendirmiş.

Yazar şiirin ana ekseninin denge olduğunu söylüyor. Şiirde bireyin yaşam ile arasında denge kurma çabası ve gereksinimi tel cambazı metaforu ile ortaya koyuluyor. Kendisi yaşamla denge içinde bir varoluş meydana getirebilmek için çaba gösterirken, diğerleri -yani seyirciler- gürültülü ve karmaşık bir şekilde onu izliyorlar. Belki de tel cambazı seyircisi cambazın düşmesini bekliyor. Aykırı olanın, farklı bir yaşam kurma çabası içindekinin başarısız olmasını istiyor.

Yazarımız bu metaforla aslında şairin, şiirinin iyi olduğunu düşünen kendinden emin, tele hiç çıkmamış şairleri eleştirdiğini de söylüyor.

Şair, verili yaşamı kabul etmeden, topluma uyum sağlama gereği hissetmeden ama onlarla da çatışmadan bir uzak duruş, bir varoluş çabası içinde.

Öte yandan “ama sizin adınız ne / benim dengemi bozmayınız” dizeleri ile kendini seyredenlere retorik bir soru yönlendiriyor. Tüylüoğlu şairin bu ifadesinde kendini eleştirenlere “sizi tanımıyorum siz de kim oluyorsunuz” diyerek bir karşı çıkış ve yalnız bırakılma isteği görüyor.

Bu şiire yönelik olarak yazarımızın çok isabetli son cümlesi şöyle: “Bu şiir Turgut Uyar’ın belirttiği gibi her çağda birey olmanın, tek başına olmanın gerilimli, dramatik öyküsüdür. Şiir, ironik bir üslupla yazılmış, etkisini bu üslupla bulmuştur Samimiyeti, değişen ses tonu, alaycılığı ile Uyar’ın en iyi şiirlerinden biridir.

Gülten Akın

Kestim Kara Saçlarımı
(…)
Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez
İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum
Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi
Bir şeycik olmadı deneyin lütfen
(…)

Gülten Akın’ın 1960’da çıkardığı ikinci kitabına ismini veren şiir “Kestim Kara Saçlarımı”. Çok güzel bir şiir. Yazarımız da bu şiire hak ettiği değeri vererek bahsediyor. Şiirde bir kadının ruhsal durumundaki iniş ve çıkışlar, çıkmaz yollar ve hayatını ne yapacağı, nasıl yaşayacağı ile ilgili düşünceleri var.

Ben 18 dizeden oluşan şiirin buraya beş dizesini aldım. Bunlar şiirin isminin geçtiği dizeler. Pek çok kültürde kadınlığın sembolü olarak nitelendirilen saçların kesilmesi ile ilgili bir bölüm.

Şiir kadınlığın gerçeklerinden bahsediyor. Bir kadın olarak çocukluktan itibaren verilen eğitimle; ayıplar, yasaklar, suçluluk duygusu; bir yandan da dış dünyaya açılmak, ekmeğini kazanmak zorunda olmak gibi bir ikilem.

Tüylüoğlu, aldığım bölümde tekrarlanan gittikçe kelimesinin sert seslerden oluştuğunu ve bu şekilde kadının hayatındaki şiddetin de dile getirildiğini söylüyor.

Ve şairimiz şiirde saçlarını kestikten sonra bunu okuyucularına da öneriyor. Burada kastedilen saçların kesilmesi aslında bir kadının, hayatını bildiği gibi yaşamasının önündeki engellerden kurtulması, kendisini bağlayan görünür veya görünmez zincirleri kopartması anlamında kullanılmış. Kolay iş değildir elbet, bir fedakarlıktır aynı zamanda bu.

Şiirin tamamı Aslıhan Tüylüoğlu’nun kitabında yer alıyor ve yukarı aldığım kısmı takip eden dizelerde görüyoruz ki bu engellerden kurtulduktan sonra daha yumuşak, daha rahat ifadeler geliyor. “Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım/ Günaydın kayısıyı sallayan yele” gibi dizelerle yeni varoluş biçimini ve isyanın hedefine ulaşması sonrasında yaşadığı rahatlığı duyumsuyoruz.

Eray Canberk

Dışta Kalmak
yine başlıyor ürkek ve uzak
ilk sıcaklarla daha şimdiden yorgunca
ne elleri ne kimseler böylesine çaresiz
denkleştirmek ve ama neleri
(…)

Tüylüoğlu önce Canberk hakkında bilgi veriyor. Çok yönlü bir kişilik, çeşitli dergilerde çalışmış, yayınevi kurmuş, ansiklopedi ve sözlüklerde çalışmış ve şairliği de elden bırakmamış.

Şiirlerinde siyasal ve toplumsal açmazlar, insanın günlük yaşantısı, küçük insanın yaşam kavgasını dile getirmiş. Eray Canberk’in yumuşak kişiliği, beyefendi tarzı şiirine de yansımış.

Orta halli vatandaşı ele alması Behçet Necatigil ile onu buluşturmuş. Kitaptan öğreniyoruz ki zaten kendisi de bir söyleşisinde “ben Necatigil ve Cemal Süreya burcundanım” demiş. Gerçekten de ironi ve humour Canberk’in şiirlerinde kendini gösteriyor.

Yazarımız bu benzerliği onaylıyor ama şiirlerinin arasındaki temel fark “Necatigil’in şiirinde ket vurduğu lirizmin, Canberk’te işlerlik kazanmasıdır. Necatigil katı bir kabukla, soğutulmuş bir külü yazarken Canberk’de köz hala diridir” diyor.

Dışta kalmak şiiri ile ilgili olarak yazarımız; bir ayrışmanın / aykırı olmanın ifadesidir ve hüzünlü ve sitemkâr bir tonda bireyin toplum tarafından yönetilmesine bir başkaldırıyı işaret eder diyor.

Didem Madak

Yazarımızın inceleme kitabında son olarak yer verdiği şair 2011 yılında kaybettiğimiz çok sevdiğim şair Didem Madak.

Tüylüoğlu bölümde başlık olarak “Didem Madak ve Çiçekli Şiirleri” ifadesini kullanmış. Çok da güzel yapmış.

Çünkü Madak daha ilk kitabında “çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım” diye seslenmiş ve yazarımız diyor ki onun çiçekleri bir erkeğin görmeyeceği, duymayacağı tüm duyguların tüm durumların ifadesi.

Madak’ın anlatımcı bir şair olduğunu söylüyor. Şiirlerini bir öykü kurar gibi kurduğunu ve daha çok sesleniş şiirleri yazdığını belirtiyor. Gerçekten de Didem Madak bütün şiirlerinde hep birilerine sesleniyor.

Kadınlara isimler kullanarak sesleniyor; kimi zaman roman kahramanları Polyanna, Çalıkuşu gibi; kimi zaman kardeşi Işıl, arkadaşı Füsun, Burcu, Ayla abla. Erkeklere ise daima bayım diye sesleniyor ve erkeklere seslendiği zaman şiirlerindeki yumuşak ve hafif hava sertleşiyor.

Tüylüoğlu şairimizin şiirlerinde kadınlara özgü eylemler kullandığını; daha doğrusu eylemleri kadınca kıldığını ve tüm bunları kendi yaşantısından yola çıkarak yaptığını söylüyor.

Aslıhan Tüylüoğlu bu bölümde Didem Madak’ın şiirlerinden dizeler almış. Ben de birkaç tanesini bu tanıtım yazımda paylaşmak istiyorum

Örneğin “Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim” gibi.

Şiirlerinde kadının belirlenmiş sınırlar içinde yaşadığını söylüyor ve kendini ne kadar özgürleştirse de, toplumun oluşturduğu demir parmaklıklara çarptığı durumları anlatıyor. Kadın olmanın, ilk aşkı gönlünce yaşamanın, kent sokaklarında özgür dolaşmanın dahi suç olduğu durumlardan bahsediyor.

Neden her aşk bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka

veya

“Protez bacak taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar”

ya da

“Dünyaya bir kadın eli değse Zeyna!
Şöyle ağır bir halı gibi çırpılırsa
Tozlar havalansa”
(Zeyna kedisinin adıymış)

Çok güzel, çok çarpıcı, çok kadınca şiirler. Aslıhan Tüylüoğlu da belli ki bu şiirleri şefkatle severek değerlendirmiş kitabında.

Sonuç Niyetine
Aslıhan Tüylüoğlu, kitabına konu ettiği bu yedi şairi -en büyük kısmı Cemal Süreya’ya ayırarak- detay detay incelemiş. Her dizenin neden yazılmış olabileceğini, şairin bazı kelimeleri art arda getirerek nasıl bir etki yaratmak istediğini anlatmış. Zaman zaman şairlerin kendi ifadelerine de yer vermiş.

Kitabın adı “Her Şiir Bir Tabanca”. Daha bu isimle, kitabı hiç okumadan, yazarı hiç tanımadan Tüylüoğlu’nun şiiri asla genel geçer yaklaşımlar çerçevesinde ele almayacağını anlıyoruz. Bu adın, şiirin; romantizm, aşk, çiçek böcek, yüzeyde gezinen sevda olarak algılanmasından yazarımızın duyduğu rahatsızlığı yansıttığını da söyleyebiliriz.

Yazarın incelediği şairler, şiirleri ile gerçekten vurucu çarpıcı derin şeyler söylüyorlar. Şiir genelde anlaşıldığı –daha doğrusu (yanlış) anlaşıldığı- gibi basit, rahat okunan ve romantizm kokan sözler öbeği değil ve olmamalı da zaten.

Her kelimesi ayrı ayrı incelenmesi gereken, her kelimesinden farklı mesajlar alabileceğimiz bir derin edebiyat türüdür şiir ve bir tabanca gibi, kurşunlarını haşin bir şekilde okuyucularına doğru atar. Ve biz şiir okuyucuları olarak, şiirlerdeki derin anlamı kavrayabilirsek, o sözcükler bizi gerçekten de delik deşik edecektir.

Öte yandan, şiirin bir müziğinin olduğunu da unutmamak lazım. Kitaptan bu müziğin, kelimelerin üzerinde bir matematik işlemi yapar gibi oynanarak yaratıldığını öğreniyoruz. Ama bazen de altyapıyı, onca çabayı, mesajı unutarak insanın kendini o müziğe bırakası gelir. Sanırım o vakit de şiir okuyucusu olarak kendimizi kelimelerin sihrine ve müziğine bırakmaktan zarar gelmez.

Şiirsiz kalmayın.