Perinçek’in ‘olay ufku’ stratejisi

Önceki yazımın başlığı “Vatan Partisi kendine yeni bir halk bulabilecek mi”ydi. VP’nin eski kitlesinin partiyi çok büyük oranlarda terkettiğinden beri kendisine yeni bir halk bulma çabası içinde olduğu yayınlarından anlaşılıyor. Cumhur İttifakı içinde muhafazakâr – milliyetçi tabandan yeni bir kitle! Bütün övgü onlaradır: Onlar; anti-emperyalisttir,  Fetö’ye ve HDP’ye karşı çok tepkilidir, emekçi karakterlidir, vatanseverdir…  vs. vs.

HALDUN ÇUBUKÇU

İşe yarıyor mu? Veriler ortada. Kitle dermek bir yana mahallenin kurucu abileri tarafından sürekli azarlanıyor, hakarete uğruyor, hadleri bildiriliyor ve dışlanıyorlar.
VP’nin onlar için, medyada Erdoğan övgüsü yaparak “gerçeği gördüklerini” itiraf etmenin sağladığı psikolojik propaganda düzeyinden başka bir önemi ve değeri yok.

En son Abdülkadir Selvi ile Şamil Tayyar’ın, ondan önce de çeşitli AKP’li ve MHP’lilerin ağır azarlarını sineye çekme durumunda kalmış, en fazla “hık mık” etmekten öteye gidememiş VP yöneticilerinin öte yandan sola tahammülsüzlükleri,  soldan yapılan çok daha edepli ve düzeyli eleştirilere karşı Feriştah kesilip en ufak bir anlama çabası göstermeden hakaret yağdırmaları ayrıca ilgiye değerdir.

YETMEZ AMA EVETÇİLİĞİN İKİNCİ TÜRÜ

Hayır, karşılık veriyoruz diyebilir ve Şamil Tayyar’ın had bildirmesine karşılık İlker Yücel’in başyazısını örnek gösterebilirler. Ama ne karşılık! İçeriği boş yazının dikkate değer tek yanı başlığı: “Ağır yükler hafif isimlerle kaldırılamaz”

Yazı saraya bir dilekçe mahiyetinde. Erdoğan bu yazıdan habedar kılındığında anlayacak ki işine “hafif isim” Şamil Tayyar değil “ağır isim”ler yani VP lideri ve arkadaşları yarayacak! E o kadar da ferasetsiz değil ya, o zaman onlarla çalışacak, “milli hükumet” kuracak, “üretim devrimi” gerçekleştirilecek, HDP kapatılacak… ( Daha önce de “AKP kapatılsın” denirdi, şimdi yavaş yavaş CHP de telaffuz edilebilir!)

“Yetmez ama evet”çi liberaller bile sanırım bu kadar yürekten “biz sizin işinize daha çok yararız” derecesinde beyanda bulunmamıştı.  Kullanılıp atıldıktan sonra, “kullanışlı aptallar” sıfatına layık bulunmuşlardı. Ama hak etmişlerdi, kimin ne itirazı olabilir. “Kandırıldık”

VP için “kandırıldık” süreci işlemeyecek, oyun son derece kararlı ve gözler önünde, bütün eleştiri ve uyarılar eşliğinde iradi ve elbette bilinçli olarak oynanıyor. Yoksa, saray bahçesinde ikram edilen kanepelere teşekkür olarak bir gani gönüllülük gösterisi olarak algılamıyoruz, hoş olurdu gerçi!
Her kullanma – kullandırma ilişkisi karşılıklı yarar esasına göre kurulmaya çalışılır; ama belirleyici olan kuşkusuz çok daha fazla kullanır.

Soru: Yüzde 0.2 oy almış, bir sonraki seçimde bunun yarısını bile bulup bulamayacağı çok kuşkulu olan bir siyasetin AKP için önemi nedir ki, bu kadar öne çıkararak kullansın?

Yanıt: Kullanım değerleri sanıldığı gibi Cumhuriyetçi, solcu, ulusalcı saflardan insan dermek değil tam tersine AKP kitlesine yönelik olarak oluşturulmaktadır. “Bir zamanlar reisimiz Recep T. Erdoğan’a kimsenin yapmadığı, yapamayacağı kadar canını dişine takarak muhalefet eden, Silivri zındanlarında meydan okumuş, “Devrim Kanunları uygulansın”, “Hesap vereceksin Faşist”, “AKP Kapatılsın”, “Yobazlığa geçit yok” sloganlarıyla kampanyalar açmış Doğu Perinçek ve partisi bakın nasıl eski fikirlerini bir yana atıp Tayyip Erdoğan’a yanaştılar; onlar bile gerçekleri görmüşken siz nasıl günaha giriyorsunuz!.. noktasındadır.

İkincil bir önemleri de, CHP’ye karşı saldırılarında – kimi çok doğru eleştirilerini de gözardı etmeden(1)-  VP’liler, AKP’den daha işlevseldir, daha yırtıcıdır ve saray için keyif vericidir.

KİM KİMİN YANINA GELDİ

Bu noktada VP çevresinin Recep T. Erdoğan’ın kendi çizgilerine geldiği gibi kimse için ikna edici olmayan argümanları var. Oysa eski “yoldaş” şimdi, daha da “yoldaş” Ethem Sancak tam tersi fikirde: “Milli mücadelede Erdoğan’ın peşine takıldım. Şimdi Vatan Partililer de çok şükür Erdoğan’ın peşine takıldılar. Ben daha öngörülüydüm.” 

Yaygın kanı da tam böyledir; ayrıca VP çevrelerinden bu belirlemeye en ufak bir itiraz da yapılmadı.

Kimin kimin yanına geldiği de şu aşamada pek önemli değil. Ortada olan, AKP-MHP zaman zaman BBP’nin katıldığı aslında “3. Milliyetçi Cephe” Cumhur İttifakı’nda bir yeri olsun diye çırpınan, “aynı gemideyiz” diye ikna kürekleri çeken, kendini saraya kanıtlamaya çırpınan Vatan Partisi’nin çabasıdır.

Nitekim Doğu Perinçek şu son günlerde bu politikanın stratejisini açıklamakta ve kurmaktadır.

YENİ KURULAN STRATEJİ YA DA PERİNÇEK’İN 4. STRATEJİK DÖNEMİ

“Strateji kurmak için, önce bir programınız olması gerekir. Yani Türkiye’nin önündeki program nedir?

Eğer programımız Bağımsız ve Üreten Türkiye ise, bu programa göre strateji kuracağız.” diyor Perinçek.

İktidar stratejisini iktidardaki güce bağlı olarak kurgulayarak, görece gelişmiş kapitalist ama feodal kalıntıların zihinde egemen ve siyaseten – ideolojik olarak iktidarda olduğu bir ülkenin tarihindeki en gerici, emperyalizme en bağımlı iktidarını bir bağımsızlaşma örneği olarak görüp ona “üretim devrimi” önerme şimdiye kadar kurulmuş bütün stratejilerin şahikasını oluşturmaktadır.
Bu stratejinin kurulmasının nedeni Erdoğan önderliğinde AKP’nin PKK’ya ve FETÖ’ye karşı bir “Vatan savaşı” verdiği iddiasıdır.

Ama bu yeni, (4. Stratejiyi) anlayabilmek için daha önce kurulmuş üç stratejiye de en azından şöyle bir göz atmak gerektir. (2)


1. Baş Düşman Sovyet Sosyal Emperyalizmi, ABD ile ittifak stratejisi
1980 öncesi, özellikle 78’den itibaren Sovyet Sosyal emperyalizmi ve sosyal faşizme karşı kurulan strateji. Baş düşman SSCB ve ‘sosyal- faşistler’di. Şimdi “vatansız solcu” denilen büyük solcu kesim ise o zaman “sahte sol” olarak adlandırılıyordu. ABD “ara güç” konumuna düşmüştü, Ege Ordusu ( o zaman 4. Ordu diye biliniyor ) Yunanistan’a değil SSCB’ye karşı mevzilenmeliydi. Nato bir savunma örgütü olmuştu. Nato’dan çıkalım diyenler hainlerdi, sahte solculardı… Böyle uzar gider.  Vahim boyutta sağcılık yapılır. Bu strateji 12 Eylül mahkemelerinde 12 Eylül rejimine övgüye bile dönüşür; “biz içerdeyiz ama fikirlerimiz iktidarda” noktasında bir savunma yapılır. TİİKP Davası Savunma kutsal emanet mertebesinde saygı görürken TİKP Savunması ortadan kaldırılır. (3)
Bugün o strateji unutuluş halısının altına süpürülmüştür.  

2. Kürt Hareketiyle birleşik ülke kurma stratejisi

Bu stratejinin kurulması ise 12 Eylül’den çıkışa dayanır. Hedef 2000’e doğru gerçekleşecek devrimdir. Yayın organının adı da öyledir. Bir önceki “stratejik dönemin” bütün sağcılığına karşı bu “sol” bir dönemdir. Sovyetler Birliği devletinin Gorbaçov – Yeltsin’e karşı mücadele eden Ligaçev gibi Politbüro üyeleri ağırlanır, Küba’ya gidilir, Fidel İstanbul’daki otelinde beklenir… Bu uluslararası mahiyette bir geçmiş “özür dilemesidir.” Mesela en Sovyetik partilerden Portekiz Komünist Partisi ile sıkı ilişkiler kurulur. Parti kitlesi hafif “sol sekter” olgulara karşın bu devrimci dönemden ve içerikten çok mutludur; coşkuludur.  (4)
Ancak, geçmiş döneme itiraz mahiyetindeki bir savrulma “asıl strateji”de ortaya çıkar Bu dönemde kurulan Sosyalist Parti bütüncül olarak anti-devlet bir mücadelenin başındadır. 1. Kongre’sinde salon Türkçe – Kürtçe pankartlar, yeşil – sarı – kırmızı- beyaz flamalarla süslenmiş, hatta oradan, kürsüden “Dursun Karataş arkadaş’a da selam” bile ihmal edilmemiştir. Hedef Kürt Hareketi ile birlikte Anadolu Halk Cumhuriyeti kurmaktır. Kürt Hareketi’nin SHP üzerinden yaptığı milletvekilliği önerisi küçümsendiği için reddedilir… Serhıldan dönemi ittifakı, Cizre, Silopi, Nusaybin mitingleri sona erer, ödünç kitleler geri çekilir, karakollardan Türk bayrağının nasıl indirildiği, PKK bayraklarının nasıl çekildiği yayınlarıyla birlikte (Yüzyıl dergisi) “karpuz ekmeyin, cesaret ekin” çağrısından az zaman sonra bu strateji de sonlandırılır. Sosyalist Parti bölücülük suçundan kapatılır. Perinçek, Anayasa Hukuku doktorası “Anayasa ve Siyasi Partiler Rejimi” tezini, döneme ilişkin olarak genişletir ve yayınlar. Parti kapatmaların hukuksuzluğu üzerine bir kitaptır; özellikle de “bölücülük suçu”ndan parti kapatma politikası kıyasıya eleştirilmiştir.

Bu stratejik dönem de unutuluş halısının altına süpürülür.

3. AKP’ye karşı yeniden Kemalist Devrimi tamamlama stratejisi

2000’li yılların başında AKP ve Erdoğan’a; onun eşbaşkanı olduğu BOP’a karşı kurulur. BOP’un yerel ayakları olarak AKP ve PKK hedef alınır. Bu strateji seçimlerde değil ama giderek kitle hareketlerinde ve desteğinde karşılık bulur. Parti değil ama gençlik örgütü TGB muhalefeti CHP’den bile almış, toplum nezdinde son derece sevilen, sahiplenilen ana muhalefet odağı konumuna yönelmiştir. Partinin gazete ve televizyonu en itibarlı dönemindedir. Öyle ki, eskiden düşman olunan solcular bile artık temkinli bir sempati göstermekte, gazete Erdoğan polisince basıldığında, engellendiğinde başta ÖDP’liler ve TKP’li devrimciler olmak üzere dostluk, dayanışma ziyaretleri yapılmaktadır.
Emekli olan ya da edilen Kemalist ve solcu askerler akın akın partiye gelmekte, parti kitle çalışmalarında başarılar elde etmekte, önce dudak büktüğü Cumhuriyet mitinglerine ve Haziran / Gezi Ayaklanması’na özellikle TGB inisiyatifi ve yayınlarıyla damga vurabilmektedir. “Cumhuriyet Güçbirliği” gerçekleştirilmeye çalışılır. Sürekli CHP’ye birlik, ittifak çağrıları yapılır.

Hele hele Perinçek’in Silivri’den çıktığı gece “kınından çekilmiş kılıç gibiyiz” mesajı toplumsal bir coşku yaratır…
Sonra… bu stratejik evrenin mücadelesi, kimsenin sahici nedenini açıklayamadığı bir “gerçeklik” uğruna terk edilir, parti önderinin her zaman doğruyu bildiğine iman etmiş bir avuç kadro dışında hiç kimseyi ikna edemeyen argümanlarla  “yeni sratejik dönem”e gelinmiş olur.

YENİ BİR STRATEJİ NİÇİN KURULUR?

Pek iyi de, bir önceki dönemin stratejisi hangi temelde kurulmuştur?

Bunun için, Perinçek’in dönemin manifestosu niteliğindeki 1 Mayıs 2011 tarihli yazısı çok net bir veri oluşturur:  “ Karşıdevrim bölüyor devrim birleştiriyor” başlıklı yazısının en önemli kısmını alıntılıyorum:

” 1 Mayıs bütün insanlığı birleştirdi.
Küresel mafya, insanlığı renklere, dinlere, mezheplere, cemaatlere, etnik gruplara bölüyor; 1 Mayıs birleştiriyor.
20. ve 21. yüzyılların büyük tecrübesidir:
Karşıdevrim bölüyor.
Devrim birleştiriyor.
Bizim de tecrübemizdir:
İstiklal Savaşıyla, Kemalist Devrimle birleşmiştik.
Devrimimizi yıktılar ve bölünüyoruz. (…)
Sınıf savaşının cepheleri
Sınıf savaşı, 1980’den, hele 1990’dan beri Kemalist Devrim cephesinde veriliyor. Özelleştirme, işsizleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, kamu hizmetinin tasfiyesi gibi emekçi sınıfları hedef alan ekonomik ve toplumsal uygulamalar, aslında Kemalist Devrimi yıkma programının alt başlıklarıdır. (…)
Emekçi sınıfların temel meseleleri
Türk devrimi tasfiye edildi; milli devlet ortadan kaldırıldı; Türkiye fiilen bölündü; bir Mafya- Tarikat rejimi kuruldu; emekçi sınıfların gündemindeki en temel meseleler bunlardır.” ( 1 Mayıs 2011, Aydınlık )

Öyle böyle değil! Belirlemelere bakar mısınız: 1. Devrimimiz yıkılmıştır, 2. Bölünüyoruz, 3. Milli devlet ortadan kaldırıldı, 4. Bir Mafya- Tarikat rejimi kuruldu… ve emekçi sınıfların gündemindeki en temel meseleler bunlardır.
O zaman yapılması gereken nedir? Silivri’den tahliye edildiği gece açıklar Perinçek:
“Buradan ilan ediyorum, Türkiye’yi bölenlerin iktidarını yıkacağız. Türkiye’yi birleştirenlerin iktidarını kuracağız. Tayyip Erdoğan’ların, Abdullah Gül’lerin, Fethullah Gülen’lerin iktidarını, hepsini birden yıkacağız. Kınından çıkmış bir kılıç gibiyiz. Hazırız.”

Yani bir devrim ve demokrasi meselesi gündemdedir. Sınıf mücadelesinin mevzisi ise Kemalist Devrim’dir. Yani ve yani Perinçek’in 2011 ve 2014’teki belirlemesi, stratejik bir durumun; karşı devrimin ve devrimin saflaşmasının resmedilmesidir.
İyi de bu tablo bir devrim olmadan nasıl tersine dönmüştür? Bütün bunlar söylendikten sonra bugünkü çizgiye nasıl gelinir, nasıl “üretim devrimi” gibi bir şey ifade etmeyen bir devrim biçimiyle AKP rejimine ortak olunmaya çalışılır?

***

İnsanlık tarihinde bir ilki yaşamaktadır Türkiye; karşı devrimin sorumlusu, karşı devrimci bir parti ve rejim, liderinin gerçekleri görmesi üzerine zıddına evrilmiştir.

Yani bütün o çelişmelerin kaynağında duran rejim içinden ‘Fetö’cü katkı’yı çıkarınca iradesini değiştiriyor, milli devlet yıkıcılığından milliliğe, bölücülükten birleştiriciliğe, mafya – tarikat rejimini tasfiyeye yöneliyor. Yani kendi zıddını oluşturma ve değiştirme cevherine sahip bir rejim bu. İnsanlık çok ama çok kıymetli bir pratik karşısındadır; kendini zıddına dönüştürerek devrim yapmadan devrime olan gereksinmeyi ortadan kaldırabilen ve yine kendini sonsuz ideolojik ve siyasi formasyonda kurgulayabilen bir rejim. “İslamcı Kemalist”. Üretim devriminden sonra ‘İslamo –Kemalist proletarya diktatörlüğüne’ de geçebilir.

Ve ciddi ciddi bunun teorisi yapılabilmekte, partide kalanlar ciddi ciddi bunu devrimcilik diye savunabilmekte ve bu gerici abuk sabuklamaları teşhir ederek ayrılan devrimcilere ciddi ciddi “dönek diyebilmekteler…
Başlıktaki “Olay Ufku stratejisi” de nedir diyeceklere söyleyeyim, ‘olay ufku’ kara deliklerin çekim alanıdır, geri dönülemez çekim alanı. Kara deliğin olay ufkuna yaklaşan hiçbir şey artık kurtulamaz.

5. Dönem stratejiyi de ben kurayım:

“an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür” ( Attilâ İlhan)

DİPNOTLAR

  1. Evet, kafama takılan en önemli sorulardan biri de budur. VP büyük saçmalıklar ve yanlışların yanı sıra çok temel noktalarda önemli doğruları da söylemektedir. Ama sorun da burada. Bir doğrunun, olabilecek en berbat biçimde ifadesi nasıl mümkünse,  onu o şekilde ifade etmektedirler. Ve kitleler bunlara o kadar tepkilidir ki doğrunun onlar tarafından ifadesi bile “yanlış” olarak karşılık bulmaktadır. Doğrunun itibarsızlaştırılmasına ve geçersizleştirilmesine neden olmaktalar. ‘Şeytan’ın gör dediği’ de budur: Reel işlevleri bu mudur acaba?
  2. Bu strateji kurma dönemlerine 1968 – 1978 arasındaki Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi TİİKP dönemini dahil etmiyorum. Önderliği, kadrosu benzersiz o partinin, 12 Mart öncesi, 12 Mart ve Mamak zindanlarındaki özgün pratiği, toplam öznenin yaş ortalamasının gençliğine karşın biraz sol sapma içerse de Türkiye’yi ve dünyayı anlamak, Türkiye devriminin yolunu göstermek için oluşturduğu metinler ve eylemleri, yüksek entellektüel ve ideolojik donanımlarının benzersizliği ayrı değerlendirmeler konusudur.  Bugün güncellenerek geçerliliğini koruyacak belki de tek siyasi metine sahip “şahane 68” ürünü şahane bir özgün örnek olduğu kanısındayım ve zaten beni, benim kuşağımdaki pek çok devrimciyi Aydınlıkçı olmaya özendiren; yönelten de o mücadele ve metinlerdir.
  3. Yine ilginçtir ki, bu sağ savrulmanın hemen öncesinde duran bir “aşırı sol” savrulma vardır: Kıbrıs Meselesi.  74 Barış Harekatı’na “işgal” diyen ilk çizgidir Aydınlık gurubu. Sonradan biraraya gelecekleri Denktaş’ın ağza alınmayacak hakaretlerine maruz kalmışlardır. Aydınlıkçılık o zaman çok kesin disipline sahip olduğu için aynı düzeye düşmemeye özen gösterdikleri üslup dışında ideolojik – siyasi saldırıları, Denktaş dahil hasımları için altında kalkılabilir gibi değildir. Daha sonra Aydınlık dergisinin sahibi Doğan Yurdakul’un unutulmaz bir Yunanistan gezisi vardır. Binlerce Yunanlı komünistle dayanışma ve devrim mesajlarının paylaşıldığı.
  4. Yine bu dönemin harika bir siyasi – ideolojik kazanımı vardır:  12 Eylül sonrası hakim iki ideolojiden biri olan, yarı resmi “sivil toplumculuk”a ve liberalizme karşı Saçak dergisi odağında verilen, teorisyenliğini Doğu Perinçek ve Halil Berktay’ın yaptığı mücadele. Berktay daha sonra “Kanatçı” sağ çizgiyle ayrılacak, Kanat dağılacak; Oral Çalışlar, Gülay Göktürkler pek meşhur serüvenlerine yönelecek, Gün Zileli anarşizm akımının ‘mütevazı’ temsilcisi olacak, Berktay ise bir zamanlar düzlediği liberallerin fikir dünyasına iltica edecek, orada 1 Mayıs 77’yi solculara fatura edecek bir radikalizmde akademisyenliğini sürdürecek, “okuma notları”nda olduğu gibi yüksek entellektualizm sergilese de “Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü” gibi, hatta “Kabile’den Feodalite’ye” düzeyinde bir yapıt veremeyecektir.
SÖKE 1969 İşçi – Köylü satışı
2019 Samsun