Türkiye’nin göçmen sorunu

Batı bizi kendi topraklarının kapısını koruyan muhafız gibi görmekten, bu insanları pazarlık konusu yapmaktan vazgeçsin. Onlarca yıldır bu insanların ülkelerini kana boyayan Batı bize insanlık dersi vermeye kalkmasın. Kurtla beraber öldüren, çobanla beraber yiyen, sahibiyle beraber ağlayan Batı’nın samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüğü ortada…

CEM BAYINDIR

Yönetilemeyen bir ülke, çökmüş bir ekonomi, ayağa düşürülmüş üniversiteler, sorunlu bir yargı sistemi, Sedat Peker’in ifşaatları, doğal afetler, sel baskınları, iş kazaları, orman yangınları, Suriye’den gelen göç dalgası derken şimdi de üstüne Afganistan’dan gelen göç karşısında gerginleşen siyaset ve toplum, Türkiye’nin sorunlarının çığ gibi büyüdüğünü ve gittikçe de karmaşıklaştığını gösteriyor.

Net sayısı belirsiz olsa da ülkenin her yanına dağılmış 4-5 milyon Suriyeli Arap’tan sonra bu kez de Afgan göçü ve bu insanların Türkiye’de kalıcı yaşama olasılıkları siyasal gücün son 20 yılda başımıza sardığı en büyük belalardan biridir.

Nüfusumuzun bile net olarak bilinmediği bu günlerde, kimilerince 80, kimilerince 83, kimilerince 90 milyonu bulan Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu duruma siyasal güç ve yandaşları, -daha çok dinsel gerekçelerle ensar/muhacir kardeşliği gibi- olumlu yaklaşsa da, bu durumun yol açacağı olumsuzlukları dile getirenler ise ırkçılıkla, insani değerlerden yoksun olmakla, ihanetle suçlanıyorlar.

linç, kundaklama, ırkçı, korkutucu söylemler

Öncelikle, bu önü alınamayan biraz da göz yumulan göç dalgası, iç ve dış politikada, toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik yaşamda büyük sorunlara yol açacaktır. Bunun sorgulanması doğrudur ve kesin bir çözüm aramak ve bulmak da zorunludur. 

Toplumsal, siyasal ve ekonomik kaygıların ve sorunların konuşulması ve tartışılması yararlıdır. Üstelik, göç dalgası konusunda çözüm bulunmasına çaba gösterilmesi en önemli görevlerimizden biridir.

İnsan göçü sorununu konuşmak, tartışmak, çözümler bulmak ve bu sorundan bir an önce kurtulmak gerekirken, sorunu daha da büyütecek; yabancı, sığınmacı düşmanlığı yapmak, sığınmacıları nefret söylemine, ırkçılığa ve linçe uğratmak ise insanlık suçudur. Böyle bir davranışla göç sorunu çözülmez.

Ayrıca, yandaşların insanımızı düşürmek istedikleri bir tuzak da, topraklarımıza akın eden bu insanlarla, bu topraklara yüzyıllar önce yerleşmiş toplulukları, bu toprakların öz insanları Ermeni, Rum öteki grupları ya da Avrupa’daki Türk işçileri karşılaştırmak, benzeştirmek ve birbirleriyle bir tutmaktır.  

Bunlara hiç kulak asmadan, biliyor ve görüyoruz ki, Orta Doğu’da, Afganistan’da, Suriye’deki olayların nedeni zaten Batılılar ve işbirlikçileridir. Bu göçte en az suçu olanlarsa oraların halklarıdır.

Neredeyse yıllardır bu ülkelerdeki kaostan kaçan insanlar, yollarda, dağlarda, denizlerde tükenmekte, yaşamlarını yitirmektedirler. Denizlerde yüzen çocuk cesetlerinin, kıyıya vuran Aylan bebeğin görüntüleri aradan geçen zamana karşın yine de yüreğimizi sızlatan, gözümüzün önünden gitmeyen insanlık dramlarıdır.

Öncelikle gerek Suriye gerek Afganistan topraklarını yeniden yaşanabilir, huzurlu yerler haline getirerek insanların yeniden, ana yurtlarına dönmelerinin koşullarını sağlamak gerekiyor. Evet, bu tek başına yapılabilecek bir şey olmadığı gibi kolay da değildir. Ama bunun dışında ikinci bir yol da yok.

Göçmenlerin denetimsiz girişleri, ülkenin dört bir yanına gelişigüzel dağılmaları, sabıka kayıtlarının, bulaşıcı hastalıklarının, sayılarının, doğumlarının ve ölümlerinin bile bilinmemesi ve siyasal iktidarın buna çanak tutması, bir mülteci politikamızın olmaması bu sorunu çığ gibi büyütmüşken, ırkçı söylemler, linç, kundaklama ve düşmanca tutumlar ise daha da korkutucudur.

Benim yaşadığım yerde, konuştuğum Suriyelilerin çoğu bize uyum sağlamış, toplumumuzla sağlıklı iletişim kurmuş insanlar olsa da televizyon ve gazetelerde, suça bulaşan, topluma uyum sağlayamayan, toplum ve hukuk düzenini bozan binlerce sığınmacıyı da görmekteyiz.

kurtla öldüren, çobanla yiyen, sahibiyle ağlayan batının samimiyetsizliği

Siyasal gücün, Şam’da Cuma namazı kılma, Esat’ı yıkma, bölgede lider güç olma düşleri; dış politikada ilkeli tutum alamaması, yanlış adımları, sınırlarımızın eleğe döndürülmesi bizi neredeyse 6-7 milyonluk dev bir insan göçü sorunuyla karşı karşıya getirmiştir.

Tarih boyunca Musevi, Bulgar, Macar, İranlı, Azeri, Arap, Yunan, Gürcü, Arnavut, İtalyan, Rus milyonlarca insan bu topraklarda misafirimiz oldu. Bu konukseverliğimiz yeryüzünün en onurlu davranışları arasına girmiştir.

Ancak, ortadaki, dünyanın ekonomisi en güçlü, yüzölçümü en büyük devletleri bile bu denli büyük insan selini taşıyamaz, bunun yol açacağı toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasal sonuçları gideremez. Göçmenlerin tamamının kendi yurtlarına döndürülmesini sağlamak ne ırkçılık ne yabancı düşmanlığı ne de nefret söylemidir.

Özellikle yurt içinde, siyasal dincilerin, liberallerin, liberal solun ve aklını kiraya vermiş yandaşların bize konukseverlik, ahlâk, insanlık, etik dersleri vermeye kalkması utanmazlık ve iki yüzlülüktür.

Ayrıca, ülke içindeki bu iki yüzlüler gibi, Batılılar da bizi kendi topraklarının kapısını koruyan bekçi, muhafız gibi görmekten ve bu insanları pazarlık konusu yapmaktan vazgeçsinler… Onlarca yıldır bu insanların ülkelerini kana boyayan Batı bize insanlık dersi vermeye kalkmasın… Kurtla beraber öldüren, çobanla beraber yiyen, sahibiyle beraber ağlayan Batının samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüğü ortada…
Kısaca, ülkemizi göçmen sorunundan kurtarmanın yolu, bilinçli ve ilkeli politikalardan, sınırlarımızı namusumuz bilmekten, ilkeli dış siyasetten, insani olmaktan ve sağlıklı düşünmekten; koşullar oluştuğunda da onları yurtlarına yolcu etmekten geçiyor.

PAYLAŞMAK İÇİN