26 Ağustos 1914’te doğan Türkçemizin şiir bayraklarından Fazıl Hüsnü Dağlarca 106 yaşında. Dağlarca’nın bütün yapıtları, yeniden okumalar ve daha geniş incelemeler için bizi bekliyor.
Onun Kızılırmak Kıyıları’nı okuduğum zaman öğretmen okulunda öğrenciydim. Dizelerdeki, aydınları Anadolu’ya çağıran tok sesi işittim çocuk ruhumla. Kimsesiz bırakılan bir koca toprağın uzaktan sevilemeyeceğini anlatan yürekli aydınlık çıkışını duydum.
Bayrağın dalgalandığı her yerde çalışmaya, oralara ışık götürmeye gönüllüydük.
Gönüllüydük de ne demek, can atıyorduk. Ülkemizin içinde bulunduğu Ortaçağ koşulları ancak aydınlanmayla değişebilirdi. Bilgiyle, aydınlık yaratılabilirdi. Yüzyıllarca bilgiden, çağın gelişmelerinden uzak bırakılan insanımızın kurtuluşu eğitimle olabilirdi ancak.
“O KADAR UZAK DEĞİL!”
Genç kuşaklar hazır bir ülke buldular doğduklarında. Özgür, bağımsız, onurlu, sözü dinlenilen bir ülke… Gittikçe kararan bulutlarla birlikte bu ülke de yaşamak onlar için de zorlaşacaktı elbette. Ne ki bunun nereden kaynaklandığını üniversite sınav sorularında bulamayacaklardı hiçbir zaman. Diplomaları duvarlara, taksicilik yaptıkları arabaların camlarına, simit, poğaça sattıkları camekanlarına asamayacaklardı. Bir işe yaramıyordu aldıkları eğitim. Onların suçu değildi bu ama Anadolu’daki aydınlanmayı durduran, dahası tersine çeviren bir gidişin tarihsel bilincinden de yoksundular.
Dağlarca bize yalın bir gerçeği anlatıyor, Kızılırmak Kıyıları’nda İstanbul’da oturup Anadolu’ya övgüler düzen ‘sırça köşk’ ozanlarına sesleniyordu:
Kardaş senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil
Çık hele Anadolu’ya,
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayri
O kadar uzak değil!
……
İNSANIMIZIN ÖZGÜCÜNE GÜVENMİŞTİ
Okullarda Mustafa Kemal’in Kağnısı okunurdu ulusal bayramlarda. Kurtuluş Savaşı’nda kağnılarla cepheye mermi taşıyan kadınlarımızı simgeleyen bir kağnıydı “Elif’in kağnısı”. Onun yurt sevgisiyle dolu sesinde kadınlarımıza, Anadolu’nun o yoksul, mert, yiğit insanına duyduğu derin sevgiyi, hayranlığı, ondaki büyüklüğü sezerdiniz o şiiri dinlerken.
Mustafa Kemal’in en büyük özelliklerinden biri Türk Ulusu’na duyduğu güvendi. O, insanımızı cephelerde tanımıştı. Onun bilgiyle donatıldığında dünyanın bütün uluslarının içinde seçkin bir yere sahip olacağını görmüştü. O yüzdendir ki her konuşmasında, ulusumuzun bireylerine ümmet olmaktan çıkıp yurttaş olabilmesi için özgüven aşılamaya çalışmıştı.
Dağlarca da insanımızın özgücüne güvenmişti hep Mustafa Kemal gibi.
“BİNME ONLARI UÇAĞINA”
Yeni kuşaklar bilmez.
1964’te uçaklarımız, Makarios’un Kıbrıs’ta giriştiği kıyım üzerine adaya bir kez uçmuş, sonra Amerika uçaklarımıza yakıt vermemişti. Öylesine bağlamışlardı bizi içimizden dışımızdan. O sırada ABD Başkanlığını yedekten yürüten Johnson koalisyon hükümetinin başı, başbakan İsmet İnönü’ye ağır bir mektup yazmış, İsmet Paşa’dan da hakkettiği yanıtı almıştı:
“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini bulur.”
Çok geçmedi 27 Mayıs Devrimi’nin önderi Cemal Gürsel hastalandı. Onu ABD’de sağaltmak için Johnson Mavi Kuş adlı uçağını gönderdi.
Bu olay üzerine Dağlarca’nın o sırada yayımlanmakta olan Devrim Gazetesi’nde çıkan şiiri onun anti emperyalist tutumunu, onurlu sanatçı kişiliğini ortaya koyar:
Binme onların uçağına
necek mavi olursa olsun;
Kara topraklarında kal be!
Görmedin mi neler yazdı Apaçi
Ne güzellikler aldı çorak bayırlarından yıllardır
Anadolu dağlarınca ol be!
…..
ULUSAL ONURUN SİMGESİ
O hem günceli kovalar, hem gerçekçi bir toplumsal bakışla süzer konularını. Var oluşumuzun temel gerçeğini, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyet’le başlayan Anadolu aydınlanmasını özünde duyar, İstanbul’da oturup Anadolu insanı üzerine yargılar yürüten okumuşları bir kıyıya iterek insan sevgisini ulus sevgisiyle kaynaştırıp sunar şiirlerinde.
Ulusal onurun simgesidir Dağlarca.
Emeğin yanında sömürünün karşısındadır her zaman.
Dünyadaki 1968 gençliğinin başkaldırısına da şiirleriyle katılmıştır Dağlarca. Yüreği gençlerle atar o yıllarda da. Köylünün, işçinin ezilmesi, gençlerin Bağımsız Türkiye ülküsüyle toplumcu düşüncenin bireşimi yapıp ülkeye sahip çıkmaları Dağlarca’nın da kanını kaynatmıştır. Ulusal coşkusunu, insan sevgisini gerçeğe oturtarak konuşur şiirlerinde.
1970’te Varlık’ın yanılmıyorsam Şubat sayısında çıkan şu şiir belleğimde o günden beri gezinip durur:
Hepsi uysal hepsi güleç,
Dinlerler de söylev demeç,
Ama bir gün uyanırlar
Dağlara çıkarlar er geç;
Kurda koyun güttürmezler.
…….
SÖZCÜKLERİN FİLİZLENDİĞİ GENİŞ TOPRAK
Dağlarca’nın başlangıçta özellikle ilk kitabı Çocuk ve Allah’ta halk şiirinin biçimine, yalınlığına uygun bir dil geliştirdiği görülür. Daha sonra sürekli kendini yenileyerek sürdürür şiirini Dağlarca.
Hele Türkçe’ye tutkunluğu ona bir bayrak ‘dize’ yazdırır: “Türkçe’m benim ses bayrağım.”
Bu dize dillere pelesenk olsa da değerinden hiçbir şey yitirmeden dilimizin değerini, Dağlarca’nın Türkçe’yle varolan şiirini yüceltir durmadan.
Onun hiç durmadan üreten şiir beyni, şiir yüreği, hem düşünsel varsıllıklarla doludur hem yeni sözcüklerin filizlendiği geniş bir toprak olmuştur.
Dağlarca’nın kimi zaman bir büyük duyarlılıkla görev şiiri yazdığı sanılır ama o şiirlerinde bile Türkçe’nin inceliklerini, dildeki özgürlük alanlarını sürekli genişleten bir dil denizine ulaştırır okuyanı.
Bu kadar kısa bir yazıya sığmaz Dağlarca. Onun şiirini küçümseyerek ananlar onu okumadan şiir yazarlarsa kendi şiirlerine yazık ederler.
Dağlarca çok yazdı, çok yaşamayı çok hak etti. Daha geniş incelemeler için Dağlarca’nın bütün yapıtları, bir yurtsever ozanın, dilsever ozanın göz evreninde, gönül evreninde uçmak için hepimizi bekliyor.