Türkçenin bilgisiz bilgiçleri!..

Dil düşünce bağını iyi kuramamış arkadaşların üstünkörü yaklaşımları Türkçemiz için bir tehlike değil mi sizce? Bu arkadaşların yazarlığa soyunduğunda sözcüklerin anlam derinliğine, çağrışımlarına, seslerine ilişkin bir kaygıları olur mu?

HİDAYET KARAKUŞ

Geçen günlerde ‘yüzler kitabı’nda (face book; anısı güzel Bertan Onaran Yüzler Kitabı diye çevirmişti) “ve” bağlacıyla ilgili düşüncelerimi yazdım. Yazdığım romanlarda, çocuk kitaplarında özellikle Şeytanminareleri’ni yazdıktan sonraki kitaplarımda bu bağlacı kullanmadım. Bu konunun Ataç’tan kaynaklandığını biliyordum ama hangi yazısında buna değindiğini bilmiyordum. Ataç’ı bu bakımdan yeniden okumaya başladı. Okuruma Mektuplar’ın Giriş’ten sonra üçüncü yazısında Daldan Dala’da buldum aradığımı. Bir yazısını yanlış dizen dizgiciye kızarak ortaya koyuyor bu konudaki görüşünü.

Pazar Postası’nda 1951’de yazdığı Okuruma Mektuplar’ın üçüncüsünde şöyle yazıyor:

“Selam edip hatırınızı sorduktan sonra size şunu söyleyeyim: ikinci mektubumu, yani bu derginin 11 Şubat sayısında çıkanı, belki okumuşsunuzdur; onda şöyle bir yer vardı: “…beğenmezsiniz düşüncelerimi ve sadece…” O ve’yi ben yazmadım, yazmam da, on yıldır ve’yi kullanmıyorum, bizim dilimize gerekli olmadığını sanıyorum. Kimi yazarlarımız onsuz edemeyeceklerini söylüyorlar… Mübarek olsun! Tepe tepe kullansınlar, isterlerse her kelimeden sonra bir ve koysunlar da zaten anlaşılmıyan yazıları büsbütün anlaşılmaz olsun. On yıldır birçok yazılar yazdım, başka dillerden kitaplar çevirdim ‘ve’ demeyi bir kere dahi gerekli bulmadım. Demek ki onsuz edilebiliyormuş.”

Ataç’ın bu tümcelerinden yola çıkarak ben de “Yüzler Kitabı”nda ve’nin Türkçe için gereksiz olduğunu, kitaplarımı uzun süredir bu bağlacı kullanmadan yazdığımı duyurdum.

Doğrusu sanki bir balonu patlatmıştım. Çoğu arkadaşım örneklerle destek verirken kimileri büyük dil bilgini havalarında yaptıkları çevirilerden, yabancı dildeki “ve” yerine geçen sözcüklerden yola çıkarak bu düşüncenin yanlış olduğunu savundular.

Bir arkadaş da Ataç’ın zaten gereksiz bir çaba içinde olduğunu yazdı. Üstelik yazarlığı, şairliği olan biri.

Nurullah Ataç: “On yıldır birçok yazılar yazdım, başka dillerden kitaplar çevirdim ‘ve’ demeyi bir kere dahi gerekli bulmadım.” Bertan Onaran, Facebook’u”Yüzler Kitabı” diye çevirmişti.

Bir başkası “Ben binlerce sayfa çeviri yaptım hep ve kullandım. İngilizce and sözcüğünün yerine ne kullanacağız? Dahası ‘ve’yi kaldırırsak Türkçeden anlam boşluğu olur. Eskiden ve dahi biçimindeydi, dahi düşünce ve kaldı” diye yazdı. Neresinden tutayım? Bu arkadaşa ve’nin, bağlaç olan dahi’nin anlamını sordum. Şu ana dek bir yanıt yoktu. Anlamı olmayan bir sözcüğün dilden kalkması anlam boşluğu yaratır mı? Dili İngilizceye göre değerlendirdiği dahası Türkçeyi İngilizceden de zayıf bir dil gördüğü de sızıyor yanıtından. Bağlaçların anlamı olmayan ama eşit görevdeki sözcükler, söz öbekleri, tümceler arasında anlam bağı kuran sözcükler olduğunu düşünmüyor bu arkadaş.

Yazarlık işliğindeki arkadaşlarımla da bu konuyu görüştük hep. Nazım’ın şiirlerini örnek gösterdiler bana. Ben şiirden değil düzyazıdan söz ettiğimi belirttim. Üstelik “Nazım Hikmet gibi kullanabileceksiniz buyurun kullanın” dedim. Şiirde sesin gücünü artırmak, anlamı vurgulamak için ve’yi kullanabilirsiniz elbette. Yine de kimi şiirlerde arada kullanılan ve’lerin dilin tadını kaçırdığını düşünürüm. Düzyazıdaysa Türkçenin akıcılığını kesen etmenlerden biridir “ve” bağlacı. Elbette yalnız o değildir akıcılığı kesen. Yazarın takır tukur dili varsa ve’yi hiç kullanmasa da akıcı olmaz yazı.

Bir başkası da benim yabancı dil bilmediğim için, dili tanımadığımı, Türkçeyi iyi bilemeyeceğimi söylemeye getirdi. Yabancı dil cahili olduğumu söyledi açıkça. Peki Ataç yukarıdaki bölümcede de söylüyor. “On yıldır birçok yazılar yazdım, başka dillerden kitaplar çevirdim ve demeyi bir kere dahi gerekli bulmadım” derken yabancı dil cahili miydi acaba ve’yi kullanmazken?

Dil düşünce bağını iyi kuramamış arkadaşların üstünkörü yaklaşımları Türkçemiz için bir tehlike değil mi sizce? Bu arkadaşların yazarlığa soyunduğunda sözcüklerin anlam derinliğine, çağrışımlarına, seslerine ilişkin bir kaygıları olur mu?

Yine de bu tartışmalara sevindim. Tartışmaya katılan beni destekleyen ya da karşı çıkan kimileri sözcükler üzerine düşünmeye başlayacaktır: Bu iyimserliğimi korumak isterim.

Bir başkası da bundan kırk elli yıl önce Türkçenin arılaşmasına karşı çıkanların diliyle saldırdı bana. Özleşmecilerin ırkçılığa varan bir tutum içinde olduklarını yazdı Yüzler Kitabı’nda. Ne demeliyim bu kişiye?

Uluslaşma sürecini, Türkçeyi 1932-1983 arasındaki Türk Dil Kurumu verimlerini bilip bilmediğini, hangi dil dergisini izlediğini, kaç dil yazısı okuduğunu, Osmanlıca’yla Anadolu Türkçesini karşılaştırıp karşılaştırmadığını, dille ırkçılık arasında nasıl bir bağ kurduğunu, Türk Dil Kurumu’nun adı geçen dönemde hangi yöntemlerle çalıştığını, ortaya koyduğu sözlükleri, yazım kılavuzunu bilip bilmediğini, dilbilim kitaplarından okuduğu bir kitap olup olmadığını… sordum kısaca.

Yanıtlarını bekliyorum ama önce yazdıkları bundan sonra yazacaklarının sesini veriyor. Yine de doyurucu yanıtlar vermesini, beni bilimsel kanıtlarıyla susturmasını bekliyorum.

“Ben binlerce sayfa çeviri yaptım, ve’yi hep kullandım ve’siz çeviri olmaz” diyene de ben de binlerce sayfa ve’siz yazdım, ne olacak şimdi, diye sordum.

Türkçeyi bağımsız bir dil olarak düşünemeyen okumuşlarımızın dilimize bir katkıları olacağını hiç sanmıyorum. Kendileri, hep bildiklerini sandıkları dilin gölgesinden bakacaklar güzelim Türkçemize. Kendi beyinleri bağımsız olmayınca dilleri bağlı oluyor ister istemez. Bilgiçlikleri de bilisizliklerinden geliyor!

PAYLAŞMAK İÇİN