TÜRKAN SAYLAN: Yılmaz bir aydınlanma savaşçısı

Pek çok insan şu dünyadan bir ideali dahi yakalamadan geçip giderken, bu kez de kurduğu ÇYDD ile kız çocuklarına eşit eğitim fırsatı yaratmayı amaç edinir

 

PROF. DR. GÜLAY LOĞOĞLU MİLLİ

Kendi sesi ve sözleriyle: ‘’Bütün anılarım hep sorgulama üzerine; yatarım duvarın üzerine bahçede, yıldızlara bakarım, sanki bi yerden bi ses gelse diye,… naparım, naparım, ne işe yararım bu dünyada, niye varım diye…’’

1870 Başlarında Manastır’dan İstanbul’a yola çıkan bir aile ve göç yolunda hayatını kaybeden nene, büyük dede. Yetimhanede büyüyen babaanne. Balkan Savaşı sırasında aldığı yaraların tedavisi için Almanya’ya yollanan, burada şan ve felsefe eğitimlerini tamamladıktan sonra yurda dönen baba Fasih Galip Bey, İsviçreli Raiman ailesinin kızı, asıl adı Lili Mina olan anne Leyla Hanım.. Fasih Galip ve Leyla Saylan çiftinin ilk çocukları olarak 13 Aralık 1935’te Emirgan’da doğar. Alman disiplinine bağlı anne, baba ve Osmanlı terbiyesindeki babaannenin kurallarına göre şekillenen çocukluk ve gençlik yılları, dört kardeşi ile birlikte, Kandilli’deki ağaçlar ve çiçeklerle çevrili evlerinde geçer.

1946-1953 yıllarında Kandilli Kız Lisesi’nde okur. Kandilli yıllarında, kendisinin deyişiyle, Anadolu’nun her yerinden gelen kızlarla kaynaşır; birlikte çalışmayı, paylaşmayı öğrenirler. Bu yıllar, her türlü olumsuz hava koşullarına rağmen okula gelmeyi başaran öğretmenlerle, gizlice okunan romanlarla, okulda sahnelenen piyeslerle; edebiyat, şiir ve felsefenin tartışıldığı mektup arkadaşlıklarıyla geçer.

Kandilli’den 1953 yılında mezun olduktan sonra, yine kendi deyişi ile büyük bir aşk duygusu ile istediği tıbbiye eğitimine başlar. 1957 Yılında Dr. Mustafa Örge ile evlenir, bir yıl arayla Çağlayan ve Çınar isimlerinde iki çocuk sahibi olur. 1960’da bel kemiği tüberkülozu nedeniyle 13 ay yatağa bağlı olarak yaşamını sürdürür, ardından iki yıl boyunca çelik korse kullanmak durumunda kalır. 1963 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olur. 1966 Yılında eşinden ayrıldıktan sonra; ailesi, kardeşleri ve çocukları ile birlikte aynı evde yaşamaya başlarlar ve birbirlerine destek olurlar. (12 yıl sonra bir heykeltıraşla, Cevdet Bilgin’le ikinci evliliğini yapar; bu evlilik çok kısa sürer.)

Deri ve Zührevi Hastalıklar alanında 1968 yılında uzmanlığını alır (Sosyal Sigortalar Nişantaşı Hastanesi), aynı yıl İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa başlar.

1971 Yılında İngiliz Kültür Heyeti’nin bursuyla İngiltere’de ileri eğitim görür; 1974’te Fransa’da, 1976’da yine İngiltere’de mesleki çalışmalar yapar. 1972’de doçent, 1977’de profesör olur. 1976 Yılında Lepra (cüzam) çalışmalarına başlar ve Cüzzamla Savaş Derneği’ni kurar. Bu çalışmaları nedeniyle, 1986’da kendisine Hindistan’da ‘’Uluslararası Gandhi Ödülü’’ verilir. 2006 Yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün Lepra konusunda danışmanlığını yapmıştır. Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesidir.

1981-2002 yılları arasında 21 yıl, üniversitedeki görevinin yanı sıra gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği yapmış, 1981-2001 yılları arasında ise İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü de yürütmüştür. Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasına da öncülük etmiştir. Ayrıca Ulusal Lepra Kontrol Programı’nın koordinatörü olarak bu konudaki proje, planlama ve uygulamaları gerçekleştirmiştir.

BİR HEKİMDEN ÇOK ÇOK FAZLASI

Lepra ile mücadeleyi, ulusal ve uluslararası akademik/klinik çalışmalarla birlikte, sahada eğitimi ve takibi de içeren bir sosyal seferberlik ve ekip anlayışı ile gerçekleştirir. Bu bağlamda, kendi deyişi ile, önünde bir ‘üniversite alanı’ daha açılır: Anadolu’yu, Anadolu insanını, toprağı tanımak ve bu doğrultularda sosyal kalkınma projeleri yürütmek; halkı/hastaları, hekimleri, ilgili sağlık çalışanlarını bu doğrultuda eğiterek sorunla mücadele etmek… Hastalarını sadece tedavi etmekle kalmayıp, onları yaşam içinde de izleyerek yaşama katılmalarını sağlayacak sosyal kalkınma projelerine imza atar; yine kendi deyişiyle, her hastanın bir sağlık fişi, bir de sosyal fişi vardır. Yaşamını sürdürmesi için koyun mu, inek mi, keçi mi lazım, bu gereksinimleri nasıl sağlanabilir, gibi sosyal sorunlara da eğilen ve çözüm yolları araştırıp bulan, o yıllarda bu alanda

hiç gerçekleştirilmemiş olan toplumsal projeler. Bu çalışmaların sürdürülmesi sırasında yaşananlar, çeşitli fotoğraflara da yansır; bunların içinde en çok bilinenlerden birinde, Türkan Hoca Lepra tedavisi görmüş bacakları protez bir hastası ile birliktedir. Hastası tedavi sonrasında köyüne döner; tabii Türkan Hoca bu, iletişimini sürdürür, bir gün hastası, Türkan Hoca’ya bir mektup yazar ve tarlasına gitmek istediğini, bunun için de eşeğe ihtiyacı olduğunu belirtir. Türkan Hoca da yapıcı, mücadeleci, sorunları çözümleyen kişiliği ile bir eşek bulur ve hastasının sosyal yaşama katılmasını sağlar. Bir süre sonra Türkan Hoca hastasının köyüne tekrar giderek, dere tepe uzun bir aramadan sonra tarlayı bulur, hastası ve eşeklerle birlikte bu güzel fotoğrafı anı olarak çektirir.

CUMHURİYET İNSANLARI İÇİN

1986 Yılında meme kanseri nedeniyle ameliyat edilen ve kemoterapi alan Türkan Saylan, çalışmalarına hiç ara vermez ve 1989’da, uzun soluklu bir yaşam/çalışma alanı daha oluşturmak üzere, bir grup Atatürkçü aydın ile birlikte Çağdaş Yaşam Destekleme Derneği’ni (ÇYDD) kurar, yaşamının sonuna dek genel başkanlık görevini üstlenir. ÇYDD’nin kuruluş dönemine ilişkin sözleri şöyledir: ‘’Cumhuriyet insanları toplanıverdik. Amacımız Atatürk ilke ve devrimlerini korumak, ama aynı zamanda bunları yaşatıp geliştirmek; bunu da çağdaş eğitimle yapmak ve böylece çağdaş yaşama, çağdaş topluma ulaşmak. Atatürk’ün, Cumhuriyetin, laik düzenin ne olduğunu bilen çağdaş eğitimle…’’ Pek çok insan şu dünyadan bir ideali dahi yakalamadan geçip giderken, bu kez de kurduğu ÇYDD ile kız çocuklarına eşit eğitim fırsatı yaratmayı amaç edinir.

1990’da oluşturulan Öğretim Üyeleri Derneği’nin kurucusudur ve ilk dönem 2. Başkanlığını yapmıştır.

1990’da oluşturulan ‘’İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’’nin kuruluşunda görev alan Türkan Saylan, 1996’ya kadar Müdür Yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yapmıştır. Mezun olduğu lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı (KANKEV)’nın da 1995’teki kurucusudur ve yaşadığı dönem boyunca başkanlık görevini yürütmüştür.

13.12.2002 Tarihinde resmi görevlerinden emekli olan Türkan Saylan, gönüllü olarak yaşamının sonuna dek  ÇYDD Genel Başkanlığını ve KANKEV ile Cüzzamla Savaş Derneği Başkanlıklarını da sürdürmüştür.

Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine seçilmiş, Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından ise 2 Şubat 2001’de YÖK üyeliği ile görevlendirilmiş ve bu görev, Şubat 2007’de bitmiştir.

Yaşamının sonuna giden yolda, bu süreci hızlandırmak üzere yaşadıklarına gelince…

FETHULLAH GÜLEN’İN TÜRKAN SAYLAN’A SALDIRISI

Aydınlanmanın, çağdaşlaşma mücadelesinin bu yılmaz kadını, yılmaz hekim Türkan Saylan da, ülkemizin girdiği bu karanlık dönemin simge kumpaslarından kaçınılmaz olarak payını alır ve Ergenekon sözde soruşturması kapsamında, 13 Nisan 2009 tarihinde evi basılır. Saylan’ın yaşamının sonuna dek başkanlığını yürüttüğü ve çok sayıda kız öğrenciye eğitim bursları sağlayan ÇYDD büroları da, iğrenç iftiralarla ve sahte delillerle basılır. Bir süredir kanser tedavisi görmekte olan Saylan’ın yaşamını yitirmesi, bu operasyonlardan bir ay sonradır. O süreci, sonraki ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel şöyle aktarır: ‘’Operasyon sırasında ele geçirildiği öne sürülen sahte raporları Amerika’ya gönderdik, sahte olduklarına dair kapı gibi raporlar aldık, delillerin sahte olduğunu bildirdik. Ancak siyasi bakış açısı bizlere inanmadı. Ne zamana kadar… 17-25 Aralık operasyonunda Cumhurbaşkanı aleyhine birtakım şeyler çıkana kadar. Türkan Hanım yaşasaydı, yapılanlara ilişkin dava açardı, çünkü yapılanlar itibarsızlaştırmaydı..’’

Türkan Saylan’ın 18 Mayıs 2009’da hayata gözlerini yummadan önce verdiği son mesajı: ‘’Ben bütün randevuları tamamladım. Bana düşen bütün görevleri yerine getirdim, ölüme hazırım..’’

KEÇİ

Çeşitli kuruluşlardan aldığı sayısız ödülü bulunan Türkan Saylan, ‘’Yılın Keçisi Ödülü’’nün de sahibidir; gururlu duruşu ve çağdaşlaşma yolundaki inadı nedeniyle Fethiye/Ölü Deniz Belediye Başkanlığınca verilmiştir (2007) ve kanımca Türkan Hoca’yı çok iyi tanımlayan ödüllerden biridir.

Biri grafiker, diğeri hekim, Çağlayan ve Çınar isimlerinde iki oğlu ve iki torunu olan Türkan Saylan’ı bir de kısa alıntılarla oğullarından tanıyalım…

Doktor olan Çınar Örge: Bizim çocukluğumuz Kağıthane Köyü’nde geçti, bahçede çınarlar varmış, yukarıdan çağlayanlar akarmış. İsimlerimiz oradan geliyor. Taştan bir evimiz vardı, annem ve babam sürekli çalışırdı, çok meşgul insanlardı. Bize babaannem bakardı. Horozlar, tavuklar, inekler…..

Boşanmadan sonra Nişantaşı’nda Vali Konağı Caddesi’nde oturuyoruz. Caddenin başında babam, sonunda annem oturuyor, ortasında da okulumuz var. Okuldan çıkarız, bir sağa bakarız, bir sola, nereye gideceğimize karar veremezdik….

Grafiker olan Çağlayan Örge: Annem ile anneannemler, teyzemler, dayımların yaşadığı evde imece usulü çok güzel bir hayat yaşıyorduk… Annemin evi bambaşkaydı. Anneannem, teyzemler, annem birlikte yaşıyorlar, herkes işe gidiyor, bağımsızlığımız var, daha özgür geliyor. Öbür tarafta ise pek işe yaramayan sürekli bir disiplin anlayışı var…

Çınar Ö.: Ben annemle aynı okuldayken bile kimse bilmezdi. Hiçbir zaman onun ünvanından yararlanmadık, istemezdi de…

Çağlayan Ö.: Benim arkadaşlarım annemin Türkan Saylan olduğunu cenaze töreninde öğrendiler.

Çınar Ö.: Annem hiçbir zaman telefonda ‘’Ben Profesör Türkan Saylan’’ demedi. ‘’Ben doktor Türkan Saylan’’ derdi. Bu, bizim öğrendiğimiz tecrübe.

Çağlayan Ö.: Annem kahramanlık yapmıyordu kendine göre. Rutin, doğal işler gibi görüyordu, bizim de böyle düşünmemize fırsat vermezdi…Ergenekon sürecinde kan değerleri çok düştü, kemoterapi yapamadılar.

Çınar Ö.: Annemle çok nadir saatlerce tartıştık. Hemen çözüm üretirdi… (Cenaze töreniyle ilgili olarak): Ben hayatım boyunca bu kadar temiz yüzlü insanı bir arada görmedim… İçi dolu bir kalabalıktı…

(Burada önemli ve çok anlamlı bir not eklemeliyim: Türkan Saylan’ın cenaze törenine devlet erkanından katılan olmadı! – G.M.)

Son olarak bir söyleşisindeki sözlerini aktarmak isterim: ‘’Mutluyum, çok mutluyum. Ailemle, çocuklarımla, evimle, kedimle, köpeğimle, dostlarımla mutluyum. Dolu dolu yaşadım, gönlünün götürdüğü yere git derler ya, öyle bir şey….’’

‘’Tek başıma bir hiçim, bir hiç… Ne yaptıysak hep birlikte, arkadaşlarımla yaptık…’’

Tutku, dikkat, izlem, amaca erişmede inatçılık, arayış, yaşamın birçok alanında sürekli bir eylemlilik hali, O’nu tüm tevazusu ile Türkan Saylan yaptı.

‘’Her eğitimli kadının bu Cumhuriyet’e borcu var.’’

‘’Eğer toplum ‘neden ağaçları kestiniz?’ diye hesap sormaya başlarsa bir şeyler değişecek.’’;

‘’Ben sadece yüreği insan sevgisiyle dolu bir hekimim.’’;

‘’Ülkemi, insan haklarına ve hukuka saygılı, demokrasiye inanan hükümetlerin idare etmesini isteyen bir vatanseverim.’’

‘’Hayatım boyunca tek isteğim, iyi ve dürüst bir insan olmaktı. İyi ve dürüst insanlarla birlikte yaşamaktı.’’ sözleriyle topluma seslenen bu yılmaz aydınlanma savaşçısının anısına, sevgiyle ve saygıyla…

______________

Alıntı yapılan kaynaklar

Kurucu başkanımız- KANKEV

Bizim içimiz yanıyor alkış beklenmesin –ÇYDD, 2018

Milliyet.com.tr. ‘’Bize üç öğün yemek yapmadı ama ufkumuzu açtı’’