Tüm bunları ‘Soytarı yazar’ mı yapacak?

Sami Günal ile birkaç saatlik tanışıklığımız var. Bir İstanbul öğlesinde ikinci kez yüz yüze görüştük. Yazdıkları, yazacakları üstüne söyleştik. Gün inerken izin istedi Oğulcan’ına yemek hazırlamak için, ayrıldık.

YÜKSEL PARLAR (Edebiyat Öğretmeni- E.)

Günal’ı yazılarından izliyordum. Günceli anlatırken, biriktirip yığdıklarını öyle saçıp savuruyor ki başımız dönüyor. “Serbest Çağrışım” yöntemiyle bilinçaltını döküyor sanırsınız. Sağanak yağmurlar bereketiyle gelen darbeler, toplanıp bir bütünlük oluşturuveriyor. Sami Günal’da bilinçli bir dağıtıp toplama var. Yüksek bir özgüvenle hükümler veriyor bazen. Kendine yabancılaşmış bir ulusun “kalabalıklar içinde yalnızlığını yaşayan” kabına sığamayan bir bireyin çığlıkları, yapay bir yaşamın aldatıcılığıyla avunmaya çalışanlara güçlü dürtüşler var bu yazılarda.

Kitaba dönüşen yazılara “Yazarın Soytarılığı” adını vererek bizi zora sokuyor. Soytarılıkla bilgeliğin aynı ananın ikizleri olduğunu kaçımız düşünmüşüzdür? Shakespeare okuyacağız, klasik tragedyaların “koro” bölümlerinin sağduyuya, akla çağrılarını öğreneceğiz, Osmanlı saraylarında “Cuma Selamlığında” “Gururlanma padişahım! Senden büyük Allah var!” haykırışını çözümleyeceğiz, demokrasilerin “güçler ayrılığı” ilkesini özümseyeceğiz. Tüm bunları “soytarı” yapacak. Yorucu değil mi? Okur ne bekler? Soytarılık yaptığını söyleyen Sami Günal’ın sözlerinde, şaklabanlık, yalakalık, yaltaklanma, maskaralık… Çok beklersiniz. Keskin, acımasız eleştirilere hazırlayın kendinizi. Batılıların “ironi” dediği tarzı çokça kullanıyor. İçerikte neler var:

KÜFREDİP SAYGIDA KUSUR ETMEMEK

Kuramlarla sağlamladıkları geleceğin dışına düşüldüğünde yaşama dönük deneyimleri olmayanların açmazları, düş kırıklıklarından doğan mutsuzlukları var. Bireyi yalnızlaştırıp, sadece kendisi gibi düşünenlere sığınmak zorunda bırakılanların zavallılıkları var.

Günal, dildeki arayışlarını örnekliyor: Veysel’in, “Seversin, kavuşamazsın, aşk olur.” deyişine, “Ben, söylesem küfür olur.” karşılığını vererek bu bıçkınca imayla, çoğu yazısında yinelediği Can Yücel gibi edebi küfredebilme özlemini birlikte okumalı. Bir Hollandalının “anasına” küfreden Türk’ün, Hollandaca algılanışı çözümlemesi sıra dışı bir anlatım becerisidir. “Sosyal kurumların oluşamadığı, sanayileşmemiş toplumlarda sığınılacak yer ‘ana kucağıdır.’ Akılla makinalar üreterek zenginleşen toplumlar, sığınılacak sosyal yapılar kurmuşlardır. Onların kutsalı akıldır. Batılının aklına söverseniz, onu incitirsiniz, anasına söverseniz, cinsel tercihinizden kuşkuya kapılırlar Hollandalı dostum gibi.”

Antep ağzı kullanımları çeşni katıyor anlatımına. “Kör Haydar’ın gözündeki dünya tek renk.” Yörede küfürbazlığıyla ün salmış “Yeğen Salman” yazarın köyünde kebapçılık yapıyor. Jandarma komutanı “ilginç küfürbazın” namını duymuş, muhtara haber salmış. Muhtarla köye gelmişler. Komutan, kendine küfrettirmek için Salman’ı çok kışkırtmış ama Salman kendini tutmayı başarıp saygılı ve sabırlı davranmış. “Komutanı mutlu edememekten dolayı Muhtar Kemal emmim de mahcup hâlde kıvranıyor.” Muhtar, “Yeğen Salman, şu komutana küfretse de devlet adamına karşı saygıda kusur etmesek, kaygısındaymış.” Bir başka alıntı yapalım: “Telefonla yemek siparişi veriyor. Acelesi var, yemeği getiren çocuk, istekleri karıştırıyor. Yazar, kızgınlığını sipariş verdiği aşevine kusuyor. Telefona çıkan kadın aşçıyı aşağılamak için: Senin, diyor, “Sesin çirkin, yüzün de çirkindir.” deyince “Sen, beni mi yiyeceksin, ısmarladığın yemeği mi?” şeklinde aldığı yanıttan gocunmuyor. Böylece kendini okurunun önüne atmaktan da çekinmiyor. “Fikri tartışmalara/sürtüşmelere yüksek tonda yatkınım.” diyor.

Günal’ın ikinci kitabı: Bu da Oldu

SOHBET KOYU VE EDEBİ

Sami Günal’ın çok resimli yaşam öyküsünden kesitleri izin verdiği kadar öğreniyoruz. Memur yaşamının sığlığı, kişisel memurluk serüveni, kamu düzeninin kişileri örseleyişi, memurlukta yeteneğin değil, yakınlıkların, kabullenişlerin önemi Montaigne’den alıntılarla güçlendirilerek verilmiş. Yazar, düzenin dışına düşüyor. Diğer dişliler gibi yağlanıp yağlayıp kayıp gidecekken, kırılmayı, bozulup atılmayı seçiyor.  Ülkegerçekliğiyle uyumsuz.

Sami Günal, yaşamın her anını yazmaya yatkın bir kişi. İlgi alanı sınırsız. Üniversite yıllarının öykülendiği bir yazısında:  Orada tanıştığı bir kızla yataklı trendeki hâllerini anlatıyor. “Söyleşi tatlanmış, uyku kovulmuş, kovulmasa da bu ikiliye saygısından yanaşacak durumda değil. Yorgunluksa çok içerlemiş durumda, kıymet-i harbiyesi ayaklar altında. Sohbet daldan dala kopkoyu ve edebi. Bir tutam şiir, bir tutam edebi kahramanlar, bir tutam ideoloji birliği… Fikri sağlamlık ve güven atbaşı.” (Tümcenin yüklendiği anlamdan bir ergenin coşkusunu anlayabiliyoruz.) “Zaten tan yeri altındayız, birazdan şafak, kepenklerini cayırdatacaktır.”

Nihat Ziyalan’a Selam etkinliği katılımcılarıyla

Sami Günal, benliğine aykırı kısır bir hayat tarzı içinde yaşadığını duyuruyor. Bazen utangaç, bazen saldırgan. Aleni, görünür; örtülü, gizli. Yazma kaçağı; yazma onda tutku. Yazılacak konu çok. Her an yazıyor. “Yazdıkça var olduğumu düşünüyorum. Var oluşumu süreğen kılmak için yenisini yazıyorum.” der.

Kitaplarının peş peşe geleceğini düşündürüyor bana. Sinema yazılarını ve Antep öykülerini kitaplaştırmasını bekliyorum.

Sami Günal
BEN KİMİM ve YAZARIN SOYTARILIĞI
Denemeler / Ütopya Yayınları