TELE1’in Başına Gelenleri Nasıl Okumalıyız?

Türkiye’de üzerinde en yoğun, en ağır baskı olan haber merkezi TELE1 televizyonudur. İki, hadi bilemediniz üç refik daha böylesi baskılara maruzdur. Demek ki gerçeğe en çok asılan, gözler önüne en çok seren TELE1’dir ki en ağır cezalara maruz bırakılmaktadır. Hazımsızlığın matematiğinden anlıyoruz ki en etkili habercilik TELE1’dedir

 

 

SAMİ GÜNAL

TELE1 grup bünyesinde (O zamanki ABC gazetesi içinde) 2 yıllık zaman süresince yazarlık yaptım. İnsanız! Hiç kuşkusuz ki duygusal etkileşimler içerisinde olmak doğaldır. TELE1 konusuna duygusal yaklaşımların dışında basın yayın ölçütleri çerçevesinde objektif yaklaşacağım.

Toplumsal kanılar topyekûn medya gücüyle oluşturulmaktadır. Biliyoruz ki çağımızda kitle iletişim araçları, zaman zaman oy topluluklarından (seçmen) daha çok etkili oluyor siyaset üzerinde. Bu etki halk yararına olacaksa ancak özgür basınla/medyayla olacaktır. Zaten varoluş sebebi kamucu olmakla beraber özellikle siyaset alanında medyanın tümden kamusal bir güç ve görev ifası içinde olduğu itirazsız bir kabuldür. Toplumu anca bağımsız ve bağlantısız kamucu basın iyileştirir.

Hâl böyleyken tabii ki halkın sosyo ekonomik ve hukuki yaşamı üzerinde etkili olan, karar alan tüm kurum-kuruluş ve dahi hükümetleri kamu adına denetleyecek ve eleştirecek bir güçtür “bağımsız olan” medya. İşte bu gücü nedeniyle demokrasilerde basın 4. güç olarak adlandırılmıştır. Gelişmiş demokratik rejimlerde basın, kuvvetler ayrılığını oluşturan klasik güçlerin beraberinde 4. güç olarak kabul edilmektedir. Hatta bazen önündeki diğer erklerin otokratik iktidarlarca baskılanması sonucu onların boşluğunu doldurarak toplum yararına mücadeleye girişmektedir. Bunu çok partili yaşamımız süresince oluşan yolsuzluklar ve hukuksuzluklar özelinde anımsayabiliriz.

Bir toplumdaki çeşitli çıkar guruplarının çatışmaları olağan sonuçtur. Emek-sermaye ekseninde ele alacak olursak bunun özü, bildiğimiz sınıf çatışmasıdır. Biri alırım da vermem, der; diğeri, vermem de alırım, der. Bunu her iki sınıf da der. Biri, erkini sermayesinden alırken; diğeri, üretimden gelen gücünden alır. Sonuç itibarıyla artık değeri elinde toplayan daha çok dünyevi sahiplik elde etmiyor mu? Evet! O zaman üretenin gücünün daha dayanıklı, daha müreffeh olabilmesi için donanımlı olması gerekmektedir.

Bu donanımlar; haber toplamayla, bilgiyle, entelektüel birikimlerle olacaktır. Bu da medya, basın yayın dediğimiz “özgür güç” ile olacaktır. Tüm bu güçlerin hukuki çalışma mekanizmalarını düzenleyense siyasettir. Siyaseti en çok hangi güç (sınıf) etkiler ve yönlendirirse o güç o oranda kârlı çıkacaktır.

Demokrasilerde baskı grupları esastır. Medya gücü bu baskı gruplarının oluşturulmasında ve yönlendirilmesinde etkin bir mekanizmadır. Gündem yaratma ve toplumu yönlendirme üzerindeki rolüne baktığımızda sıralamayı altüst edip birinci güç hâline geldiğini de gözlemleyebilmekteyiz. Elbette diğer güçlerin fonksiyonunu ellerinden almaz ama harekete geçirme gücüyle üstünlük sağlar. Formel olmaktan öteye gidemeyen muhalefeti bile geçtiği olabiliyor.

Özgür basın, toplumun sesi olup siyaset yürütücülerinden hesap sorar. Sivil toplum kurumlarını; daha doğru bir adlandırmayla demokratik kitle örgütlerini güçlendirir. Temel görevi tabii ki toplumu haberdar kılıp bilgilendirmektir ama bizde tersi hâsıl oldu. Bu anlamda medya işlevinin ve etiğinin turnusol kâğıtlarından birisi de Gezi eylemleridir. O zamanki ana akım denen ağırlıklı medya gruplarının ilgisiz kalmaları hafızalardadır. Ta ki hükümet açıklama yapana kadar penguenlerin arasında gezindiler. Halkın haber alma hakkını yok saydılar. Anlamamız gereken o ki TELE1 ve eş benzerleri haber alma hakkı için önemlidir.

Türk medyası, patronaj profilinin garip değişimleri sonucu “sırf kâr amaçlı” kuruluşlara dönüştürülmüştür. Yeni rejim içerisinde geliştirilen ahlakla tüm bu saydığımız asli işlevler yerine ters işlev gören iliştirilmiş, güdümlendirilmiş, elindeki gücü kötüye kullanan medya gruplarının ezici hâkimiyeti oluştu. Ülkemizdeki medya gücünün yüzde doksan beşi halk aleyhine ters takla dönmüştür. Haber-yorum alma özgürlüğü olan iki üç yerden biri olarak yaşatılmalıdır TELE1.

Siz bakmayın koca koca yazarların yalan söylediklerine. Şöyle cümle kurdukları görülür: “Hiçbir yazımda bana müdahale edilmedi.” Bu caka kof pehlivanlık cakasıdır. İsmet Paşa’nın ağzıyla “Hadi canım, sen de!” demeli. Öyleyse, reytingi/tirajı olumsuz etkileyebileceği düşünülen ya da popülizm karşıtlığı içeren bir kalem oynatsanıza? Bir kez olsun, yayın (gazete-TV) organınızın o kokusunu aldığınız daimi “muhalefetsizlik” atmosferinin dışına çıksanıza? Tabii ki kendi kendinize otosansür uygulayıp “çizgiden çıkmazsanız” hayatınızda hiç mi hiç müdahale görmemiş olursunuz. “Ana akım” dedikleri basındaki yazarların işlevleri büfedeki biblolar kadardır. Yani süstürler.

Türkiye’deki demokratik ve objektif habercilik odakları baskı altındadır. Düşman cephe olarak algılanmaktadırlar. Bu yaklaşımdan ötürü Türkiye’de üzerinde en yoğun, en ağır baskı olan haber merkezi TELE1 televizyonudur. İki, hadi bilemediniz üç refik daha böylesi baskılara maruzdur. Demek ki gerçeğe en çok asılan, gözler önüne en çok seren TELE1’dir ki en ağır cezalara maruz bırakılmaktadır. Hazımsızlığın matematiğinden anlıyoruz ki en etkili habercilik TELE1’dedir.

Baskıların hüküm sürdüğü rejimlerde ihtiyacı en çok hissedilen olgu gerçek haberciliktir. Haber, hem kıttır hem cesaret işidir. Bulamazsınız. Neden? Habersizlik, baskının ömrünü uzatır da ondan. Bundadır ki baskıyı en çok gerçeğin peşindeki haberciler görür.

Süregelen cezalara bir yenisi daha eklendi. RTÜK’çe bir aşama sonrası lisans iptaline yol açacak olan üç günlük kapatma (karartma) cezası verildi TELE1’e.

Genel tanımla medya olarak adlandırılan tüm yazılı-işitsel ya da görsel basının haklı olarak tiraj veya reyting gibi doğal bir kaygısı vardır. Ticari kaygıyı düşünecek olursak elbette TELE1’in de vardır. Merdan Yanardağ yönetimindeki TELE1, izlediğim kadarıyla hiçbir şekilde daha bir örneği yoktur ki sırf reyting kaygısıyla popülist yaklaşımlar içerisinde yayıncılık yapmış olsun. Türkiye özelinde demokratik rejim kaygısıyla felsefi-ilkeli, tavizsiz çok da açık sözlü objektif yayınlar yapan bir kuruluştur TELE1.

Peki, okuyucu veya izleyicilere bir sözümüz olmayacak mı? Hem demokratik nefes alma kanallarının kapalı olmasından yakınacaksınız hem de kayıtsız kalacaksınız? Böyle okuyucu-izleyici-demokratlık ikiyüzlülüğü çağdaş yaşam hakkının riske atılması demek olur.

Cumhuriyetçiler, -teşbihten hata olmazsa- bu toplumda hâlen “Tekâlif-i Milliye” (dayanışmacılık) ruhunun kaybolmadığını gerek çocuklarının geleceği, gerekse kendi özgürlükleri için göstermelidirler.

 

paylaşmanız için