Süleyman Ege ve ‘Bik’ marka tükenmez kalem…

Cezasını yazarak, çeviriler yaparak yararlı bir zamana dönüştüren gerçek bir aydın vardı karşımda. Demek boş durmayacak, bir mahkûm olarak ranzasına uzanıp gözlerini tavana dikerek günleri saymayacaktı. Üretecek, üretecekti.

Hidayet KARAKUŞ

6 Ocak 2022 tarihli Cumhuriyet’te, Süleyman Ege Yaşamını Yitirdi haberini okuyunca yıllar öncesine gitti belleğim.

Adana’da öğretmendim. Süleyman Ege’yle nasıl tanıştığımızı tam anımsamıyorum. Onun köylüsü dahası yakını Ereğli’nin Gaybi köyünden Cahit Alican’ın aracılığıyla adını duydum. Süleyman Ege de Gaybi’dendi. İkisi de İvriz Köy Enstitüsü çıkışlıydılar Mahmut Makal gibi.

Ege, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nı kurmuş, solun kuramsal, tarihsel kitaplarını çeviriyor, yayımlıyordu. O günlerde TÖS’lü öğretmenler en büyük destekçisiydi Ege’nin.  Yıl 1968-1971 yıllarında yayımladığı her kitabından üçer beşer ödemeli gönderiyor, ben çevremdeki güvendiğim arkadaşlara bana gönderilen indirimli ederiyle satıyordum. Marks ve Bilim, Diyalektik ve Tarihi Materyalizm, Proleterya İhtilali ve Dönek Kautsky, Komünist Manifesto, Pekin Moskova Çatışması… gibi kitapları anımsıyorum.

Benim yaptığım öteki TÖS’lü öğretmenlerin yaptığı gibi solun düşünce dünyasını oluşturan kitapların yayıncısıyla dayanışma içinde olmaktı ancak bizde solcu olmak, sosyalist olmak bağışlanamazdı.

133 bin 607 kitabını yaktılar, 30 yıla mahkûm ettiler

12 Mart’ta Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın yayıncısı, çevirmeni Süleyman Ege mahkemece mahkûm edildi. Cezasını çekmek üzere Adana Cezaevi’ne geldi. Cezaevi o yıllarda Kiremithane semtindeydi. Can Yücel de Adana’ya getirilenler arasındaydı ama o sanırım daha sonra geldi. Onun Adana Cezaevi’nde, kendine getirilen üzümlerden bir şişede şarap yaptığını, yakalandığını öğrenmiştik sonradan.

Süleyman Ege 12 Mart’taki tutukluluğu günlerinde ranzasında.

Süleyman Ege’yle yazışmaktan öte bir tanışıklığım yoktu. Ziyaretine gittim. Puslu camların gerisinden gördüm yüzünü. Dahası göremedim. Şu anda belleğimde hiçbir resim yok. Gazetedeki ak saçlı fotoğrafını görünce o zamanlar ne denli genç olabileceği geldi usuma.

Kısa bir görüşme oldu, tanıştık. Adımı biliyordu elbette. Nasılsın, iyi misin’den başka neler konuştuğumuzu anımsamıyorum. Belleğimde bir isteği kaldı. Ben ayrılacağım zaman “Bana bik marka bir tükenmez kalem getir. Bik olsun mutlaka. O markanın ucunda boya birikmez, kâğıdı kirletmez” dedi.

Cezasını yazarak, çeviriler yaparak yararlı bir zamana dönüştüren gerçek bir aydın vardı karşımda. Demek boş durmayacak, bir mahkûm olarak ranzasına uzanıp gözlerini tavana dikerek günleri saymayacaktı. Üretecek, üretecekti.

Ertesi hafta istediği kalemi götürüp verdim. Yıllardır ne zaman bir tükenmez kalem almaya kalksam “bik” marka tükenmezi ararım. Süleyman Ege’nin anısıdır.

Aydınların en büyük düşmanı baskı dönemlerinin işbirlikçi yöneticileridir. Süleyman Ege’yi 12 Eylül’de de rahat bırakmadılar. 133.607 kitabını yaktılar, kendini de 30 yıla mahkûm ettiler.

12 Mart’ta Muammer Sun’un yaşadıkları

Aynı günlü Cumhuriyet’in kültür sayfasında bu kez Muammer Sun’u anlatan Ersin Antep’in bir yazısını okudum.

12 Mart’taki askeri muhtırayla gelen “Şalcı” Profesör Nihat Erim’in “Balyozu”yla Muammer Sun’un TRT’deki odasından alınıp tutuklandığını bilmiyordum. İçime acı çöktü. Besteleriyle Çağdaş Türk Müziğini varsıllaştıran bu değerli besteci gözaltındayken baskılar, işkenceler görüyor. Bundan yakındığını bir yerlerde okumadım. Soylu bir duruştur bu. Sanatçıya yakışan bir duruş.  Bugün de radyolardan besteleri çalınan bu eşsiz sanatçı, cezaevine ziyarete gelen eşinden nota kâğıdı istiyor. Sanatçı, sanatıyla yalnızlığını deviriyor cezaevinde Süleyman Ege gibi.

Eşinin getirdiği nota kâğıtlarına o günlerde on yaşında olan oğlu İlteriş için çalışmalar hazırlıyor. O çalışmalardan sonra bütün Türkiye’nin yararlanacağı “Solfej” kitabını yazıyor.  Yine cezaevinde “Sevginin Bedeli” balesini besteliyor.

Muammer Sun. Tüm Türkiye’nin yararlanacağı “Solfej” kitabını cezaevinde yazdı “Sevginin Bedeli” balesini besteledi.

Muammer Sun’un cezaevine atılması, orayı sessiz sedasız kendi için bir çalışma odasına çevirmesi bir sanatçının kendi düşünce dünyasıyla, esin dünyasıyla onu içeri tıkanlardan öcünü aldığını düşündürdü bana. Aklıma Bedri Rahmi’nin Nâzım için “Kimseler duymadan hükümler giydi” diyen şiiri geliyor Muammer Sun’un yaşadıkları karşısında.

Türk kültür yaşamına böylesine emek veren bu güzel insanlar, birbirinin yaptıklarını tamamlarcasına çalışmışlar, çalışmışlar, çalışıyorlar.

Onlara borcumuzu ancak…

Bugün de Fazıl Say’ın aydınlık, çalışkan tutumunu içine sindiremeyen sanat algısı, bilim algısı, insanlık algısı sıfır olanlar, onun ağzıyla, burnuyla uğraşıyor, ömürlerinde bir tek yararlı iş yapamamanın zavallılığıyla konuşuyorlar, saldırıyorlar, ülkemizin onurunu kirletiyorlar.

Süleyman Ege’nin ardından Halit Çelenk’in damadı Kaya Güvenç’in dediği gibi bu güzel insanlara, aydınlara “Borcumuzu ancak bir devrimle” ödeyebiliriz.

 

PAYLAŞMAK İÇİN