Sorularla yürüyordu bir çocuk… Nerde o küçük karabalık?

İnsanlar yürümeye çıkmış birer ikişer. Kimisinde maske var kimisinde yok… Ben de de yok. Bana gerekmiyor, dünya dahil her şeye ve herkese mesafeliyim. Kendimle bile aram açık bir hayli. Kaç gündür doğru düzgün bir şey okuduğum veya yazdığım yok. Karacalara, sincaplara, kuşlara da ayıp oldu. Kaz Dağları’nda ağaç kırımının durdurulmasına yönelik dünkü basın açıklamasına gidemedim.

Hayrettin GEÇKİN
hayrettingeckin@gmail.com

Boğaz çılgınca mavi
Gökyüzü derin

Bir çocuk annesine “düşlerin boyu var mı” diye soruyor. “Dünya buradan ne kadar uzakta” diye bir başka soru daha yetiştiriyor ardından. Bir başka soru daha… Kadın adeta sorulardan kartopuna tutuluyor yamyaz ortası.

Saçları kıyı boyunca uzayıp gidiyor çocuğun. Bulutlara karışıyor… Yıldızlara merdivenle çıkılır mı anne” sorusunu zar zor duyduktan sonra sorduğu soruları duyamaz oluyorum.

“Tanışsaydık diyorum keşke. Yetişse miydim peşinden her şeyi göze alarak? Ayıp olur diyorum şimdi ve vazgeçiyorum.

Düşlerime doğru koşmak geçiyor içimden. Gülüşleri çiçek çiçek açan karşı kıyıya el sallamak… Mavilere yaslanıp uyumak sonra da bulutları örtünerek üstüme… Yıldızlara taş atmak da geçiyor içimden el âlem uykudayken. Dünyayla sayı sayma yarışına girişmek. Koşmak sonra, bir şiirin dizelerinden sözcüklerine, harflerine kadar. Ruhunu ele geçirmek şiirin. Anlamın içinde gecelemek, bir başka anlama dönüşmek orda.

Bir başka gün, kıyıdaki bütün çocukları toplayıp  bata çıka yürümek masallarda. Ağaçlara, kuşlara, çiçeklere selam vermek, hal hatır sormak. Toprağın ve suyun kalbini ellemek… Karıncalarla bir sabah kahvaltısı planlamak birlikte. Toprağın ve suyun karılmış kokusunda soluklanıp, kum evler yapmak ve bahçesine sorular ekmek… İyi büyümeler büyütmek çocuklara.

Nerden gelip nere gitmek benimkisi
Nasıl bir yol aramak kendimden yeni kendime

İnsanlar yürümeye çıkmış birer ikişer. Kimisinde maske var kimisinde yok… Ben de de yok. Bana gerekmiyor şu an için. Çünkü dünya dahil her şeye ve herkese mesafeliyim. Kendimle bile aram açık bir hayli. Kaç gündür doğru düzgün bir şey okuduğum veya yazdığım yok. Karacalara, sincaplara, kuşlara da ayıp oldu. Kaz Dağları’nda ağaç kırımının durması-durdurulmasına yönelik dünkü basın açıklamasına gidemedim. Huzursuzluğum, huysuzluğum üstümde.

Televizyon izlemekten kaçıyorum uzun süredir
Yalan makinelerine kendimi kaptırmamaya kararlıyım

Birine günaydın diyorum yolda… Tuhaf tuhaf bakıyor yüzüme ama karşılık vermiyor… Adamın günaydını yok belki de ne yapsın diyerek gülümsüyorum. Soluklanmak için kumsala iniyorum. “Nerde o küçük karabalık” diye bir ses çıkıyor dudaklarımdan. Farkında olmadan bir çakıl taşı alıyorum yerden. Dalgaların üstünden sektiriyorum sonra da. O küçük karabalık ortaya çıkmıyor.

Boğaz çılgınca mavi
Gökyüzü  hala derin

Don Kişot’u üst üste birkaç yıl okuduğum geliyor  aklıma. Küçük Prens’i de kitaplıktan indirip okumalıyım Don Kişot’u okuduğum gibi. Çocuğun soruları yakama yapışmış bırakmıyor çünkü, kafamın içi onun sorularıyla dolu. En azından bir iki sorusuna yanıt  bulmalıyım. Olmadı Küçük Karabalık’tan da yardım isteyebilirim. Eve dönmeliyim o halde. O çocukla karşılaşmaya hazır olmalıyım. Gerekirse ona Ay’a salıncak kurma sözü bile verebilirim. Belki de okuyacağım kitapları okumuştur o da. Çoktan inanmıştır dünyanın tamamlanmadığına. Eğer öyle ise seviyesine çıkmak için bir hayli zorlanacağım da ortada.

Sorularla yürüyordu bir çocuk.
Sırtında güneşten bir gömlek
Başında buluttan şapka.