Soğuk Savaş, Çin – Rusya ve Türkiye

Çin Halk Cumhuriyeti konusunda yazdığımız yazılarımıza bu hafta da, Covid-19 salgını sonrası uluslararası sistemde olası dönüşüm ve değişimlerle; bu değişimlerde yerini bulma ve mevcut sıkıntılarını alt etme gereksinimi içinde olan Türkiye’nin konumunu irdelemeyi tercih ettik

 

ERSİN DEDEKOCA

YENİ BİR SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ

Kısaca, iki Süper güç olan ABD önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği (SSCB)’nin önderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında 1947’den 1991’e kadar sürmüş olan uluslararası “siyasi ve askeri (jeopolitik) gerginlik” olarak tanımlayabileceğiz uluslararası sisteme “Soğuk Savaş (Cold War)” denilmektedir. Bir diğer anlatımla bu savaş ekonomik, siyasi, bilimsel, psikolojik ve teknolojik bir çatışma durumuydu.

İkinci Dünya Savaşı sona erdiği zaman Avrupa, dünyanın önemli güç merkezlerinden biri olma özelliğini de kaybetmişti. Bunun sonucunda ise tüm Dünya iki önemli güç olan ABD ile SSCB arasında Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Önceleri Doğu bloğunda yer alan Çin, Hindistan ve Yugoslavya gibi ülkeler, daha sonraları SSCB ile anlaşmazlıklar yaşayınca bu bloktan ayrılarak, kendilerine “Bağlantısızlar Hareketi” ismini verdiler.

SSCB ve ABD geniş çaplı bir savaşın içine girmedi. Bunun yanında her iki süper güç de, her ihtimale karşı “nükleer silahları” geliştirdi. Bu sebeple her iki tarafın da birbirlerine doğrudan saldırı konusunda çekinceleri doğmuş oldu. Doğrudan “birbirlerine saldırmaktan kaçınan iki süper güç”, bunun yerine askeri kuvvetler, ürettikleri silahlar, uzay yarışları ve psikolojik savaş yöntemi ile “güç gösterisi” yapmayı tercih ediyordu. 1990 yılına kadar NATO ve Varşova Paktı sürekli çatışma halinde oldular, ancak hiç savaşmadılar. Söz konusu dönemin Soğuk Savaş olarak adlandırılmasının nedeni de, her iki tarafın da birbirlerine doğrudan savaş açmaması, bunun yerine birbirlerine karşı, bölgesel olarak destekledikleri vekâlet savaşlarını tercih etmeleridir.

İçinde bulunduğumuz Covid-19 salgın dönemi sonrasında nasıl bir dünya düzenin ortaya çıkacağı, siyaset ve akademik çevrelerin uzun süredir tartıştığı bir konudur. Bir başka ifadeyle yedi on yıldır süren “liberal siyasal sistem” ve üç on yıldır etkinliği azalarak devam eden “Amerikan tek kutupluluğunun” mevcut şekliyle sürmeyeceği hakkında genel bir görüş birliği görülmektedir. Bu görüş ağırlıklı olarak Pekin tarafından desteklenmesine karşın, Batı dünyasında da geniş bir taraftar bulmaktadır.[1]

Son iki yıldır “ikinci Soğuk Savaş” dünya düzeninden bahsedilmektedir. Güney Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Steven Lamy ve Robert D. English, dünya siyasetinin küreselleşme, küresel ısınma, global açlık, eşitsizlikteki artış ve sağ popülizm gibi konularına yönlendirecek yeni bir soğuk savaşa dikkatleri çekmişlerdir.[2] Keza gazeteci Gideon Rachman, Kore anlaşmazlığını, Çin Ordusu’nun Tayvan’a yönelik hareketini, Çin’in “kurt savaşı diplomasisini (Chinese Wolf warrior diplomacy), Uygur Türkleri üzerindeki Çin baskısı ve Rus muhalif lider Alexey Navalny’ın hapse konulması konularındaki Batı’nın suçlamalarını ve Ukrayla ile ilgili olarak Rusya ile Batı arasında yükselen tansiyonu, yeni soğuk savaşın örnekleri olarak göstermiştir.[3]

ABD, Çin’in yükselişini bir şekilde durduramazsa, küresel hegemonyayı Çin’e kaptıracak gibi durmaktadır.  Bu bakımdan, aslında Donald Trump döneminde iki ülke arasında başlamış olan “ticaret savaşlarının”, yukarıda değindiğimiz “yeni soğuk savaşın” en önemli unsurundan biri olacağını söyleyebiliriz

Tüm bu örnekler, yeni bir dünya düzeni yerine, dünyanın yeniden bir soğuk savaşla karşı karşıya kalacağına” işaret etmektedir. Ancak bu soğuk savaşın niteliği öncekinden farklı olacak. Yeni soğuk savaşın bir tarafında ABD ve AB’yi, diğer tarafında ise Çin ve Rusya’yı göreceğimiz anlaşılmaktadır. Bir diğer anlatımla, öncekinde olduğu gibi, uluslararası dengeleri yerinde tutabilecek hâkim güçler bu kez mevcut değil.

Yani, ikinci dünya savaşı sonrasında yaşadığımız soğuk savaşta olduğu gibi, bir tarafta ABD, diğer tarafta SSCB yok. Bunlar arasındaki dehşet dengesini teminatı altına almış olan bir “yumuşama (detant)” da yok.

Kısacası, hiç hazır olmadığımız bir düzene girmenin arifesinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Sıcak çatışmaların, vekâlet savaşlarının ve bölgesel istikrarsızlıkların küresel huzura ciddi tehdit oluşturduğu bir ortam mevcuttur. Yeni dünya düzeni işte bu riskli ortamda ve yeni bir “soğuk savaşa” doğru şekillenmektedir.

Yeni dünya düzeninin şekillenmesi sürecinde, iki başat güç olan ABD, AB, Çin, Rusya’nın yanı sıra, Hindistan, Brezilya, Japonya, Türkiye, Endonezya, İsrail ve hatta Pakistan gibi bölgesel güçlerin paydaşlığını/aktörlüğünü izleyecekmişiz gibi durmaktadır.

ÇİN-RUSYA İLİŞKİLERİNDE SIKILAŞMA

GSMH’ı, Amerikan Doları cinsinden dünya ikincisi, “satınla gücü paritesiyle” birincisi olan Çin, yakın çevresinde yer alan, Hong Kong, Tayvan, Singapur, Malezya ve Endonezya ile birlikte dikkate alındığında da “dünyanın en büyük ekonomik gücü” konumundadır. Bugün Çin, teknolojide de ön sıralarda yer almaktadır. Yapay zekâ, yenilenebilir enerji, uzay teknolojileri, okyanusların ve arktik kaynakların yönetiminde ağırlıklı rol boyutuna sahiptir.

2000’den beri birbirine yakınlaşan Çin ve Rusya, enerjideki ortaklığı yeni projelerle büyütürken,  ilişkilere birkaç yıldır askeri işbirliğini de eklemişlerdir. Çin, Rusya’dan 2014’te 24 adet Su-35 savaş uçağı, 2015’te S-400 satın aldıktan sonra 2017’de “ortak askeri tatbikatlara” da başlamıştır. Bu ikiliye 2019’da İran da eklenmiştir. Üç ülke Hint Okyanusu’ndaki ilk ortak askeri tatbikatı yapıp, ikincisi için de takvim belirlemiştir.[4]

TÜRKİYE’NİN YERİ

Ticaret, yatırım ve teknoloji alanlarında gerçekleşecek yeni nesil soğuk savaşta dünya ülkeleri taraf tutmaya zorlanacağı açıktır. Türkiye’nin de böyle bir zorlamaya maruz kalacağı beklenmelidir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye için de artık karar zamanı gelmiş durumdadır.

Son zamanlardaki gelişmelere baktığınızda, yukarıda da belirttiğimiz gibi Rusya ve İran’ın, hatta Pakistan’ın tavırlarını ortaya koyduklarını izlemekteyiz. Bu ülkelerin, tercihlerini Çin lehine yaptıklarına dair somut gelişmeler mevcuttur.

Türkiye’nin, S400 başta olmak üzere, güvenlikten enerjiye kadar Rusya ile oluşturduğu yeni eksenin giderek güçlenmesi Batı’da ciddi kuşkuya yol açtığı bilinmektedir. Şimdi, özellikle Batı’da en fazla merak edilen konu, bu yeni soğuk savaşta Türkiye’nin kendini nerede konumlandıracağıdır. Keza Türkiye, mevcut vizyonsuz haliyle, hiçbir ülkeye güven vermemektedir.

Böylesine hassas günlerden geçtiğimiz bir dönemde Türk dış politikasının ciddi bir savrulma içinde olduğunu izlemekteyiz. Türkiye, adeta istikametini yitirmiş, basit konuları dahi yönetemeyen bir ülke görüntüsü vermektedir. Yüksek dış borçluluğu, süren finansman ihtiyacı, yabancı kaynak temin edememesi ve yükselen kırılganlıkları nedeniyle güven ve istikrardan hızla uzaklaşan ülkenin, uluslararası ilişkiler bağlamında da çok ülke ile sorunları bulunmaktadır. Yani, yeniden şekillenmekte olan uluslararası düzende Türkiye, maalesef kendini doğru şekilde konumlandıramamış durumdadır.

Oysa Türkiye, en önemli bölgesel güçlerden biri olup, potansiyeli çok yüksektir. Ancak, mevcut gücünü uygun zamanda ve doğru şekilde kullanamazsa, içinde bulunduğumuz bu dönem, Türkiye açısından, kaçırılan fırsatlar dönemi olarak tarihe geçecektir.

Türkiye, pozisyonunu, bir an önce, hiçbir ikileme yer bırakmayacak şekilde belirlemelidir. Türkiye’nin yeri Batı’dır. Reel politik, ülke çıkarları ve Batı istikametinde kat edilen 200 yıllık mesafe bunu gerektirmektedir. Türkiye bu yönde, geleneksel dost ve müttefiklerine güven vermelidir. Kavgacı ve çatışmacı yaklaşımları bırakmalı, “yumuşak güce” öncelik veren dış politikaya dönmelidir. Akılcı, uluslararası sisteme uygun ve güven uyandıran bir dış siyaset anlayışı benimsemelidir.

Diğer yandan bu yaklaşım, bloğun diğer tarafıyla, özellikle ekonomik ve ticari ilişkileri artırmayı hiçbir zaman engellemeyecektir. Bundan dolayı Türkiye’nin her iki tarafla “birlikte dans etmesi” daha yararlı olacaktır. Bilindiği gibi Türkiye’nin “esnek dış politika” konusunda tecrübesi bulunmaktadır. İsmet İnönü’nün II. Dünya Savaşı sırasında sergilediği dış politika, yine S. Demirel’in 1960-1980 döneminde izlediği dış siyasetten alınacak çok ders bulunmaktadır. Eski deneyimleri ve sistemi vesayet diyerek red etmek, M.Kemal Atatürk’ün bu konuda yaptıkları ve söylediklerini görmezden gelmek ve dışişlerimizdeki potansiyel, deneyimi ve liyakât kurallarını uygulamamak yanlışından vazgeçip, bunlara “deneyim ve değer” diye bakılmasıyla doğru yolu bulmak kolay olacaktır.

 

[1]Nadége Rolland, “A New World Order, According to Beijing”, ICDS, Şubat 2021, https://icds.ee/wp-content/uploads/2021/02/ICDS-EFPI-Brief_A-New-World-Order-According-to-Beijing_Nadege-Rolland_February-2021.pdf; Walter Russell Mead, “A Liberalish New World Order”, WSJ, 26.04.2021, https://www.wsj.com/articles/a-liberalish-new-world-order-11619476156

[2] Susan Bell, “Back on Thin Ice?”, USC Dornsife, 17.06.2019, https://dornsife.usc.edu/news/stories/3031/are-we-on-the-brink-of-a-new-cold-war/;

[3] Gideon Rachman, “A second cold war is tracking the first, US-led western alliance is once again squaring up to Russia and China”, FT, 29.03.2021, https://www.ft.com/content/b724fbb0-6c62-4175-85c9-b17ac98dde7d

[4] Ersin Dedekoca, “Global güç olmaya adım adım”, Eskimiyen.com., 5.04.2021, https://eskimiyen.com/global-guc-olmaya-adim-adim/