Şiir ve edebiyatın acil sorunu

Ülkemizde içinde yaşadığımız dönemde, uzun süredir şairlerin genelde topluma, insana uzak durduğunu, şahsi duyguların, deneyimin toplumsal gerçeklikten kopuk olduğunu varsayarak bir tür imge avcılığıyla şiir yazdığı biliniyor.

Metin CENGİZ

Şiir her zaman bizi kuşatan gerçekliğin ötesine taşır bizi, bunu vaat eder, özgür olduğumuzu hissettirir. Kant’ın “amaçsız amaçlılık”ta sözünü ettiği bu türlü bir çıplak varoluştur. (Dahası için bak.: Adorno, Edebiyat Yazıları, “Sanat Şen midir” ve Metin Ceniz, Şiirin Gücü, “Şiirin Yazılma Süreci 1”) Adorno şiiri (sanatı) bu dolayımda tanımlarken şöyle der: “sırf varoluşuyla ege- men kötü büyünün ötesine geçiyor olması, onu bir mutluluk vaadinin müttefiki yapar.” sonra şiir yazmanın barbarlık olduğunu söyleyen Adorno’nun şiirin işlev olarak özgürlük duygusu aşıladığı özelliğine böylesi bir önem verir. Şiirin şen olmasından bunu anlar. Aslında da şiiri ve işlevini modern zamanların kötülük üzerine kurulu devlet ve sistem karşısında bir tür barbarlığa, insanın o sorumsuz özgürlüğe dönüşüne benzetir. Adorno sözünü ettiğimiz yazısında şiirin malzemesini (konusunu, temasını, izleğini) gerçeklikten, “daha doğrusu toplumsal gerçeklikten alır ve bunları dönüştürmek amacındadır.” (s. 152) derken şiirin işlevine içeriği dolayımında dikkat çeker. 

Ülkemizde içinde yaşadığımız dönemde, uzun süredir şairlerin genelde topluma, insana uzak durduğunu, şahsi duyguların, deneyimin toplumsal gerçeklikten kopuk olduğunu varsayarak bir tür imge avcılığıyla şiir yazdığı biliniyor; çok da yazıldı, söylendi. Bu sebeple Adorno’nun bu uyarılarının ne denli önemli olduğu da ortada.

***

Ülkemizde en kolay gibi gözüken edebi tarz kuşkusuz eleştiridir. Okumadan ön yargılarla yazarı üzerinden eseri “üç beş sayfa okudum, elimden attım.” sözleriyle yargılayanlar, dizeleri metnin derin yapısına inmeden açıklayarak eleştiri yaptığını sananlar, halen dergilerde yoğun olarak görülebiliyor. Lise edebiyat öğretmeni bilgisiyle şiir hakkında dilbilgisi kurallarından kalkılarak hüküm verilebiliyor.(Riffaterre dilbilgisinden estetik kurala sıçrama tehlikesini uyaralı çok oluyor halbuki) 

İnsanla, gerçeklikle ilgili bir karşılık üretmediği halde salt parlak olduğu için yazılan üstünkörü yazılar övgüye mazhar olabiliyor. Ya da tam tersi, şablonlaşmış sözlerin yeniden üretimi bir kıstas olabiliyor. Bunların artık eleştiriye dahil olmadığını söyleyenlere ise gizli bir husumet geliştiriliyor elbette. Bunlar eleştiri bilgisinin ne kadar gelişirse gelişsin dar bir çevrede kaldığının, şiir çevresinde etkin olamadığının göstergesi. Oysa şiiri örgütleyen “şiir düşüncesini” şiirin bütününü temel alarak belirtmek üzere bir dizi yazı yazıldı, kitap yayımlandı. Şiir eleştirisinde derin okuma (semiyotik okuma/ anlam bilimi) ve şiirin yapısını çözümleyebilecek bir anlamayı gerektiren eleştiri biçimleri bize de artık yabancı değil. Gerek şiirin içindeki insana özgü içerikleri açımlayan göstergebilim kuramları, gerek şiirin bu içeriklerini gerçekleştiren yapısını sergileyen çözümleme eksenli yapısökümcülük üstüne çeviri ve telif yazılar yazıldı, kitaplar yayımlandı. Bu konularda düşünmek ve yazmak ise gün geçtikçe daha acil bir durum. Şiir, edebiyat ortamı bunu bekliyor.