Sermayenin tanrıları: Lat, Uzza, Menat…

Öyle anlaşılıyor ki Amr b. Luhay en geç Fil Yılı döneminde, yani Muhammed doğmadan bir yıl önce Arap topraklarında egemen olmuş, ilkel komünal kabile yaşamını çözüp bireyciliği egemen kılmıştır. O dönem Bizans toprağı olan Şam’dan heykel getirmiş olması, Roma’nın köle işgücünü kutsayan feodal kültürünü ve hukukunu da Mekke’ye taşıması anlamına gelir.

A- Lat, Uzza, Menat ve Sermaye

Çocukluğumuzda dedelerimiz dizinin dibine oturtup biz torunlarına din eğitimi verirken, Lat, Menat, Uzza adlı tanrıların Cahiliye Devri Araplarının Allah’ı bilmeden önce ortaklaşa taptıkları, kendilerini kollayarak rızık vermesi ve kazadan beladan koruması konusunda yardım istedikleri, önünde secde ettikleri ağaçtan ya da taştan yapılmış putları olduğunu söylerlerdi.

Herkes gibi İslam’ın temel kaynaklarını okuyuncaya dek sevgili dedemizin verdiği bu bilgilerden biz de kuşku duymamıştık.

Oysa gün geldi, güzel sanatlar eğitimi aldık, geçimimizi sanat üreterek sağlar olduk, din ve sanat ilişkisi ilgimizi çekti, bu nedenle Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam kaynaklarına yöneldik. Bilgimiz arttıkça başta evdeki sevgili dedemizin, ergenliğimizde okul kitaplarıyla din hocalarının, yetişkinliğimizde televizyon yıldızı olmuş ilahiyatçıların bize aktardığı tabu kabul edilen bilgilerin tamamına yakınının gerçekle pek de uyuşmadığını farkettik.

Zaman ilerledikçe müşriklerin de Kur’an müminlerinin inandığı Allah’a tıpkı onlar gibi inandıklarını, oruç,[1] namaz,[2] kurban,[3] hac[4] ve benzeri ritüellerinin de mümin ritüelleriyle birebir aynı olduğunu fark ettik. Öyle ki Mekke’nin teslim alınışından belli bir süre sonrasına kadar mümin-müşrik karışık -Peygamber yasaklayıncaya dek- hac etmeye devam ettiklerini öğrendik.[5]

Öte yandan günümüz İslam müminlerinin uyguladıkları namaz,[6] oruç, kurban, hac, zekat gibi ritüellerinin şeklen Muhammed’in ve Kur’an’ın ritüel biçimi ve yöntemiyle uzak yakın ilgisi olmadığı sonucuna da ulaştık.

Öğrendiklerimizin pekçoğu zaman içinde küllendi, tekdüze bir hal aldı.

Ama yine de resim ve heykelle, yani mesleğimizle ilişkisinden midir nedir, Lat, Menat ve Uzza konusu aklımızın bir köşesinde tazeliğini hep korudu. Çünkü onca kafa yormamıza karşın bu konuyu tam çözüme ulaştıramamıştık bir türlü.

İbn İshak, İbn Hişam Vakidi ve İbn Sad başta olmak üzere onlarca kaynağın ardından Ebu’l-Velid el-Ezraki’nin Ahbaru Mekke adlı eşsiz eserini okuduğumuz zaman deyim yerindeyse beynimizde parlak bir ışık yandı, konuya ilişkin zihnimizi meşgul eden onca muğlaklık ve bulanıklık bir hayli netlik kazandı.

Gördük ki aslında Lat, Menat ve Uzza, Antik Yunan panteonunda olduğu gibi birbiriyle didişen bölge sermayesi katmanlarının elit tanrılarıdır.

Geldiğimiz noktada aşağıdaki şu varsayımsal tasnifi yapabilmekteyiz artık:

1- Lat, Taif bölgesi sermayesinin tanrısı:

Lat sözcüğünün etimolojisi hakkında çeşitli fikirler ileri sürülür. Bunlardan tipik olan ikisinin içeriği şöyledir:

Herodotos, Tarih adlı eserinde Arapların Urania’ya ya da Aphrodite’e “Alilat” dediklerini söyler.[7] Bununla da tarihçinin Lat’ı kastettiği sonucuna varılır.

Ragıp el-İsfahani ise el-Müfredat’ında dönem insanlarının Allah sözcüğünün sonundaki “ha” harfinin kaldırılıp yerine “ta” harfini koyarak Allah adından Allat, yani “el-Lat” adını oluşturduklarına işaret eder.[8]

Lat’ın Taif’le ilişkisine ve siyasi misyonuna gelince:

Taif, “Mekke’nin 88 km. doğusunda, Seras silsilesinden Gazvan dağının eteklerindeki dalgalı bir plato içine derin bir şekilde gömülmüş olan Vec vadisinde denizden yaklaşık 1700 m. yükseklikte kurulmuştur.”[9]

Taif, Arap topraklarının en yüksek sermaye sahiplerinin sayfiye kentiydi. Öyle ki yoksul ve emekçiler bu kentte ancak sanatkar ve işçi olarak bulunabilirlerdi.[10] O dönemler her orta ölçekli sermaye sahibi bile gelip bu bölgeden toprak edinemezdi. En verimli hurmalıklar ve üzüm bağları bu bölgede bulunduğundan Arabistan ticaretinin bel kemiğini oluşturan zeytinyağı, şarap üretimi ve ticareti de doğal olarak bu toprakların sahiplerinin elindeydi.[11]

Taif tüccarları şarap, kuruüzüm, zeytinyağı ve bal gibi Arabistan’ın diğer bölgelerinde az bulunur ticaret ürünlerinden elde ettikleri nakit paraları Mekke tüccarları başta olmak üzere bölgede iş yapmaya çalışan hemen her girişimciye faizle vererek bölge ticaretini denetimleri altında tutarlardı.[12]

Anlaşılan o ki Taif günümüzde de bu özelliğini koruyor. [13]

Lat işte bu sermaye sınıfının çıkarlarını koruması için tasarlanmış tanrıydı.

Başta Ezraki, eski Arap tarihçilerinin ve müsteşriklerin eserleri bunların ip uçlarıyla doludur. İşte onlardan tadımlık birkaç örnek:

“İbn-i İshak dedi ki: Lat, Taif’te Sakif’in putu idi.”[14]

“Amr halka şöyle dedi: Taif serin olduğu için sizin rabbiniz yazın Lat’a …gider.”[15]

“Mekke’de ağaç ve akarsular yoktu ve yeşillik olmazdı. Mekke’nin uluları bundan ötürü yaz mevsiminin üç ayını Taif’te geçirirlerdi.”[16]

Tahıldan yapılan yiyecekler Mekke’de zengin besiniydi ve lüks tüketimdi.

“Kureyş zenginlerinden pek çoğunun sayfiye şehri olarak kullandığı Taif’te bağ ve bahçeleri vardı. Ancak bu yakınlık iki şehir arasında dini ve siyasi alanda baş gösteren rekabeti önleyemedi. …Taifliler Kabe’ye karşılık içinde beyaz taştan Lat putunun bulunduğu bir mabed inşa ettiler. Taif, İslam öncesi Arap toplumunda büyük saygı gören Lat putunun kutsal mekanı idi. Sakifliler, Kureyşlilerle olan rekabet ve düşmanlık yüzünden bu beyaz taşı Mekke’deki siyah taşın (Hacerülesved) yerine koyuyor ve Kabe gibi üzerinde örtü bulunan Beytürrabbe adlı bir binada koruyup tapınıyorlardı; bu sebeple Taif de bir tür hac mekanı oldu.”[17]

“Ta’if’teki ticaretle özellikle ilgilenen ve bu merkezle bağlantılı ticari faaliyetleri Mekke’nin finans ortamına taşıyan Kureyş (Mekke/kç) ileri gelenleriydi. Lat tapınağının tanınmasına son verilmesi şu veya bu şekilde bunların [ticari] girişimlerini tehdit etmiş ve Hz. Muhammed’e karşı kızgınlığını harekete geçirmiştir.”[18]

“(Taif/kç), Mekke zengin tacirleri üzerinde büyük bir çekiciliğe sahipti. Haleflerinin bugün hala arzu ettikleri gibi, Mekke’nin uyuşturucu ikliminden sıyrılmak için herkes burada bir mülke, hiç olmazsa bir karış toprağa sahip olmak isterdi. ..Ta’if, develerin iaşesini ve sanayi maddeleri ile yüklenmesini te’min edecek her türlü mahsül ve malzemeye sahipti. ..Serin iklimi, meyvaları, üzümleri -meşhur Ta’if Zabib’i (şarabı/kç)- ve diğer yer mahsulleri ile bu şehir garbi Arabistan’ın sevimsiz arazisinden ziyade Suriye’yi hatırlatır.”[19]

2- Uzza, Mekke bölgesi sermayesinin tanrısı:

Uzza’nın kökeni için de uzmanlar Antik Mısır, Antik Yunan ve Antik Mezopotamya izlerine bakmışlardır. TDV İslam Ansiklopedisi Uzza maddesinin yazarı Şevket Yavuz’un makalesinden özetleyerek verelim:

“Uzza eski Mısır’ın bereket tanrıçası İsis, eski Yunanlıların gök tanrıçası Afrodit, Venüs gezegenini temsil eden eski Mezopotamya’nın bereket tanrıçası İştar / Astarte’nin yanı sıra ay kültüne bağlandığı görünen ve İslam öncesinde Kuzey Arabistan tarafından tapıldığı bilinen tanrı(ça) Ruda ile özleştirilmiştir.”[20]

Kaynaklardaki Uzza bilgilerinden bazıları şöyledir:

İbn-i Hişam:

“Kureyş ve Beni Kinane’nin Nahle’de Uzza diye bir putları vardı.”[21]

Ezraki:

“Amr b. Luhay, Nahle’de bulunan Uzza’yı (mabud) edindi. Hacılar hac görevini ifa edip Kabe’yi tavaf edince, oradan Uzza’ya giderek onu da tavaf etmedikçe ihramdan çıkmazlardı. ..Uzza, Huzaalılara ait bir put olup Kureyş, Beni Kinane ve Mudar kabilelerinin hepsi ona, Huzaalılarla beraber saygıda bulunurlardı.”[22]

Tarım sıfır denecek kadar az olduğu[23] için sebzeden, baklagilden, özellikle de tahıldan yapılan yiyecekler Mekke’de zengin besiniydi ve lüks tüketimdi.[24] Mekke elitleri elbette bu besinleri bulmakta zorluk çekmiyordu. Sıkıntı çekenler yoksullar ve sermayenin çoğunluğunu oluşturan orta derece gelirli tüccarlardı[25]

Öte yandan Taif egemenlerinin bazılarının -ticari zorunluluktan dolayı- Mekke’de de toprağı, evi, daha doğrusu irtibat büroları vardı.[26] Buna karşılık az sayıdaki Mekke yüksek sermaye sahiplerinin de Taif’te çiftliği ve yazlığı bulunuyordu.[27] Çoğunluğu oluşturan orta sınıf sermaye sahiplerinin ise tamamına yakınının Taif’te toprağı ve evi yoktu. Orta ölçekli bu Mekke tüccarlarının en büyük hayali, servetlerini büyütüp Taif’ten arsa alarak köşk yaptırıp (ki bunu Taif’in fethi sonrası kısmen gerçekleştirmişlerdir)[28] Arap yüksek sosyetesine dahil olabilmekti.[29]

Mekke toprağında tarım yapılamadığını Ezraki ayrıca şöyle bildirir:

“İbrahim (as) Şam’dan Mekke’ye oğlu İsmail’i görmek için geldi. Onu evde bulamayıp sonuncu hanımını evde buldu. ..İbrahim (as) gelini Seyyide’ye: ‘Ne yiyip içiyorsunuz?’ diye sordu. Onun kim olduğundan haberdar olmayan gelini: ‘Et ve su,’ cevabını verdi. Hz. İbrahim: ‘Hububat ve diğer yiyecek maddeleri yok mu?’ diye tekrar sordu. Seyyide Hanım: ‘Hayır,’ cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. İbrahim: ‘Allah, et ve suda sizin için bereket versin.’ şeklinde dua etti.”[30]

Bu, Taif ile Mekke sermayesi arasındaki gerginliği arttırıyordu.

Kısacası ve görüldüğü gibi Uzza, orta ölçekli sermaye sınıfının çıkarlarının koruması için tasarlanmış bir Mekke tanrısıdır.

Sermaye katmanları, her yerde olduğu gibi Mekke ve çevresinde de zaman zaman sıcak çatışmaya girerlerdi. Çatışmaya girenler yalnızca insanlar değildi. Bölge tanrıları da bu çatışmalarda taraf olur, aktif rol alırlardı.

Konuyla ilgili şu iki haber ilginçtir:

Corci Zeydan:

“Uhud Savaşı’nda Kureyş’in (Mekkelilerin/kç) özel alameti, yani parolası ‘yalil uzza yali ubel!’ idi.”[31]

İbn Sa’d:

Müşrik komutan Ebu Süfyan, Uhud Savaşı’na giderken, gelecekten haber verdiğine inandığı Hubel putunu da yanında götürmüştür. Esas, güvendiği tanrı ise büyük Uzza’dır. Ebu Süfyan savaş alanında Müslümanlarla şöyle atışır:

“(Ebu Süfyan/kç) ‘Yüce Hubel! Yüce Hubel! diye bağırmaya başladı. Resulullah (sas) ashabına, ‘Ona cevap vermeyecek misiniz?’ diye sordu. Ashab, ‘Ey Allah’ın resulu! Ona ne diyerek cevap verelim?’ dediler. ‘Onlara “Allah daha büyük ve daha yücedir.’ diye cevap verin.” dedi.’ Bunun üzerine Ebu Süfyan ‘Bizim Uzza’mız var, sizin Uzza’nız yok!’ diye bağırdı. Resulullah (sas) ashabına, ‘Ona cevap vermeyecek misiniz?’ dedi. Ashab, ‘Ey Allah’ın Resulü! Ona ne cevap verelim?’ dediler. Resulullah (sas), ‘Onlara, “Allah mevlamızdır! Sizin mevlanız yok!” deyin’ dedi.”[32]

Görüldüğü gibi Uhud Savaşı sırasında Antik Yunan Panteonu tanrılarının sınıf savaşına benzer bir tanrılar savaşı söz konusudur ve özellikle insana Homeros’un İlyada adlı eserindeki Hektor ile Akhilleus arasında geçen çarpışma sırasında tanrıların oynadıkları rolleri anımsatırlar.

Aktaralım, ilgili pasajın minik bir bölümü şöyleydi:

“Uzun gölgeli kargısını salladı attı (Akhilleus). Ünlü Hektor da, karşıdan gördü kargıyı, çömeldi. Tunç kargı tepesinden uçtu, saplandı toprağa. Pallas Athene (tanrı/kç) yakaladı kargıyı ossaat, Hektor’dan gizli Akhilleus’a geri verdi.”[33]

Antik Yunan’ın Athena, Apollon ve benzeri birbirine rakip tanrıları nasıl ki temsil ettikleri sınıfın üyelerinin çıkarlarını savaş alanında dahi canla başla korumuşlarsa, Mekke tanrıları Uzza ve Allah da temsil ettikleri sınıf üyelerinin çıkarlarını aynı ortamlarda ve aynı amaçlarla korumuşlardır:

Egemen sermaye sınıfının tanrısı Uzza’ya karşı emekçi sınıfın tanrısı Allah!

3- Menat, Medine bölgesi sermayesinin tanrısı:

Bu tanrının etimolojisi hakkında TDV İslam Ansiklopedisi yazarı Tevfik Fehd Menat makalesinde bize şu kısa bilgileri sunmaktadır:

“Menat, Sami panteonunun en eski ilahlarından biridir. Onun adına, Babilonya verimlilik ilahesi İştar’ın isimlerinden biri olan Menutum şekliyle Sargon öncesi dönemde de rastlanmaktadır. ..Milattan önce V ve IV. yüzyıllara ait Lihyani metinlerinde Allah ve ilahe inancına tesadüf edildiği gibi Semudi ve Nebati belgelerinde de Menat adı geçmektedir.”[34]

Medine sermayesi ise orta ölçekli tarım sermayesiydi.

Bu bölgenin zenginleri için “toprak ağası” tanımı uygun düşebilir. Bu sermaye sahipleri Taif ve Mekke sermaye sahipleri tarafından tipik “köylü” özellikleri taşıdıkları gerekçesiyle hor görülürlerdi. Pazar payı en dar olan tüccarlar da doğal olarak Medine kökenli “toprak ağası” tüccarlardı.

Menat da işte bu sınıfının çıkarlarının korunması için tasarlanmış bir sermaye tanrısıydı.

Bizi bu varsayıma götüren belgelerin bazıları da şunlardır:

Putlar Kitabı’nda İbn al Kalbi’nin aktardıkları:

“Menat, (Dipnot 94: Menat, siyah, şekilsiz taştı. s 95) Mekke ile Medine arasında, el-Muşallah yöresinde, Kudayd denilen yerde, sahilde dikiliydi.”[35]

“Evs ve Hazrec kabileleri ile Yesrib ve diğer yerler Araplarından olanların dinine uyanlar haccederler, vakfelerde herkesle birlikte dururlar, fakat başlarını tıraş etmezlerdi. Tavafı bitirdikten sonra Menat’a gelirler, başlarını bu putun yanında tıraş ederler ve orada dururlardı. Bu son hareket olmaksızın haclarını tamam saymazlardı.”[36]

Ahbaru Mekke’sinde Ezraki’nin aktardıkları:

“Amr b. Luhay Menat’ı Kudeyd’i izleyen sahil üzerine dikti. Menat, Ezd kabilesiyle Gassan kabilesinin putuydu. Bu kabileler onu ziyeret edip saygı gösterirlerdi. Bu kabilelere mensup hacılar, Beytullah’ı tavaf edip Arafat’tan dağıldıkları ve Mina’daki görevlerini bitirdikleri zaman Menat’a giderek onun yanında tıraş olurlar ve onun için telbiye getirirlerdi. Bu kabileler Ensardan (Medineli/kç) olup Menat’a telbiye getirirlerdi.”[37]

“Menat: ‘Evs, Hazreç, Ezd, Gassan ve Yesriblilerle Şamlılardan onların dinini benimseyenlerin putu olup Kudeyd bölgesinde deniz kıyısındaki “Müşellel”e bakan tarafta bulunmaktaydı.”[38]

Medine toprağında tarım yapıldığının ayrıntıları ise şöyle:

“Her kim kıtlık zamanında verimli topraklara sahip olan dağlık arazide kalmak istiyorsa hurmalık yer olan Yesrib’e (Medine’ye) gitsin. Evs ve Hazrec kabileleri oturuyorlardı.”[39]

Peygamber Mekke’nin fethinden sonra Kabe’de Hübel’i kırdırdıktan sonra İbrahim’in freskine bakarak “onu oklarla fal çeken biri yaptılar. İbrahim nerde, fal oku çekmek nerde” dedi.

B- Hubel ve Sermaye

Arap topraklarında Lat, Uzza ve Menat gibi büyük tanrılar yanında İsaf, Naile, Ved, Süva, Yegus, Yeuk, Nesr, Hubel gibi sahiplerinin çıkarına çalışan daha küçük çaplı tanrılar da vardı. Bu ikincil öneme sahip tanrıların öne çıkanı, ilgi göreni ve populer olanı Hubel’dir. Görevi, kutsal fal oklarının atılmasına olanak sağlayarak kendisini uzaklardan Mekke’ye getirip Kabe’ye yerleştirmiş olan Amr b. Luhay’a ve elit tüccar ailesine para kazandırmaktı.

Hubel’in etimolojik kökeni hakkındaki en ayrıntılı bilgiyi Şemseddin Günaltay vermektedir ve konuya yaklaşımı şöyledir:

“Ba’l eski Sami kavimlerinin Tevrat’ta adı geçen ortak tanrısıdır. Buna en eski Babilliler, Fenikelilerle İbraniler de Ba’l diyorlardı. Arapların Hübel’inin de İbranilerin “Ha Ba’l” ifadesinin bozulmuş bir şekli olduğu şüphesizdir. Demek ki Hübel, Yemen’den göç ederek Mekke’ye gidip orayı vatan olarak benimseyen Huzaalıların yanlarında getirmiş oldukları eski Bal adındaki tanrılarıdır.”[40]

Bu putun Kabe’ye konmasının birkaç farklı öyküsü vardır; aktaralım.

Ezraki’ye göre şöyledir:

“Amr b. Luhay, Mekke ve Kabe’nin yönetimini elde edince, Cezire topraklarından Hıyt denilen yerden Hübel adlı bir put getirerek onu, Kabe’nin içindeki kuyunun (Zemzem/kç) üzerine diktikten sonra bütün insanlara, bu puta tapmalarını emretti. Hübel Beytullah’ta bulunan putların en büyüğüydü.”[41]

İbn al-Kalbi’ye göre şöyedir:

“Al-Haris, Kabe’nin yöneticisiydi. Amr b. Luhayy büyüyünce yönetim işinde onunla anlaşmazlığa düştü, İsmailoğulları ile birleşip Cürhüm ile savaştı. Onları yendi, Kabe’den uzaklaştırdı, Mekke’nin dışına sürerek Kutlu Ev’in bekçiliğini üzerine aldı. Sonra ağır bir hastalığa tutuldu, kendisine denildi ki: Suriye’de Balka denilen yerde sıcak bir pınar vardır, oraya gidersen iyileşirsin. Oraya gitti, yıkandı ve iyileşti. Onların halkının putlara taptığını gördü. -Bunlar nedir? diye sordu; dediler ki: -Biz bunların aracılığı ile yağmur ve düşmana karşı yardım isteriz. Bunun üzerine, bunlardan kendisine de vermelerini istedi, verdiler. Onları Mekke’ye getirdi ve Kabe’nin çevresine dikti.”[42]

İbn-i Hişam’a göre şöyedir:

“Amr b. Luhayy bazı işleri görmek için Mekke’den Şam’a gitti. Belka topraklarından Meab’a geldiği zaman …onları putlara ibadet ederken gördü, dedi ki: İbadet ettiğiniz ve gördüğüm bu putlar nedir? Onlar dediler ki: Bunlar ibadet ettiğimiz birtakım putlardır ki onlardan yağmur isteriz, bize yağmur yağdırırlar; onlardan yardım isteriz, bize yardım ederler. Bunun üzerine onlara dedi ki: Onlardan bir putu bana verir misiniz ki onu Arap memleketine götüreyim de ona ibadet etsinler. Onlar da Hubel denilen bir putu ona verdiler. Onu Mekke’ye getirdi dikti ve millete ona ibadet ve hürmet etmelerini emretti.”[43]

Görünüşü ve işlevlerini Ezraki bize şöyle aktarıyor:

“Amr b. Luhay, …İbrahim’in (as) getirdiği Hanif dininin esaslarını ilk bozan ve değiştiren kimsedir. Mekke’de onun emirlerine Araplar tarafından itaat olunur, ona asla isyan edilmezdi.”[44]

“Hübel putu akik taşından insan şeklinde yontulmuş bir put olup sağ eli kırıktı. Bunu gören Kureyşliler ona altından bir el yaptı. …Hübel’in kaşları da vardı.”[45]

“Amr b. Luhay, Arap Yarımadası’ndan Hübel isimli bir put getirip onu Kabe’nin içine koyan ve o putun yanına yedi fal okunu ilk defa koyan adamdır. Her bir okun üzerinde yazı bulunurdu. Fal çekilişinde hangi yazı çıkarsa ona göre hareket edilirdi. Bir kimse bir iş yapacağı veya sefere çıkmak istediği zaman oklardan birinde: “Rabbim bana emretti,” diğerinde: “Rabbim beni yasakladı,” ibareleri yazılı bulunan iki oku çıkarır, sonra bunlarla beraber üzerinde “Akıl” yazan bir üçüncü oku da alıp hepsini atarak fal çekerdi. Yasaklayan yazı çıkarsa oturur, yani yola çıkmaz veya o işi yapmaz; emreden yazının yazılı olduğu ok çıkarsa, yeniden ya emreden ya da yasaklayan ibarelerinin yazılı olduğu oklardan biri çıkıncaya kadar (her seferinde ücretini ödeyerek/kç) tekrar okları vururdu.

“Geride kalan diğer okların birinde “Akıl”, birinde “Evet”, birinde “Hayır”, birinde “Sizden değildir”, birinde “Mulsık”, bir diğerinde “Sular”, öbüründe de “Sizdendir” ibareleri yazılıdır.

“Bir çocuğu sünnet ettirmek, bir kız çocuğunu nikahlamak veya bir ölüyü defnetmek istedikleri zaman, Hübel putuna 100 dirhem parayla kurbanlık bir deve getirirler, sonra fal çekmekle görevli olan Gadıra b. Habeşiye b. Selul b. Ka’b b. Amr el-Huzai’ye: ‘Bu 100 dirhem parayla bir kurbanlık hediyedir. Bizim şu dileklerimiz vardır, falan oğlu falan için bize fal çek,’ derlerdi.”[46]

Amr b. Luhay ve mirasçıları anlaşılan o ki Mekke düşene dek bu işten para kazanmış, servetlerine servet katmışlar. Bölgede ve Kabe içinde Hübel dışında halkı adeta haraca bağlama sembolu olan 360 tane daha heykel varmış.[47]

(Bir ara not: Öyle anlaşılıyor ki bu Amr b. Luhay, uluslarası ticaretin çözdüğü ve dejenere ettiği komün esaslı kabile yaşamının bitme noktasına gelindiğini gören ve yerine özel mülkiyetçi toplumsal yaşamı -Lat, Uzza, Menat, Hübel ve daha pek çok sermaye putunu gerekli bölgelere dikmek, içine koyarak Kabe’yi Antik Yunan ve Antik Roma panteonuna çevirmek suretiyle- Medine, Mekke ve Taif sermaye sahipleri lehine yeniden organize eden kişidir ve bu varsayım, başlı başına bir yazı konusudur.)

Kabe teslim olunca Hz Muhammed’in ilk işi halkı bu para tuzaklarından kurtarmak için hepsini tek tek kaidelerinden söktürerek, sökülemeyenleri de kırdırarak Kabe dışına çıkarttırmak olmuştur ve rivayetleri şöyledir:

“Hz. Peygamber bizzat Hübel adlı putun kırılmasını emretti. Hz. Peygamber (sa) bizzat Hübel’in üzerine çıkarak hep beraber onu kırıp parçaladılar.”[48]

Kabe öyle para tuzağına dönüştürülmüştü ki, her taraf heykellerle, özellikle de duvarlar Hübel’in kerametini destekleyen fresklerle doldurulmuştu. Bunların en etkilisi, Hanif dinin temsilcisi olan İbrahim’in freskiydi:

“(Peygamber Hübel’i kırdırdıktan sonra/kç) İbrahim’in (as) resmine bakarak şöyle buyurdu: ‘Allah onları öldürsün, onu oklarla fal çeken biri yaptılar. İbrahim nerede, fal oku çekmek nerede!'”[49]

C- Allah, Emekçi Sınıfının Tanrısı

Peki emekçilerin tanrısı yok muydu bu bölgede?

Olmaz olur mu:

Arap sermayesinin Lat, Uzza, Menat, Hübel gibi büyük, Mekke ve Kabe’nin sayıları 360’ı geçen küçük tanrılarından binyıllar önce bölgeye egemen olmuş, Yahudileri, Hıristiyanları, Sabiilleri, kısacası İbrahim’in tektanrılı “Hanif Dini”ni temsil eden, servet biriktirmeyi yasaklayan,[50] paylaşımcılığı ilke edinmiş,[51] komün yaşam öneren bir de tek tanrı Rab Allah vardı.

Emekçi sınıfının tanrısı da işte bu Rab Allah’tı.

“Hanif Din” ve “Allah, Emekçi Sınıfının Tanrısı” varsayımı kapsamı ve sınıfsal önemi nedeniyle ayrı bir yazı konusu. Onun için burada ayrıntısına girmiyor, şimdilik adını anmakla yetiniyoruz.

*

Sonuç olarak

Öyle anlaşılıyor ki Amr b. Luhay en geç Fil Yılı döneminde, yani Muhammed doğmadan bir yıl önce Arap topraklarında egemen olmuş, ilkel komünal kabile yaşamını çözüp bireyciliği egemen kılmıştır. O dönem Bizans toprağı olan Şam’dan heykel getirmiş olması, Roma’nın köle işgücünü kutsayan feodal kültürünü ve hukukunu da Mekke’ye taşıması anlamına gelir.

Amr b. Luhay buna zorunluydu.

Feodal ilişkiler, feodal inanç sistemi gerektirmektedir.

Yaygın ticari ilişkiler Mekkeli ileri gelen bir avuç güçlü azınlığı kısa sürede milyoner yapmış, yoksulu daha bir yoksullaştırmıştı.

Bir milyoner, ekmek bulmakta zorluk çeken bir alt kesim insanıyla yan yana olmak istemiyordu. Elit-yoksul ayrımını, yoksulun tanrısını yoksul gibi tanımaya devam ederek gerçekleştiremezdi. Onlara Antik Yunan, Antik Roma benzeri “tanrılar panteonu” gerekmekteydi. Kültürünü, hukukunu bir hayli almışlar, kendi yapılarına uyumlu hale getirmişlerdi, bu nedenle tanrılar panteonunu kurmak için altyapıları çoktan hazır durumdaydı. İlk cesur adımı Amr b. Luhay attı; çıktı, Lat, Uzza, Menat isimli baş tanrıları ve onlara bağlı yaklaşık 360 adet alt tanrıyı tasarladı.

Köylüler, küçük esnaf, ücretliler, köleler, kısaca üretici tüm kesim eski tanrıya, Allah’a bağlı kalabilirlerdi. Onları paradan uzak tutmak için belki böylesi daha iyiydi.

Sermaye evlilikleri yaparak kendi içlerinde mutlu yaşayabilirlerdi artık.


[1] Müslim: “Aişe şöyle dedi: ‘Cahiliyye devrinde Kureyş Aşura günü oruç tutardı. Resulullah da aşura orucunu tutardı. Medine’ye hicret edince yine bu orucunu tuttu ve bu orucun tutulması emrini verdi. Ramazan ayı farz kılınınca: İsteyen Aşura orucunu tutar, isteyen terk eder, buyurdu.” Sahih-i Müslim, c 3, Kitabu’s Sıyam, s 337,  İrfan Yayımcılık, 2003

[2] Müslim: “Ebu Zerr: -Ey kardeşimin oğlu! Ben (Müşriklik döneminde/kç) Peygamber’in gönderilmesinden iki sene önce namaz kıldım, dedi.” Sahih-i Müslim, c 7, s 394,  İrfan Yayımcılık, 2003

Cevad Ali: “Siyer alimleri …Hz. Peygamber (sas)’in gündüzün başında Kabe’ye giderek ‘kuşluk namazı’ kıldığını zikretmektedirler. Bu ise (müşrik/kç) Kureyş’in yadırgamadığı bir ibadet idi.” Cahiliyeden İslam’a İbadet Tarihi, s 23, Ankara Okulu, 2015

[3] Ebu Davud: ” Sahabe-i kiramdan bir adam, Resulullah (sas)’e; ‘Biz cahiliye döneminde Fera (diye anılan bir kurban daha) keserdik. (Bu hususta) bize ne buyurursunuz?’ dedi. (Hz. Peygamber de): Her saimede senin sürünün beslediği bir yavru vardır. Bu yavru yük taşıyacak bir hale gelince kesersin ve etini sadaka olarak dağıtırsın’ Buyurdu. .. İslam’ın ilk yıllarında bu adet yürürlükte idi, daha sonra iptal edildi.” Sünen-i Ebu Davud, Kurban, bölüm 19-20, hadis no: 2830, http://www.enfal.de/ebudavud/

[4] Buhari: “Ben, el-Bera ibn Azib’den işittim, şöyle diyordu: Bu ayet (Bakara 189) bis Ensariler hakkında indi. Cahiliyet zamanında Ensar hacc yapıp da evlerine geldiklerinde, evlerinin kapılarından girmezlerdi de, evlerinin arka cihetinden girerlerdi.” Umre, 18

[5] Ezraki: “

[6] Cevad Ali: “Namazın [başlangıçta sadece] iki [vakit] ve İsra (yani Miraç/kç) hadisesine kadar bunun ikisinin de ikişer rekat olduğuna, İsra olayından sonra veya İsra olayı esnasında Hz. Peygamber (sas)’e beş vakit namazın indirildiğine ve bu beş vakit namazın tamamının ikişer rekat olduğuna dair belirttiklerim, alimlerin ekseriyetinin görüşünü ifade etmektedir.” Cahiliyeden İslam’a İbadet Tarihi, s 44-45, Ankara Okulu, 2015

[7] Herodotos: “(Araplar/kç) Dionysos’a Orotalt, Urania’ya Alilat derler.” Tarih, Çev M. Ökmen, s 214, İş Bankası, 2018

[8] Ragıp el-İsfahani: “Ellat isminin aslı Lah’tır. Bu kelimenin son harfi olan ha’yı alıp yerine ta harfini koymuşlar, müennes saymalarının nedeni ise, Yüce Allah karşısında kusuruna dikkat çekmektir. Kendi inançlarına göre onu, Yüce Allah’a yaklaştıran vasıtalar arasına koymuşlardır.” Müfredat, Late maddesi, s 972, çev A. Güneş – M. Yolcu, Çıra Yayınları, 2012

[9] Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 39, s 443, Diyanet Vakfı, 2010

[10] H. Lammens: “Taif’in sanayi hususiyetini derilerin debbağlanması teşkil ederdi. Bu deriler o kadar boldu ki, bilhassa belirtildiğine göre, debbağhanelerin cıvarındaki hava tahammul edilemez bir halde idi.” “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 11, s 672, MEB, 1979

[11] Mustafa Sabri Küçükaşçı: “Taif, Beni Sakif’in hakimiyetinden itibaren Arabistan’da hem dini hem ticari bir merkez olan Mekke’den sonra en önemli şehir haline geldi. Bostan ve bahçeleriyle ünlü Taif başta Mekke olmak üzere cıvardaki şehirlerin meyve sebze ihtiyacını karşılıyordu. Tarım ve hayvancılık yanında çeşitli el sanatları ve ticarette ilerlemişti. Kuru üzüm, şarap, zeytinyağı ve bal üretiminde meşhurdu ve deri işlemeciliğinde bütün Arabistan’da tanınıyordu.”, “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 39, s 443-447, Diyanet Vakfı, 2010

[12] Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 39, s 443-447, Diyanet Vakfı, 2010

[13] Fatma Aksu: “Taif, lüks otelleri ve kiralık evleriyle Makkelilerin, özellikle hac zamanı şehrin trafiği ve kalabalığından kaçıp, birkaç haftalığına soluklandıkları bir şehir.” “Mekke’nin Yaylası Hacılara Yasak, Gayrimüslimlere Serbest”, Hürriyet Gazetesi, Seyahat eki, tarih 12.11.2012

[14] İbn-i Hişam, Siret-i İbn-i Hişam, c 1, çev Hasan Ege, s 126, Kahraman Yayınları, 2001

[15] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s130, Ankara Okulu, 2017

[16] Taberi, Harih-i Taberi, c 3, çev Faruk Gürtunca, s 106, Sağlam Yayınevi,

[17] Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 39, s 443-447, Diyanet Vakfı, 2010

[18] Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev Süleyman Kalkan, s 140, Kuramer, 2016

[19] H. Lammens, “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 11, s 672, MEB, 1979

[20] Şevket Yavuz, “Uzza”, İslam Ansiklopedisi, c 42, s 268, Diyanet Vakfı, 2012

[21] İbn-i Hişam, Siret-i İbn-i Hişam, c 1, çev Hasan Ege, s 124, Kahraman Yayınları, 2001

[22] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s131, Ankara Okulu, 2017

[23] Mongomery Watt: “Mekke’de hiçbir tarım mümkün değildi.” Hz. Muhammed Mekke’de, çev R. Ayas-A. Yüksel, s 9, AÜ İlahiyat Fakültesi 1986

[24] Mongomery Watt: “Göçebenin temel besin maddesi, vahalardan elde ettiği hurmaların yanında, süttür. Arada sırada da et yerler. Hububat zengin ve önemli kişiler için saklanan bir lüks maddesidir.” Hz. Muhammed Mekke’de, çev Süleyman Kalkan, s 26, Kuramer, 2016

[25] Mongomery Watt:”Hz. Muhammed döneminde Mekke’nin ileri gelenleri, her şeyden önce borç (faiz/kç) yönteminde becerikli, yatırımlarında kurnaz ve Aden’den Gazze’ye veya Şam’a kadar, karlı tüm yatırım imkanlarıyla ilgilenen finansörlerdi.” Hz. Muhammed Mekke’de, çev Süleyman Kalkan, s 27, Kuramer, 2016

[26] Mustafa Sabri Küçükaşçı: “Bazı Taifliler ticari maksatla Mekke’de otururdu.”, “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 39, s 443-447, Diyanet Vakfı, 2010

[27] H. Lammens, “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 11, s 673-674, MEB, 1979

[28] el-Belazuri: “Esasen Kureyşlilerin  pekçoğunun Taif’te toprakları vardı; onlar Mekke’den buraya gelip topraklarına bakardı.” Fütuhu’l-Büldan, çev Mustafa Fayda, s 80, Kültür Bakanlığı, 2002

     Maxime Rodinson: “Zengin Kureyşlilerin mülk sahibi olduğu, bereketli topraklarla dolu taif…” Muhammed, çev Attila Tokatlı, s 169, Doruk Yayımcılık, 2013

[29] H. Lammens: “Mekke’nin uyuşturucu ikliminden sıyrılmak için herkes burada (Taif’te/kç) bir mülke, hiç olmazsa bir karış toprağa sahip olmak isterdi.” “Taif”, İslam Ansiklopedisi, c 11, s 672, MEB, 1979

[30] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s 83, Ankara Okulu, 2017

[31] Corci Zeydan, İslam Uygarlıkları Tarihi, c 1, s 260, çev Nejdet Gök, İletişim Yayınları, 2012

[32] İbn Sa’d, Tabakat, Resulullah’ın Gazve ve Siyerleri, c 2, s 47, Siyer Yayınları, 2015

[33] Homeros, İlyada, çev A. Erhat – A. Kadir, s 522, Sander Yayınları, 1975

[34] Tevfik Fehd, “Menat”, İslam Ansiklopedisi, c 29, s 121, Diyanet Vakfı, 2004

[35] İbn al-Kalbi, Putlar Kitabı, s 44, çev Beyza Düşüngen Bilgin, Pınar yayınları, 2003

[36] İbn al-Kalbi, Putlar Kitabı, s 45, çev Beyza Düşüngen Bilgin, Pınar yayınları, 2003

[37] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s129, Ankara Okulu, 2017

[38] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s130, Ankara Okulu, 2017

[39] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s 90, Ankara Okulu, 2017

[40] Şemseddin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, s 71, Ankara Okulu, 2013

[41] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s122, Ankara Okulu, 2017

[42] İbn al-Kalbi, Putlar Kitabı, çev Beyza Düşüngen, s 27-28, AÜ İlahiyat Fakültesi, 1968

[43] İbn-i Hişam, Siret-i İbn-i Hişam, c 1, çev H. Ege, s 117, Kahraman Yayınları, 2001

[44] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s104, Ankara Okulu, 2017

[45] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz,  s123, Ankara Okulu, 2017

[46] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz, s197-198, Ankara Okulu, 2017

[47] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz, s125, Ankara Okulu, 2017

[48] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz, s127, Ankara Okulu, 2017

[49] Ezraki, Ahbaru Mekke / Mekke Tarihi, çev Y. V. Yavuz, s170, Ankara Okulu, 2017

[50] İncil: “Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. ..Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz.” S 16, Matta, 6. Bölüm, ayet 19-24, Yeni Yaşam Yayınları, 1995

[51] Kur’an: “Hayır, bilakis asıl siz öksüze izzet-i ikramda bulunmuyorsunuz. Birbirinizi, yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz. Her şeye açgözlülükle saldırıyorsunuz. Mala mülke gözünüz doymuyor; yığdıkça da seviniyorsunuz.” Yaşayan Kur’an, R. İhsan Eliaçık, S 705, Fecr Suresi, ayet 17-20, İnşa, 2011