Serhan Bolluk güldürüsü

Ulusal Kanal’ın ‘Örtülü ödenek’ten para alıp almadığına ilişkin yazısına yanıt olarak ‘Emin Çölaşan Ağlatısı’ demiş VP’nin en mühim kişilerinden Serhan Bolluk bey. Demiş ve bildirmiştir ki: Himalayalar’da otoyol bulamazsınız!

 

 

 

HALDUN ÇUBUKÇU

Kendileri, Vatan Partisi dışında kimsenin pek tanımadığı ama partisinde olağandışı bir itikat aşkının simgesi, Doğu Perinçek’in en güvendiği kişi ya da mesela ilk beşten biri olan, başkanının sorgusuz sualsiz “emrü iradesindeki” değer, Serhan Bolluk’tur.
Ve Serhan Bolluk Emin Çölaşan’a öyle bir yanıt vermiştir ki, bir daha güneş o yazıdan önceki güneş olamayacaktır. Okuyanın kendisine gelmesi için zaman isteyen bir yazıdır karşımızdaki. Parçalayan, lime lime eden, insanda takat, hâl bırakmayan…

Yazının içeriğindeki vurgu, gerçek aşkı, doğrunun sözcüsü olma adanmışlığı, yansıtılan müthiş birikim… hepsi ama hepsi sanki tek bir metafor için kaleme alınmıştır:
“Himalayalar’da otoyol bulamazsınız”

Okur okumaz hemencecik vecize dönüşen metaforun zihnimde yarattığı alt üst edici etkiyi, fakat bunu bir ölümlü nasıl söylemiş olabilir, isyanıyla dövünüp dövünüp soruyordum: Ben de yazarım diye geçiniyorum! Hayıflanmayla sineme taş basarak ve ama yiğidin hakkını vererek her okuyuşumda daha da büyülenerek tekrarladım, derin mânâ deryalarının dalgalarında çaresiz bir dalga gibi kıyıya vurup dağıldım:
“Himalayalar’da otoyol bulamazsınız”

İnsan kısmı bu şahanelikte bir sözü nasıl yaratabilir?
Yıllar önce benzer bir tarumar oluş durumunu Fransa’dan dönen bir arkadaşımın alıntısı üzerine yaşamıştım. Fransa’da Müsyü Piyer diye bir filozof varmış. Metaforların; vecizelerin tanrısı sayarmış Fransızlar:

“Ölmeden az önce yaşıyordum ve hayattaydım” vecizi ona aittir. Ve bunu da aşmış müthişler müthişi vecizesi:
“Bütün ölüler bir zamanlar yaşamıştı.” da onunmuş!
Çarpılmıştım. “İşte bu!” demiştim, “İşte bu, bizim kurumuş fikir hayatımızın boşluğunu, insanlığın bütün serüvenini, yaşamın diyalektiğini ortaya koyan birikimin balı… Sonra tanrılara isyan etmiştim: “Neden tanrılarım bizde böyle bir fikir adamı, derin bilge çıkmıyor Mevlâna’dan beri… Siz neden Batı’ya ve Atlantikçiler’e böyle cömert davranıyorsunuz da bize gelince…” Bundan dolayı da çarpılmıştım ve şimdi düzeliyoruz…
Müsyü Piyer’in, tanrıların ve tanrıçaların ayetleri artık hiçbir şeydir. Bizim milli, yerli, ulusal tefekkürümüz hem de Kızıl Elma dolaylarından ilhamla diğer her şeyi fersah fersah aşacak felsefi söylemin, ilhamın son noktasını en aşkın haliyle tırmanıp son sözünü söylemiştir:
“Himalayalar’da otoyol bulamazsınız”

Bize düşen, artık metafor ve yahut vecizeler dünyasının doruğunu oluşturan bu heybetli, görkemli imajı çerçeveletip duvara asmak ve o vecizeler vecizesini okuyup okuyup çaresizlikten üstümüzü başımızı yırtmaktır.

İşte… daha ilk anda bu denli sersemletici bir girişle Serhan Bolluk bey Emin Çölaşan’a aralarındaki kalite farkını öyle bir göstermektedir ki, kimse Çölaşan’ın yerinde olmak istemeyecektir.
Oysa, Emin Çölaşan neyi sorgulamaya yeltenmiştir? Bilmiyor mudur ki Himalayalar’da otoyol bulamayacaktır?

Şimdilerde birkaç yüz okurunun çoğunun da birden fazla aldığı gazeteyle tirajı 1300’ü zar zor aşan Aydınlık gazetesinin kardeş kuruluşu Ulusal Kanal; bir zamanlar; Gezi günlerinde mesela, bütün başat haber tvleriyle yarışacak derecede izlenirken şimdi kimsenin izlemediği Ulusal Kanal ve bomboş tabela örgütü halini almış olan VP bu parayı nasıl toplamıştır, Çölaşan için merak konusudur.
Bu merak ediş haliyle VP yöneticilerini, en başta da Serhan Bolluk’u fena halde öfkelendirmiştir. Aslında sayın Bolluk’ta öfkeden bahsedemeyiz. O acıma hisleriyle lebalep dolu, Çölaşanlara yazıklanmakta, üzülmekte, onları göstererek milli kuvvetlerin dersler çıkarmasına yardımcı olarak doğruyu ve gerçeği, Öncü Kadın Genel Başkanı, ülküdaşı Meltem Ayvalı ağzından, nefesi pek milli bir din adamının dudaklarından çıkan taze bir meltem kıvamında üfürmektedir:
“Ulusal Kanal için; gündelik işe giren öğrenciyi, evini bağışlayan Cumhuriyet öğretmenini, maaşını veren emekliyi anlayamazsınız. Dava nedir bilmezsiniz, millete güvenmezsiniz.”
İşte böylece, millete güvenmeyen, dava nedir bilmeyen Çölaşan’ın neden Hiamalayaları da bilmeyerek otoyola güvendiği de ortaya çıkarılmış oluyor. Üstat işi bir tarzla. Büyük üstat işi.

GÖZYAŞI İADE DEPARTMANI

Güven tek taraflı olursa pek güven sayılmayıp itikat kısmına ait olacağını kuşkusuz Serhan beyler de bilmektedir. Onlar millete güvenirler ve milletin fedakarları da onlara güvenip gündeliklerini, maaşlarını, arsalarını, ürünlerini, evlerini, mülklerini bağışlar. Kuruluşlarından beri canlarını, kanlarını bağışlamış olanların yanı sıra elbette sayılamayacak derecede çok maddi bağış yapıldığının tanığıyım 1968’den beri… İneklerini veren köylüler, çocuklarının tek altınını veren babalar, bebesinin süt parasını veren taze anneler… (Değil mi, Nevzat Üçyıldız, Sayağzı’ndaki o taze gelin, bebesinin süt parasını vermişti çıkarıp yoksulluğunun koynundan)
Gel gör ki, 1968’den beri en az 5 temel dönemde 5 siyaset değişikliği yapıldığı için kimlerin canlarını, mallarını niye neden verdiği artık saçma bir komediye dönüşmüş olsa da…
Anlamlı olan tek şey kalmıştır; Doğu’lar, Serhan’lar, Meltem’ler ister… birileri de saf saf verir!

Ama dönem değişir, siyaset değişir, uğurlarında göz yaşı dökenler, varını verenler, yoku var edip verenler şaşkınlıkla, “biz sizin için her şeyimizi vermiştik, barikatları yıkmıştık, coplar, gözyaşları bombaları yemiştik, gözyaşları dökmüştük… Şimdi bunları nasıl söylersiniz?” mi demiştir!
Serhan beylerin iade departmanı hazırdır:
“Alın gözyaşlarınızı iade ediyoruz… Buradan iade ediyoruz gözyaşlarınızı”
Gözyaşları oradan iade olunacaktır; ama evler, arsalar, maaşlar, altınlar asla!
Bunca yıl emek vermiş, can vermiş, para vermiş, yoktan var edip varını vermiş insanlar VP’nin geldiği durum karşısında umarsız, çekip gittiklerinde, verdikleri, kattıkları hiçbir şey onlarla gönderilmez.
Çünkü Vatan Savaşı öncülerinin bankamatiklerinin ödenmesi lazımdır.
Gözyaşları iade edilir ama evler, paralar, ömürler, canlar, altın takılar, alyanslar… asla!
Manevi bedelleri iade edebiliriz, maddi olanları ise asla!
Çünkü: “Himalayalarda otoyol bulunmaz!”

NURANLAR, ETHEMLER, AHMETLER, İREMLER

Aslında Emin Çölaşan’ın sorusuna yanıt da açıklıkla verilmiştir. Sadece Ayvalı ve Bolluk ile değil, Erkan Önsel ve Adnan Türkkan adlı VP yöneticileri Çölaşan’a yolladıkları açıklamalarında, 5 buçuk milyon lira nakit 15 buçuk milyon lira taşınmaz bağışından oluşan 21 milyon liralık kaynaklarını ortaya koymuşlardır: “İşçiler, öğrenciler, çiftçiler, zanaatkârlar ve vatansever sanayicilerimiz”…
İşçilerin, öğrencilerin, çiftçilerin deryada damlalarını geçersek belirleyenin “vatansever sanayicilerimiz” olduğu gerçeğini Emin Çölaşan’ın ve diğer merak içinde olanların görmelerini umabiliriz.
O kadar ki, VP yöneticileri bazılarını adlarıyla birlikte söylüyor: “Nuran’lar, Ethem’ler, Ahmet’ler, İrem’ler”…
Vatansever sanayicilerimiss… misss… missss
Başka hangi vatansever sanayicilerimisss vardır, para yağdıran?
“Murat’larımız” yok mudurlar mesela?

Bu vatansever sanayicilerimisssin ortak özellikleri “vatansaray”a yakınlıkları, pek yakınlıkları ve aynı gemide olmalarında bulunabilir. Gemi, saraya ve bu sanayicilerimissse göre bir gemidir; süper lüks bir yat. Gemi büyüklüğünde. Bazıları da bu geminin sintine tanklarına açıklarda boşaltılmak üzere yaptıkları şaklabanlıklar karşılığında bir yüce gönüllülük gösterisi olarak alınmışlardır.
Ne de olsa gemi “nesneldir” yol gibi.
Yol nereye geldi?
Şuraya: Bütün meraklıların, Çölaşan bey gibilerin bilmesi gereken yere: Ulusal Kanal asla “örtülü ödenek”ten nemalandırılmamıştır, o açık açık ödeneklerden, vatansever sanayicilerimisssden paralandırılmaktadır.
Ethemler, Muratlar, Cengizler, Recepler…
Ödenek örtülü değil apaçıktır.
Yeterince açık değil mi?

UFUK YOKSUNLUĞU

Kısacık, makale boyutundaki derinleştikçe uçsuz bucaklaşan filozofisinde  tarih ve ufuk bilici üzerine dersler vererek, neden kendisine o denli hayran olduğunu anlamamıza olanak sunarak ve bizi de kendisine hayran eyleme ihsanına nail eyleyerek bilinç sıçramaları gerçekleştirten Serhan Bolluk “Tarih bilinci ve vicdan eksikliği, üstüne biraz da kibir eklerseniz, ufuk yoksunluğu anlamına gelir. O uzun süre boyunca ara dere idare edilebilir. Atatürkçü görünmek bile mümkündür.” saptamasının kudretiyle de geldiğimiz aşamada bütün insafsızlığıyla artık bizi biz olmaktan da çıkarıyor.
Bu saptama da tıpkı o şahane inanılmazlıktaki metaforu, vecizesi gibi partili ülküdaşlarına yol gösterecektir; göstermelidir de elbette. Kimse bu değer perspektifinden yoksun kalmamalıdır. Hatta partililerin dışındaki değer bilir insanların bu anlam yüklü satırlardan kendilerine kılavuz ve Serhan Bolluk’tan da manevi yaşam koçu oluşturmaları en hissi ve kalbi vatanseverlik duygularının gereği olarak beklenir.

Çünkü o, kuşkusuz tarih bilinciyle yoğrulmuş, kibirden zerre nasiplenmemiş* uzak ufuklara, göz erimlerine erişebilen, gerçekleri en katı haliyle gören insandır. Gören! O da tıpkı başkanı, Dr. Perinçek gibi gerçeğin ve doğrunun bedenleşmiş halidir.

Serhan Bolluk’un bir tv röportajını anımsıyorum. Programcı soruyordu:

“Yüzde 10 barajını aşabilecek misiniz?”
Yani işte, ufuk ve tarih bilinci olmayan insanlar karşılarında kim olduğunu düşünmeksizin böyle sorular yöneltebilirlerdi. Ama Serhan Bolluk’un o eşsiz ufukları görme yeteneği, tarih bilinci ve ustasından edindiği doğruyu söylemek misyonuyla yanıt gümbür gümbür gelmişti:
Aşmak ne kelime… Partimiz gümbür gümbür gelmektedir. İktidar… olamazsa bile ana muhalefet olacaktır. Bunu göreceksiniz.”
Tabii bu muhteşem öngörüyü seçimlerden hemen önce yapmış olmasından dolayı malum olanı bilmekle itham edilebilir. Hayır. Böyle isabetli, böyle tam 12’den vuran tespitler yapabilmek için gereksindiğiniz şey, gözden kaçırmamanız gereken “tarih bilincidir” Yetmez; engin ufuklara bakabilme yeteneği ister. Yetmez; başkanının gerçekçiliğinden ona ne düşüyorsa sahiplenmek gerekir. Ancak o zaman bu kadar şahane tespitler, öngörüler yapılabilir. Çünkü bunlar Serhan Bolluk’un geniş ufukluluğunun, tarih bilincinin, gerçekçiliğinin cisimlenmiş ve kendinde zuhur etmiş halidir:

Mesela Mardin’de Dekorya aşiretinin partisine katkısı üzerine söyledikleri gibi:
Dekorya aşireti lideri Abdülkadir Yıldız partimizin önemli değerlerinden biri. Onun yarattığı bir muhtarlar hareketi var. 72 muhtarı harekete geçirdik. Mardin’de çok güçlü bir il örgütü kurduk…”

Sonuç doğruyu ve gerçeği yamultabilir. Çok önemli değildir.
Vatan Partisi 294 oy alır. Halkın Kurtuluş Partisi diye bir partiye ise ne aşiret lideri katılmıştır, ne muhtarlar hareketi vardır, ne de Abdülkadir Yıldız gibi önemli değerleri…  Üstelik Serhan Bolluk gibi başlı başına bir değerleri de yoktur… Onlar ise 292 oy alır. İki partide on binde 8’de kalmıştır. Fakat Vatan Partisi’nin oyu aşiret oylarına, muhtarlar hareketine dayandığı için daha kıymetli bir değerdedir.
Bu olgudan dolayı Serhan Bolluk’un suçlanamayacağı, itam edilemeyeceği açıktır. Durum, Fetöcülerle Pkkcıların ele ele Atlantikçilerle birlikte YCHP’nin de içinde bulunduğu bir operasyon olarak değerlendirilmelidir. Halk yüzde 80 oranında gitmiş HDP’ye oy vermiştir.
Ama işte burası, tam burası ufuk sahibi olmanın gerektirdiği özgüven eşiğidir. Bu tür, ihmal edilebilir küçük sapmaları değerlendirmeye almamak gerekir.
Olayların bütününe bakılmalıdır: O zaman şu muhteşem öngörüleri, ufuk sahibi oluşun ve tarih bilincinin katkısının hangi sınanışlardan geçtiğini ve “Himalayalarda otoyol bulamazsınız” gibi bi vecizeyi başkalarının değil de neden bu zekanın yaratmış olduğunu idrak edebiliriz:

 

Tarih bilinci, ufuklu olmak, gerçekleri tahlil etmek Serhan Bolluk’un başarı hanesine altın harflerle yazılan mecburiyetlerindendir

 

PERİNÇEK’İN DOĞRUYU SAVUNMA AŞKI İLE SERHAN BOLLUK UYUMU

Emin Çölaşan bilmelidir ki, Serhan Bolluk ne söylemişse öyledir; başkanı Perinçek, Atatürk gibi halka güvenenlerin soyundandır ve “Doğu Perinçek tek başına kalsa, doğruyu savunur.”
Çölaşan buradaki inceliği anlayabilecek midir?
Serhan bey şunu demiyor; “Doğu Perinçek tek başına kalsa, doğru bildiğini savunur.”
Doğru bilinenin doğru olmama gibi bir olasılığı vardır ama Doğu Perinçek, dolayısıyla da Serhan Bolluklar ise sadece doğruyu; yanlışlanma olasılığından arınmış doğruyu, tamamen gerçeği savunurlar. Daha doğrusu onlar neyi ifade etmişlerse doğru odur; ağızlarından çıkan ve “buradan ilan ediyoruz” dedikleri her ilan doğrunun bizatihi kendisidir. Bu örnekte olduğu gibi:

Serhan Bolluk ve Perinçek halktan yetki isterken… Erdoğan bunun üzerine “vatana ihanetten” vazgeçip Vatan Savaşı vermeye karar vermiştir. Doğru olan da budur ve doğru olarak Perinçek ve Bolluk da Vatan Savaşı’nın önderi peşinden gitmektedir. Sevindirici olan şudur, yetki alıp Erdoğan’ı “vatana ihanet”ten mahkum etmek doğrusunu işlememiş olmaları…

Perinçek’in sadece doğruyu ifade imanının öznesi olduğuna inanç ise Serhan Bolluk’un onun gözdesi olması nedenidir ve müminliğin transandantal halidir.
Onların bu imanları karşısında olaylar onların ilan ettikleri gerçeklere ne kadar aykırı, ne kadar uyumsuz ve düşündüklerinin zıddı olsa da nesnelliklerinden dolayı, doğruluk değerleri içermeye başlarlar ve açıklama bittikten sonra artık pür bir doğruluk değerini kendiliğinden kazanmış olurlar.  Yepyeni epistemolojik bir olgudur bu.

Serhan Bolluk da bilir ki, doğruyu savunmak Perinçek’in tek işidir ve onun bu dünyadaki anlamı doğruyu savunmaktan ibarettir. Nerede bir doğru varsa Perinçek onu söyler. Gelişme halinde bir doğru ortaya çıkmışsa Perinçek yine onu söyler. Sadece Türkiye’de değil dünyanın neresinde bir doğru varsa Perinçek onu söyler. Hatta doğru doğru olmadan, daha oluşmamışken hatta henüz ortada bile yokken onu ortaya çıkarır ve söyler. Tek başına kalsa bile bunu yapar, ama tek başına kalmaz, Serhan Bolluk başkanını asla ve kat’a doğru söyleme faaliyetinde yalnız bırakmaz. İki kişi bile kalsalar doğruyu söylerler. Doğrusu budur. Bir zaman Hasan Yalçın da tam bunu söylemişti ama biraz hatalı ifade etmişti, burada sözkonusu olan “gerçek” değil, doğrudur. Çünkü Perinçek ve Bolluk doğruyu ifade ederler ve ama doğru gerçek olmayabilir; daha doğrusu gerçekler doğru olmayabilir. İşte bu nokta onların muhteşem katkısını oluşturur.
Yoksa mesela, Sayın Perinçek Serhan beye “ne demek tek başına kalsa” sen nereye gidiyorsun? Döneklere ve Atlantikçilere mi katılıyorsun?” diye sorabilir…
Düşünmesi bile korkunç. Himalayalarda otoyol olması bile bu kadar korkunç bir şey olamaz.

Perinçek’e Serhan Bolluk kadar yakışan kim vardır, bilemem. Bildiğim doğruyu söylemeye mecbur adamlar oluşlarıdır. Daha doğrusu, doğruları Başkan Perinçek söyler ve Serhan Bolluk’un görevi de zaten tam orada biçimlenir; onların doğruluğuna iman eder ve onaylar, bütün süreçler böylece milli bir şekilde vatan savaşı için anlamlı başarılar oluşturmak üzere tahlil edilmek üzere sıraya girerler.
Mesela 2007’de doğrular şöyle bir tablo oluşturmuş ve Perinçek ile Bolluk bu tahlilleri dile getirmişler her yerde:
2007 Seçimleri sonrasında, oluşan ve oluşacak sonuçlara göre;

➨1) ABD, Türkiye’de CHP–MHP hükümeti kuracak.  
➨2) Ve CHP-MHP hükümeti AKP’den beter olacak.
➨3) ama… Cumhuriyet mitinglerinde, Tandoğan’da, Çağlayan’da, Gündoğdu’da ayağa kalkan milyonlar İşçi Partisi’nde birleşmiştir. Artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
➨4) Nitekim İşçi Partisi’nin kemik oyları %10’a yaklaşmıştır. MGK tarafından yaptırılan ankette İP’nin oyu % 12’dir. 
Ve… tabii ki, İŞÇİ PARTİSİ… BARAJLARI YIKIP… BİR KAÇ YIL İÇİNDE MİLLİ HÜKÜMETİ KURACAKTIR.**

Bütün bu tahliller, gerçeğe bu denli vakıf olmak elbette aklı baştan alıcı derecede hayranlık vericidir.
Bir de çok daha büyük doğrular vardır, Sayın Perinçek tarafından ifade, sayın Bolluk tarafından da iman edilen; onlar bu yazının kapsamında olmasa da şöyle birkaç tanesine değinip geçmek doğruların anımsanabilmesi için elzemdir:
– Kürt halkı kendi kaderini kayıtsız şartsız tayin etmelidir.
– Anadolu Halk Cumhuriyeti kurulmalıdır.
– Türk ordusu Kıbrıs’ta işgalcidir.
– Kürde sıkacak iki kurşununuz varsa birini de bize sıkın.
– Sovyet sosyal emperyalizmi baş düşman, Nato bir savunma örgütü, ABD ara güçtür.
– 4. Ordu Ege’de değil Sovyet saldırısına karşı konumlanmalıdır.
– Kenan Evren ile fikirlerimiz iktidardadır.
– İkiz Kuleleri Asya’nın güçleri, Rusya ve Çin vurmuştur.
– Denktaş vatan savunmasının lideridir. Türkiye’nin savunması Kıbrıs’tan başlar.
– Kürtlere verilecek başka bir hak kalmamıştır. Kürtçe eğitim dili olamaz.
– ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında insanlığın baş düşmanıdır…
– Erdoğan ve AKP iktidarından hesap soracağız. Yüce Divan’da hesap verecekleri suçları işlemişlerdir.
– Yobazlığa geçit yok! Devrim kanunları uygulansın.
– Bazı tarikatlar yararlıdır.
-Erdoğan’a verilmiş oy bana verilmiş sayılır…. ilh.
Doğru mu?
Doğru!

HALKIN VE VATANSEVER SANAYİCİLERİN VERDİĞİ PARADAN

Serhan Bolluk’a en yakışmayan şey dostu Soner Yalçın’ın ona “Maocu dostum” demesidir. Serhan Bolluk’ların artık Mao, Lenin, Stalin… ile alışverişleri kalmamıştır. Adlarını bile yalandan da olsa ağızlarına almazlar. Özel olarak da Serhan Bolluk’un başından beri bu ilişki içinde olmadığını düşünmek için bol sayıda neden vardır. Soner Yalçın aslında bu ifadeyi kullanarak Vatan Savaşı gemisinin kaptanı Recep Tayyip Erdoğan ile Serhanlar’ın arasını açma girişiminde mi bulunmuştur bu da ayrıca değerlendirmeye alınmalıdır.
Serhan Bolluk için, başında başkanı Perinçek’in olduğu parti kutsal, yanılmaz ve ne söylüyorsa doğru olan örgüttür. Mao ise tahripkardır,“düşmanı uzakta aramayın, o partidedir, partinin en tepesindedir. Karargahı bombalayın” gibi doğru olmayan, en azından Türkiye koşullarında doğru olmayan lafları edebilmiştir. Her ülkenin koşulları farklıdır. Bu doğruyu en çok Serhan bey ve başkanı bilir ve ifade ederler. Çin’de karagahı bombalanacak partilerin olması doğrudur, Sovyetler Birliği Komünist Partisi bile dönmüştür, revizyonistleşmiştir, bu da doğrudur; çünkü onlarda bu süreçleri görecek, engelleyecek ve doğruları ifade edecek Perinçekler ve Bolluklar olmamıştır, dolayısıyla onlarda olan yanlış şeylerin bunlarda olması mümkün değildir. İkisi, iki başlarına bulundukları her yeri, dokundukları ve ifade ettikleri her şeyi yanlıştan arındırılar.

Sonuç olarak Emin Çölaşan bilmelidir ki, Ulusal Kanal kampanyası için vatansever işverenler; Ethemler, belki Murat’lar, belki Cengizler; belkisiz Ethemler, Cengizler, Muratlar, Recepler devreye girmiştir.
Üstelik her müesseseleri batıp çöktüğü halde; aidatlar ödenmediği, matbaalar boşta, zarar üstüne zarar ettiği, yayınevinin, gazetenin, tv’nin borçları ödenemeyecek durumdayken… Daha daha… hareketin bütün işletmeleri, kültür merkezleri, turizm birimleri, ticaret organizasyonları hepsi ama hepsi çökmüş, müthiş zarardayken, Atlantikçilerin ve YCHPKKİPFETÖ’cülerin körükle gittiği yiyicilik ithamları ayyuka çıkmışken… Buna rağmen; ödenek açıktır ve Bidencilerin öbek öbek terk ettiği parti Ankara’nın göbeğinde genel merkez satın alabilmiştir, kağıtları depolayabilmiş, Digitürk’e filan girebilmiştir…

BU PARALAR BU KADAR KOLAY TOPLANIYOR MADEM

Madem bu tür vatansever sanayicilerimisss bir çırpıda yüzbinlerce dolarlık fedakarlıklarda bulunuyor…
O paralardan bir kısmından geçmiş dönemde gazete için, televizyon için, parti için en köleci koşullarda çalıştığı halde parasını, maaşını, alamayan sigortası yatırılmayan işçilere de ödeme yapmayı düşünemez misiniz?
Kültür Sanat servisinden Zeycan hâlâ kaç yıl önceden kalan 600 lirasını alamadı, İbrahim’in, Hakan’ın bölük pörçük alacakları faizleriyle düşünürsen çığ oldu gitti. Kaç on kişinin sigortası ödenmediği için davalar açıldı…

Emek sömürüsünden, emekçinin haklarının gasıp edilmesinden daha alçakça, daha rezilce, daha namussuzca kaç soygun tipi vardır?
Çünkü biliyoruz ve Serhan beyden öğreniyoruz ki, “Himalayalarda otoyol yoktur”
Hatta yol yoktur.
Hatta yol olmadığı için yolsuzluk vardır.

***
Bu vesileyle, aklımdan hiç çıkmayan, bana bizzat yaşayanın anlattığı bir sahne vardır, aktarayım: Gazete, kanal polis tarafından basılmış ve kuşatmaya alınmış; her taraf hallaç pamuğu gibi atılıyor, her bir yazı, defter, kayıt mercek altında didikleniyor… Ve biri, tam o hengâmenin içinde muhasebe müdürüne bankamatik kartını uzatuyor ve vurguluyor:
“Bugün son günü”.

Müdürün canı burnundan çıkmış “Şimdi sırası mı?” diyor, etrafı göstererek.
Ama o saygın, önemli, önemli olmakla da kalmayıp çok mühim olan kişi, ağzını burnunu eğip “Bilmem ben, bu, bugün ödenecek” diyor.
Bunu Serhan beye söylüyorum ki tarihsel bilgi birikimi, engin ufukları görme yeteneği, kibirden arınmışlığıyla o halk düşmanı rezili ortaya çıkarsın; işçiler, memurlar, öğrenciler, vatansever sanayiciler o birikimi yaratırken devrimci ahlak, devrimci disiplin yoksunu edepsizin tekinin, hem de o koşullar altındayken önceliği banka kartı karşılansın diye mi çırpınmışlardı acaba dii mi ama Serhan bey?
Onu mutlaka bul ve öğret Serhan bey; “Himalayalar’da otoyol bulunmaz” ve atm de yoktur!

Bu fotoğraf sanırım en az 5 yıllık. Helikopterlerle ve Atatürkle süslenilip “nötrleştirilmek” istenmiş. 5 yıl öncesinde bir an oldu bittiye gelinmiş gibi. Serhan Bolluk bey kadrajdan kaçmaya meyil etmiş, yüzü gölgelenmiş ve öfkeli bir gülümseyişle o pozdan utanmışlığını geçiştirmeye çalışıyor. Hemen solundaki Ali bey ise ne olduğunu, nasıl davranması gerektiğini bile anlayamamış; kala kalmış. Şimdilerde çok rahatlıkla, hiçbir huzursuzluk duymadan bu kompozisyon içinde rollerine yapışabilirler.

* Kibir Serhan Bolluk’un yanına uğramamıştır. Onunla çalışan, özellikle emekçi statüsündeki gazeteciler, televizyoncular Serhan Bolluk’un  gönlübolluğuna meftun kalırlar. Her sabah günaydınını kimseden esirgemez, her arkadaşının derdi onun derdidir, yüzünde zeki ve dost gülümsemesi, gözünde yoldaşlık ışıltısıyla gezdiği koridorlarda insanlar onunla göz göze gelmek, selamlaşmak , hatır sormak için birbirini tepelerler. O kibrin zerresinin kendinde hayat bulmadığı sıcakkanlı, alçak gönüllü, engin yürekli bir halk adamı olarak gazete ve tv emekçilerinin yüreklerinde sımsıcak bir yer tutar ve tutar.

** Bu veriler sevgili avukatımız, Emcet Olcaytu’nun sayfalarından alınmıştır. Devrimci anısı önünde saygıyla, şükranla eğiliyorum.

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN