Sen aramızdan ayrıldığından bu yana tamı tamına otuz altı yıl geçmiş.

Yüz on dokuz yazarın şimdi aramızda olmayan Türk ve Dünya edebiyatının önemli şairlerine yazdıkları mektuplardan Seçkin Zengin’in oluşturduğu “Şairime Mektuplar” adlı kitap yakında raflardaki yerini alacak.Bir vefa kitabı olarak da nitelendirilebilecek “Şairime Mektuplar”da Cafer Yıldırım da 4 Eylül 1994’te hayatına son veren yakın dostu şair Soysal Ekinci’ye yazdığı bir mektupla yer aldı. Mektup, Soysal Ekinci adına açılan facebook sayfasında da yayımlandı. 78 Kuşağı’na mensup Soysal Ekinci, 90’lı şairler arasında şiirleriyle seçkin bir yere sahip şairlerden.

cfryildirim@hotmail.com

Sevgili Soysal,

17 Mayıs 2020/ Çanakkale

Sen aramızdan ayrıldığından bu yana tamı tamına otuz altı yıl geçmiş. Sen kırk yaşında kaldın. Bizse yaş almaya devam ediyoruz.

Mecit (Ünal)  senden sonra Kuzey Ege’nin bir köyüne yerleşti. Orada eşiyle imrenilesi bir hayat kurdular. Hüseyin (Şimşek) Viyana’da ikamet ediyor. Mustafa Köz, birkaç dönem Türkiye Yazarlar Sendikası başkanlığı yaptı. Sefa Fersal yeniden Türkçe öğretmenliğine başladı. Haydar Oğur’u senden sonra bir daha görmedim. Halil İbrahim’le sürekli görüşüyoruz. PEN’in ikinci başkanı oldu, birinci başkanımız Zeynep Oral.

Senin en yakındaki arkadaşlarından verebileceğim haberler bunlar.

2017 yılında ben de Kuzey Ege taraflarında bir köyde taş bir ev yaptırdım. Soysal sıkı dur! Ev yaptırdığım köy Mecit’in İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yerleştiği köye bakıyor, biliyor musun? Demem o ki Mecit’le karşı karşıyayız. Tesadüfün böylesi… Ve artık Mecit’le her buluşmamızda nihayetinde senden söz ediyoruz.

Sözünü ettiğim köyden, Arıklı’dan yazıyorum sana. Ben ve Birsen bir ayı aşkındır buradayız. Üç yaşında resim defterine birlikte soyut ağaç resimleri çizdiğiniz Ulaş ise İstanbul’da kaldı. Nedenini hiçbir zaman tahmin edemezsin.

Soysal, bir virüs çıktı ortaya. Bu sadece Türkiye ile ilgili değil, Türkiye’ye ait bir virüs de değil. Virüs ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde 8 Ocak’ta tespit edilmiş. Fakat Çin hükümeti olayı 31 Aralık’ta dünyaya duyurdu. Virüsün adı: Korona. Yol açtığı hastalığın adı ise Covid-19.

Sevgili Soysal, öyle düşünme, bakteri değil bu. Yani canlı bir hastalık yayıcısı değil. Fakat ondan daha tehlikeli. Yumurta gibi düşün. Ne canlı ne de cansız. Ortamını bulduğunda canlanabiliyor. Bulamadığında kendi içinde çürüyüp yok oluyor.

Bu virüs öncelikle akciğerlere iniyor. Damarlara da tutunuyor kancalarıyla. Akciğerlere indiğinde canlıyı soluksuz bırakıyor.  Canlı boğulma duygusu yaşayarak veda ediyor hayata. Damarlara tutunduğunda ise kan akışını engelliyor ve pıhtı atılmasına sebep oluyor.

Virüs şu ana dek 184 ülkede yayılmış durumda. Bütün ülkelerde sağlık ekipleri yurttaşlara sürekli virüs testi yapıyor. Bu testler sonucu ülkedeki vaka sayısı belirleniyor. Vaka sayısında Amerika birinci sırada yer alıyor. Onun ardından İspanya geliyor. İspanya’yı İtalya, İngiltere, Fransa izliyor. Kıta Avrupa’sında salgınla mücadelede en başarılı ülkenin Almanya olduğunu söylemeliyim sana. Ayrıca belirtmeliyim ki Türkiye de dünya ortalaması içinde iyi bir durumda. Ayrıca Türkiye Almanya’dan da iyi durumda. Konvit-19’dan dünyada şu ana dek 400 bin insan hayata veda etmek zorunda kaldı. Bizdeki rakam 4 bin civarında.

Soysal Ekinci. 90 Kuşağı şairleri arasında seçkin bir yere sahip.

Sevgili arkadaşım,

Dünya kendi içine kapandı. 31 Aralık’tan beri bir tehdit, bir tehlike anında kirpiler ve kaplumbağalar ne yapıyorsa insan da onu yapıyor.

Eğer insan doğanın da bir organizma olduğunu aklına yerleştirir; kendisinin de bu organizmanın bir parçası olduğunu,  ne bir kuştan ne de bir kediden ya da hatta bir ayrık otundan daha fazla ayrıcalığının bulunmadığını anlarsa dünya tarihinin en amansızı olarak anılan bu salgından kendisi adına büyük deneyimler edinerek çıkabilir.

Evlerimizdeyiz. Şehirlerarası seyahatler yasak. En zaruri olanlar dışında bütün iş kollarının faaliyetleri durduruldu. Bir şahıs diğerine en az bir metre uzaklıkta olmak zorunda. Ayrıca 65 yaş üzerindekilerle 20 yaş altındakilerin sokağa çıkması yasak. Kuaförler, AVM’ler, daha kestirme bir ifade ile gıda satışının dışında kalabalıkların oluşmasına neden olan birçok işyerinin açılması yasak. Camilerde toplu namaz kılmak, cuma namazları, teravih namazları yasak. Sahillerde, orman yollarında yürümek yasak. Hafta sonları otuz büyükşehir ve ayrıca Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Kuşkusuz daha birçok tedbir var virüsün bir insandan diğerine geçmesini önlemek için. Çünkü insanlar arsındaki temas korona için geçiş köprüsü oluyor.

İşte biz böylesi bir ortamda Arıklı’ya gelmek zorunda kaldık. Çünkü Ulaş’ın işyeri kapandı, işyeri kapanınca evini de kapatmak zorunda kaldı, bizim yanımıza döndü. Adliyelerde çok dolaştığı için taşıyıcı olduğuna inanıyordu. Bu nedenle biz Mart’ın ikinci haftası köye geldik, o İstanbul’da kaldı.

Arkadaşım, biz işte böyle bir dünyadayız.

Düşünebiliyor musun sıradan çıplak gözle göremediğimiz bir virüsün karşısında nizami duruş halindeyiz.

Bu mini varlıkla mücadele tabii ki yine bilime kaldı. Bütün üniversitelerin laboratuarları gece gündüz hastalığa deva olacak aşıyı bulmak için çalışıyorlar. Türkiye’de sürekli din hamasetinden beslenen ve 2012’den beri ülkenin başına musallat olmuş olan İslamcı hükûmet bile saat gibi işleyen bir Bilim Kurulu kurdu.

Sana vermek istediğim diğer haber ise Türkiye yönetimiyle ilgili.

9 Temmuz 2018’de Türkiye “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi” diye adlandırılan bir sisteme geçti. Bu sistemde cumhurbaşkanı halk tarafından yüzde 50+1 oyla seçiliyor. Sistemde başbakanlık makamı bulunmuyor. Meclis bir anlamda noter görevi yapıyor. İcraatın başında cumhurbaşkanı ve onun oluşturduğu kabine bulunuyor. Gerçekte ülke tek bir kişi tarafından yönetiliyor. Bu sistemin ömrünün uzun olmadığı aşikâr fakat devre dışı bırakılması 2023 seçimlerinde muhalefetin seçim başarısına bağlı.

Bu arada 31 Mart 2019 yerel yönetim seçimlerinde on sekiz yıldır ilk kez demokratik güçlerin desteklediği CHP; İstanbul, Ankara, Mersin ve Adana’da ipi göğüsledi. Bu büyükşehirlerin yanında Eskişehir ve Antalya’yı da tekrar kazandı. Tek adam yönetimine karşı olan kesimler için bu başarılar büyük bir moral oldu.

Sevgili arkadaşım, asıl haberimi tabii ki sona sakladım. 1995 yılında senin şiirlerinin toplu basımı Toplumsal Dönüşüm Yayınları tarafından yapıldı. Bu basımın editörlüğünü ben yaptım. Şiilerinin ikinci toplu basımını ise Manos Yayınları gerçekleştirdi. Evrensel Kültür Merkezi’nin bünyesinde bulunan bu yayınevinden Hakkı Zariç benimle irtibata geçti. Onu kardeşin Taner’le buluşturdum. Hukuksal prosedür aşıldıktan sonra şiirlerinin ikinci toplu basımı 2017 yılında bir kez daha yapıldı.

İlk toplu basımın ön sözünü ben yazmıştım. İkinci toplu basımın ön sözünü Hakkı Zariç yazdı.

Demem o ki senin fiziksel halin aramızda olmasa da sanatsal varlığın devamlılığını sürdürüyor. Bir şairin gerçek yaşamı da bu değil midir?

Biz, (Mecit, Hüseyin, ben) sen aramızdan ayrıldığın günden bu yana seninle ilgili bir kitap çıkarmak istiyoruz. Bu nedenle de adına yazılmış şiirleri, değerlendirme yazılarını, şiirinle ilgili kritikleri, anı yazılarını ve fotoğrafları derleyip topladık. Seninle ilgili kitap işte sözünü ettiğim bu malzemelerden oluşan fakat çerçevesi bu malzemeleri aşan bir kitap olacak. Şu zaman bu zaman derken yıllar geçti.

Fakat artık sona yaklaştık,  kitap en geç 2021 yılında okurla buluşacak.

Tabii ki sen de okurunla bir kez daha buluşacaksın. Seni özleyenleri sevindireceksin.

Bir kırlangıç uçarken, bir zambak açarken, yağmurlar ansızın başlayıp sonra birden kesilirken, yağmurla yıkanmış erguvan dallarına bakarken, toprak yollarda öylece yürürken, ıslak toprak kokusunu içime çekerken, birine bir söz söylerken; kendi içimden çamlarla, ladinlerle konuşurken daima seni anımsadığımı bilmelisin.

Sevgili arkadaşım nerede olduğunu biliyorum. Orada yıldızların ışıltısı içinden bize gülümsediğini de hissediyorum. Fakat aramızda ışık hızıyla ölçülen bir zaman var sonuçta. Ne sen bana ne de ben sana doğru gelebilirim. Bu hususta hiçbir bilgi, duygularımın hanesine teselli hediye etmiyor.

Benim hakikatli arkadaşım, kendine iyi bak; seni çok özlüyorum.

Cafer Yıldırım.