ŞEKİLDEĞİŞTİREN

Yok mu? Bir küçük yelden şapkam uçuveriyor. Aslanın yeleleri sönüyor. Yine ölümler ve hapsedilen yazarlar, gazeteciler, sürgün. Balık oluyorum ben balık. Kıyıya pullarını sürte sürte kanayan balık. Ölemiyorsun da, çırpın dur. Belki böbrek taşlarımızı düşürürüz çırpındıkça. Sigorta karşılamıyor mesela. On bin liraya kırdırıyorsun hastanede. İyi tarafından bakmaya çalışalım, değil mi?  Go vit dı flouv!

 GİZEM PINAR KARABOĞA

Neyim neyim, bir anlamım olsun istedim. İnanayım, seveyim ki peşinden gideyim. Şimdi ne kadar sevilsem de kanmıyorum. Koşup sarılmak istediklerimin korkuyorum omzuna dokunup da adres sormaya. Hep öteki duraklar var. Diyorum ki dik dur, çünkü ne demişti biri sana:

“Boyun kaç?”

“Bir seksen iki”

“Mankenlik yaptın mı, basketbol oynadın mı?”

“Yok- yok”

“Harcamışsın boyunu”

Palto gibi asıyorum kendimi yükseğe. Şapkalar satın almaya merak salmıştım bir ara. Bir ara da baston alayım dedim. Yaltaklanmak istedim insanlara. Bakın ben topallıyorum, acıyın, baş edemem sizinle, beş para etmem, etmeyin!” Ne diye dik duracaksın, küçül, katlan içine! Gülümse işte, anla insanları. O da böyle biri, şu da şöyle… Filler gibi bilge ol. Kilo al, bir şeye benze.

Durdum düşündüm. Yok, fareler gibi de hissetmiyorum kendimi. Onlar cevval, kımıl kımıl, azimli canlılar. Üfleye üfleye kemiremem kulakları. Yapanları gördüm. Bir ara denedimdi, çok aşağılık buldum kendimi. Ama şimdi ben bir şey derim tatlı iki laf ederim, sonra biri çıkar da der ki,

“…o iş öyle değil”

Eskiden savunurdum, sigaramı küllüğe bastırırdım. Bakışını gözlere sabitle, dimdik otur, küstah ol; insanları kandırmak kolay! Sonra kendimi kanıtlayınca bir hal gelirdi üstüme. Rakı fondiplemiş gibi olurdum, asıldığım portmantodan uçardım, ceplerim şişer havalanırdım. Altın renkli bir perdeye sarılırdım sanki. Beni alır kitaplığın üst rafına koyarlardı. Defalarca düştüm oralardan, düşünürken.

Bazen kimse demedi “o iş öyle değil” diye. Yine de kinlendim. Cevaplar düşündüm. Manken oldum, basketbol oyuncusu oldum, fil oldum, topal oldum, fare oldum.

İstediğin her şeyi olabilirsin çağında hiçbir şey olamadım. Eskiden bu yazdığım satırdan da gurur duyardım ya, o da kalmadı. Boş boş konuşma diyorum kendime, sırtını sıvazlayıp duruyorsun yine! Dürüstçe, sen en iyisi kertenkele ol, bırak kuyruğunu kaç git buradan…

Tam kafama yatıyor sonra içimde aslan kükrüyor. “Var mı öyle bırakıp gitmek?” Yok mu? Bir küçük yelden şapkam uçuveriyor. Aslanın yeleleri sönüyor. Yine ölümler ve hapsedilen yazarlar, gazeteciler, sürgün. Balık oluyorum ben balık. Kıyıya pullarını sürte sürte kanayan balık. Ölemiyorsun da, çırpın dur. Belki böbrek taşlarımızı düşürürüz çırpındıkça. Sigorta karşılamıyor mesela. On bin liraya kırdırıyorsun hastanede. İyi tarafından bakmaya çalışalım, değil mi?  Go vit dı flouv!

“Su gibi ol, taşların etrafından dolan, yolunu bul!” Hiçbir çağda su böyle, kendi sakalına bakan bir pezevenk gibi olmadı. Bak yine aslan kükredi: Diyor ki “dol artık, köpür, yoluna çıkan taşı kır, kayayı del, süpür caddeleri. Bir sel felaketi gerek artık. Gülümseyip durma. Doğada hangi canlı gülüyor sırtlandan başka?”

Yol boyu kuyruk. Sürüklediğim her yerde benden bir kalıntı. Hangisi ben’im onu da bilemiyorum ya artık. Belki o ilk acıyla kopan kuyruk bendim. Bundan sonrası adına “insan” denen bir makine.

(08.09.22 – 01.10)