Saray Rejimi insanlığın çıkmazıdır

MUSA AĞACIK

Şevket Süreyya Aydemir’in “İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali” kitabında Fransız Devrimini bir Mantık, bir Akıl ve bir Aydınlanma Çağı olarak tanımlar. Fransız Devrimi’nin oluşum süreci Eleştirel Aklın ve Aydınlanma Çağının ilki sayılan İngiliz filozofu Locke (1632-1704)’la başlatır. Montesquieu, (1689-1755), Jean Jacques Rousseau, (1712-1778), Diderot, (1713-1784), Condorcet, (1743-1794), Voltaire, 1694-1778) devam eder. Bunlardan Montesquieu, Yasaların Ruhu adlı yapıtıyla, hükümdarların, ilahi haklara dayandırdıkları saltanatlarını sarsarak yıkılmalarının kaldırım taşlarını döşemiştir.

Türkçe ifadeyle Russo ise, Sosyal Mukavele / ToplumSözleşmesi adlı yapıtı ile eleştirel çağın en etkili filozofu olmuştur. Bu yapıtta Russo, haklar eşitliğini, düşünce ve siyasette özgürlükleri savunuyor. İnsanların özgür doğup, özgür yaşamaları gibi, 1789 Fransız Devrimi’nin, “İnsan Hakları Bildirisi”ne ana fikir olan düşüncelerin hepsi, Toplumsal Sözleşme’de savunuluyordu.

Aydınlanma filozofları

Diderot denilince, akla Ansiklopedi gelir. Ansiklopedi, bilgilerin kapısını, özgür ve çağdaş okurlardan dini cemaatlere değin her okura açılıyordu. Böylece her isteyen, dünyada olup bitenleri Ansiklopedi’den öğrenebilirdi. Bir de, 1789 Devrimi, hem Fransa’nın üzerine dikkatleri çekmişti, hem de Fransızca artık bir kültür dili, dünya aydınlarının dili olma yoluna girmişti. Onun için Diderot’un Ansiklopedisi, yalnız Fransızlar için değil, diğer Avrupa ülkeleri için de bir okul görevi görüyordu. Yabancı Hükümdarlardan bile bazıları, Prusya Kralı Frederik, bunlardan biriydi. Rusya sarayı ve Rus soyluları ile aydınları için ise, Fransızca artık, konuşma ve edebiyat dili oluyordu. Ansiklopedi o zaman, Fransa’nın kültür ve bilgi alanında o kadar etkili oldu ki, Fransız Devrimi’nin öncüleri olan bu filozoflar tarihte Ansiklopedistler olarak anılır oldular.

1789 Fransız Devrimi hem Fransa’yı, hem de Batı dünyasını derinden etkiledi. Aynı zamanda bir Avrupa kıta devleti olan Osmanlı ülkesi ise, tüm bu olup bitenlere kulaklarını tıkayan, gözlerini kapayan tek Avrupa ülkesiydi. Bu şaşılacak duygusuzluk ve kendi kabuğuna kapanış Osmanlı İmparatorluğu’nun, yalnız o tarihlerden sonraki fikir, kültür ve politik yaşamına, bu arada, Tanzimat devrinin kaderine ve gidişatına damgasını vurmakla kalmamış, hatta bugünkü dünya görüşlerimizde bile, hâlâ düşünce yetersizliği şeklinde etkilerini sürdürmektedir.

O nedenle Osmanlı Devleti’nin, 1789 Fransız Devrimi ile ilgili düşünceleri, tam bir cehalet manzumesidir!

KAPALI VE UYUYAN BİR DEVLET

1789 Fransız Devrimi alevlendiği dönemde, Osmanlı tahtında lll. Selim vardı. Üçüncü Selim tarihi kaynaklara göre iyi niyetli, sanatkar ruhlu, yumuşak huylu bir padişahtı. III. Selim tahta çıktığı zaman (1788) devlet hem Rusya hem Avusturya ile sonu gelmez, yıpratıcı bir savaşın içindeydi. Ordu yorgun, donanma perişandı. Ruslar, Tuna’yı geçiyordu. Hazine boştu. Halk kaderine terk edilmişti. Devletin bazı Avrupa bankalarından yapmak istediği borçlanma girişimleri hep reddedilmişti. Bu savaşlarda devletin 330 bin asker kaybettiği yazılır. Arabistan’daki Vahabi isyanları da bu döneme rastlar. Savaşların sonu, yenilgiyi kabul eden antlaşmalarla bitti.

III. Selim

Kaldı ki bir süre sonra Fransızların saldırıları ve Yunan Bağımsızlık Savaşı (Mora isyanı) ile de Osmanlı İmparatorluğu büyük toprak kaybına uğruyordu. İşte Fransız Devrimi, Osmanlı Devleti bu koşullar içindeyken gerçekleşmişti. Ama olup bitenler hakkında, kimsenin doğru bir bilgisi yoktu. Oysa ki Devrim ilerliyordu, ilk başarılar kazanılmıştı. Fransız orduları işgallere başlamışlardı. General Napolyon Bonapart, İtalya’yı da aldıktan sonra, Osmanlı mülkü olan Mısır’ı işgal etmiş, Suriye’ye de saldırmıştı. İşte bu son olaylardan önce Padişah III. Selim, o zaman Dışişleri Bakanı olan (Reis-ül Küttap) Atıf Efendi’den bir rapor istemişti. Osmanlı tarihinde bu rapor “Atıf Efendi Layihası” olarak Cevdet Paşa Tarihi’nin 6. Cildinin 394-401 sayfalarında, Ahmet Rasim’in Osmanlı Tarihi’nin 3. Cildinde s. 1264-1269’da yer almış. Fransız Devriminin o zamanki Osmanlı Hariciyesindeki tek belgesi budur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Dışişleri Bakanı Atıf Efendi’nin Fransız Devrimi hakkındaki görüşleri şöyledir:

VOLTER VE RUSSO DENİLEN MEŞHUR ZINDIKLAR İTİKATLARI BOZDU

“Birkaç yıl önce Fransa’da patlayan ve etrafa kötülük ve fenalık saçan Fitne ateşi, uzun yıllardan beri, nice melunların ve dinsizlerin o düşündükleri ve uyandırmaya fırsat kolladıkları, bir uyuyan fitne olduğu, bilenlerce malumdur. Şöyle ki, Volter ve Russo denilmekle maruf ve meşhur olan zındıkların ve onlar gibi kafirlerin, Allah göstermesin, Peygamberlere küfretmek, bütün dinleri yeryüzünden kaldırmak ve eşitlik ve cumhuriyet zihnini yaymaktan ibaret olan, basit, herkesin anlayacağı nice kitaplar yazarak, yeni olan her şeyde lezzet vardır kaidesince, çocuklara ve kadınlara varıncaya kadar bunları birçok insanlara okutarak, bunları frengi hastalığı, dinsizlik ve fesat şeklinde yayarak, onların itikatlarını bozdular. İhtilal şiddetlenince de, kiliselerin kapatılması, rahiplerin kovulması, öldürülmesi ile vu melun güruh, güya dünyada tam mutluluğa erişmek davası ile halkı, aslında sözden ibaret olan bu eşitlik ve hürriyet yoluna sevk ettiler. Nice çirkin icraatla, basit halktan Allah korkusunu ve ahiret endişesini kaldırdılar. Utanma ve namus kayıtlarını ayaklar altına alarak, Fransız halkını vahşi hayvanlar haline getirdiler. Kendilerine saldırılmaması ve kendi nizamlarını muhafaza için de, ‘İnsan Hakları Beyannamesi’ dedikleri isyan beyannamelerini, bütün dillere çevirip, her yerde halkı, büyüklerinin ve hükümdarlarının aleyhine isyanlara teşvik ettiler. Ama kendilerine karşı Avrupa devletlerinin müdahale hazırlıklarını görünce de, bin türlü hile ve aldatmaya saparak, kendilerinin, kimsenin mülkünde gözleri olmadıkları yalanlarına baş vurdular…”

Büyük Fransız Devrimi, sarayların millileştirilmesi

Kavrayışı ve algısı bu olan Osmanlı Devleti’nin alabildiği tek güvenlik, Avrupa ülkelerine sürekli elçiler gönderilmesi olmuştur. Örneğin, o dönemin en önemli merkezleri olan Londra ve Paris’e gönderilen elçilerin bildirdikleri ise, eski yöntem kabul törenleri ile dağıttıkları hediyelerin ayrıntısından ibarettir. Anlayacağınız, Yeni Avrupa ve Fransız Devriminin neden olduğu sorunlara karşı Osmanlı İmparatorluğu, kapalı ve uykudaydı. O nedenle Avrupa’daki Yeni Düşünce Akımları ile Düşünce Özgürlüğüne dikkat çeken kitaplar ne Tanzimat devrinde, ne de İkinci Meşruiyetten önceki o karanlık Abdülhamit saltanatı ve temelden çöküntü devrinde, bir tek kitap bile Osmanlıcaya çevrilmemiştir.

Şevket Süreyya Aydemir’in deyimiyle, “Onun için biz, İkinci Meşruiyete gözlerimizi, 100-150 yıllık bir uykudan uyanan bebekler gibi açtık. Fransız Devrimi üzerinden 231 yıl geçmesine rağmen ahalimiz hala tam olarak uyanmayıp, yediği onca kazıklara, ödediği onca can bedellere rağmen yaşadıklarından gerekli dersler çıkarıp, İLKESEL BİR BİRLİK oluşturma BİLİNCİNİ İDRAK ETMEMİŞTİR.

İşte bu nedenledir ki memleket, İstibdatçı Abdülhamit’i kendine rehber alan ve 21. Yüzyılda ‘Tek Adam Rejimi’yle, ülkenin yargısını, ordusunu, maliyesini, yazılı, görsel, işitsel ve İnternet yayın organlarını ele geçiren RTE’nin elinde inim inim inliyor. Oysa İnsanlığa yeni ufuklar açarak özgürlüğü tattıran 1789 Fransız Devriminin “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”nin ilk maddesi şöyleydi:

1- İnsanlar, hakları bakımından, özgür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar. 2- Bu haklar Özgürlük, Mülkiyet, Güvenlik (Emniyet) ve Zulme karşı direnme hakkıdır. 3- Hakimiyet kayıtsız şartsız Milletindir. 8- 10- Kamu düzenine dokunmadıkça, hiç kimse, siyasi hatta dini kanatlarından dolayı kınanamaz. 11- Her vatandaş, özgür bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve yayında bulunabilir.

Hal böyleyken, RTE, Tek Adam Saltanatı’nda, muhaliflere her türlü hakareti, baskıyı, iftirayı, zulmü reva görüp tutuklatıyor, hapsettiriyor, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini dilediği gibi kullanıp harcıyor, yandaşlarına pay ediyor! Tüm bu olup bitene karşı çıkıp haykıran az sayıdaki değerli insanlarımız büyük bedeller öderken, RTE’nin buyruğuyla AKP- MHP, Meclis Darbesiyle CHP ve HDP’li üç milletvekilinin Anayasayı aykırı olarak ayaklar altına alarak vekillikten düşürülmesine bile sessiz kalan ahalimizin büyük çoğunluğu ise hala kasaba götürülen kuzu misali, başına gelen ve gelecek olan büyük trajediyi izlemekle yetiniyor!

Gazeteci Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam ile İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali kitaplarını okurken, Solcular olarak yakın tarihimizi gereğince bilmediğimiz sonucuna vardım. Kanımca Sol’un yanı sıra CHP’li Yöneticiler ile üyelerinin de yakın tarihimizi gereğince bildiğini sanmıyorum. Çünkü bilselerdi Darbeyle başlayıp Devrimle sonuçlanan 27 Mayıs’a, bu denli saldırmaz ve Menderes’e methiyeler düzmezlerdi!.. Oysa ki Türkiye’de sendikalaşmadan basın ve ifade özgürlüğünden, özerk üniversiteye, sendikal özgürlüklerden, örgütlenme gibi temel haklar, 27 Mayıs’ın kazanımlarıydı.