Sana Ne Yaptılar da…

Nefretin çocukları empati kuramazlar. Acımak, merhamet etmek, anlayış göstermek nedir bilemezler. Onların tek amaçları vardır: Hayatta kalmak

 

EMİNE SUPÇİN

Çocukluk travma nedenleri üçe ayrılıyor. Fiziksel, duygusal ve cinsel istismarlar. Çocuk psikolojik tedavi almamışsa yaşadığı tüm o olumsuzlukların dışa vurumu yetişkinliğinde ortaya çıkıyor. Hem de hiç beklenmedik bir biçimde. Okuduklarımdan elde ettiğim verilere göre istismara uğrayan çocuk eğer yeterli eğitim almamışsa, kendi yaşadıklarının aynını yaşatma eğiliminde oluyor. Yani dar çerçevede kalıyor. Hani Anadolu’nun meşhur sözü: Kuş gördüğü yuvayı yapar. Ne görmüşse aynını uyguluyor. Eğitim almış ya da kitap okuma alışkanlığı edinmişse, işte o zaman yapabileceklerinin sınırı yok.  

Çocukluğunda ama duygusal ama fiziksel şiddete maruz kalmış çocukların kişilik oluşumu sürecinde, tıpkı DNA dizilimindeki sarmal gibi nefret sarmalı oluşuyor. Yani kişiliğin her noktasına bir de “nefret” duygusu ekleniyor. Kimileri içine kapanık, ürkek, pısırık kişilikler olsalar da içlerinde korkunç bir öfke taşıyorlar. Kimi de öfkesini ve nefretini göstermekten asla çekinmiyor ve hatta kabadayı denen o hödük kişiliklere sahip oluyorlar.

Her iki kişilik bozukluğu, ellerine fırsat geçtiği anda çocukluk travmalarının kendilerinde bıraktığı tahribatın sonucunu ortaya seriveriyorlar. Hani o, “Aslında çok iyi insandır. Nasıl bu cinayeti işledi anlayamadık,” denen komşu İsmail amca var ya, git bak çocukluğuna, kesin istismara uğramıştır. Hani o “Alkol almasa dünyalar tatlısı bir insandır,” denen akraba var ya, git bak çocukluğuna kesin şiddet görmüştür. Alkol içindeki nefretin açığa çıkmasına yardımcı olmuştur. Tam bu noktada, toplumun geneline yayılmış “ağzınla iç” dedirtecek kadar çok sayıda olan ve içip içip naralar atan, içip içip karısına kızına eziyet eden, içip içip ona buna saldıran tiplerin tamamı için travmatik geçmişleri vardır denebilir sanırım. Haydaaa! Len toplumca nefretin çocukları mıyız yoksa?

Nefretin çocukları birbirini anlar, birbirini tanır ve içten içe birbirlerine sempati duyarlar. Özellikle içlerinden kabadayı olanları pek sevilir. İşin ilginç yanı kızların da onlara sempati duymasıdır. Aslında hiç ilginç değildir. Çünkü babası da aynı hödüklükte olan kız, gördüğü modeli arar. Kuş gördüğü yuvayı yapıyordu ya hani, işte ondan.

Gelelim tanıdık nefretin çocuğuna… Bir dedikoduya göre, birlikte yola çıktığı arkadaşını, korumaları yardımıyla kapı eşiğine uzattırıp kafası üstüne basarak talimatlar vermiş. Doğru mudur, yapmış mıdır bilemem ama ihtimal çok güçlü. Çünkü durduk yere, kafesteki keklikleri elindeki şemsiyenin sivri ucuyla dürtmek bunun bir işareti. Sırf kurdeleyi kendisinden önce kesti diye, çocuğun başına parmaklarının kemiklerini özellikle kıvırıp sertleştirerek kapı çalar gibi vurmak bunun göstergesi. Boşver kapı eşiğindeki dedikoduyu, sen görünene bak. İnsanın içi kıyılıyor ve yaptıklarından çok ona bunları yaptıran çocukluk travmalarına gidiyor aklım. Ve sonrasında neredeyse ağıda yakın bir söylenmeyle, “A be insan, sen nasıl bir çocukluk yaşadın da bu hale geldin,” diyesim geliyor.

İncitilmiş, hırpalanmış, örselenmiş bir çocukluğun travması bunlar. Nefretin çocukları empati yapamazlar dolayısıyla acıma ve merhamet duyamazlar. Onların tek amaçları vardır: Hayatta kalmak. Çünkü çocukluğunda oyuncağı elinden alınıp duvara fırlatılmış, sofrada kaşığına vurulup lokması alınmış, haksız yere tokat atılmış ya da ölesiye dövülmüş çocuk bir başkasını anlamak için uğraşmaz, uğraşamaz. O hayatta kalma mücadelesine odaklanmak zorundadır. Ve bu mücadele için her yol mubahtır, uygundur. Yalan söylenmesi gerekiyorsa söylenir, birinin hakkı yenmesi gerekiyorsa yenir, adam kayırma, üçkağıt, köprüyü geçene kadar dayım’cılık vs vs vs… Aklınıza ne gelirse, hepsi meşrudur, uygundur onun için.

Tüm bu bileşenlerin ışığında sadece şunu diyebiliyorum: Sana ne yaptılar be çocuk?

Dipnotum: Sakın geçmiş travmasına takılıp acımaya kalkmayın. Unutmayın ki onun acıması yok.

PAYLAŞMANIZ İÇİN