Salgın yönetilemiyor…Başından beri

PROF. DR. GÜLAY MİLLİ LOĞOĞLU

Önümüzdeki dönemde Covid-19 salgınıyla ilgili zorunlu kısıtlamaları tekrar gündeme getirebilecek bir durumla karşı karşıya kalınacak bir süreçten geçmekteyiz… Gelinen bu noktada, geçmişte yapılan ve hala yapılagelmekte olan bazı hatalı uygulamaların gözden geçirilerek, bunların tekrarlanmaması gerektiği çok açıktır.

Salgının en başından beri yeterince etkin önlemler alınmadı/alınamadı.
14 Gün süreli tam kapanmanın gerekliliği konuyla ilgili çeşitli kaynaklar tarafından defalarca tekrarlanmasına rağmen; hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan hafta sonu ve tatil günü sokağa çıkma kısıtlamalarıyla yetinildi. Bunda, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulların da etkili olduğu bilinmekle beraber; her şey için kaynak bulundu, ancak vatandaşı iki hafta boyunca finanse edebilecek bir kaynak ayrılamadı. Bu kısıtlı kapanma günlerinde, tüm önerilere rağmen evlerde aktif filyasyon da yapılmadı; pozitif olgular ve bunların temaslıları saptanarak gereği yerine getirilmedi. Sınırların ve uçuşların kapatılmasında geç kalındı, Umre ziyaretleri konusunda herkesin bildiği yanlışlara imza atıldı. Bu liste uzar, gider…

ESKİSİ GİBİ OLMAYACAĞI ANLATILMADI
Ancak tüm bunlara ve 224 Sayılı Yasa ile sağlanmış olan ‘Sağlık Ocağı sistemi’ olarak özetlenebilecek sağlık hizmeti sisteminden de vazgeçilmiş bulunmasına rağmen; bir Cumhuriyet kazanımı olan ve güçlü bir altyapısı bulunan kamusal sağlık hizmetinin varlığı ile ve bu sisteme göre yetişmiş, eğitilmiş hekimlerin ve sağlık ordusunun her olumsuz koşulda özveriyle çalışmalarının sonucunda olgu sayıları üçlü basamaklara indi. Mayıs sonunda ise olguların ikili basamaklara inmesi öngörülüyordu. Salgın iyi yönetilemediği için, bu böyle olmadı. 11 Mayıs’ta AVM’ler, berberler, kuaförlerin açılmasıyla başlanan ve 1 Haziran itibariyle de her sektörde yaşanan kontrolsüz açılımlarla uygulamaya konulan ‘yeni normalleşme’ süreci iyi yönetilemedi. Kademeli normalleşmeye geçiş ve epidemiyolojik veriler ışığında gerekiyorsa geri adım atılarak tekrar değerlendirme yapılması ve buna göre ilerlenmesi sağlanmadı. En önemlisi de, halka bu dönemin eskisi gibi olamayacağı anlatılamadı.

Gelinen noktada vurgulamamız gerekir ki salgın yönetiminde en önemli konulardan biri, halkın güven duygusunu korumaktır. Valiler ve sağlık müdürlüklerinin açıkladıkları sayılar ile bakanlığın açıkladığı veriler birbiri ile çelişirse; tek bir ilde, bine yakın pozitif olgunun olduğu bir günde Sağlık Bakanlığı toplamda binin biraz üzerinde bir rakam açıklarsa, bu güven nasıl sağlanacaktır ?… Sorumlu makamlarda olanların söyledikleri tartışılmaya başlandığında, onlardan gelen öneriler de artık dikkate alınmayacaktır ve bu çok ciddi bir sorundur.

HALKIN DOĞRU BİLGİ ALMA HAKKI
O halde; ivedilikle yapılması gereken, il ve hatta ilçe bazında ayrıntılı epidemiyolojik verilerin sır kapsamından çıkarılarak, şeffaflığa geçilmesidir. Gerçekleri söyleyen bilim insanları hakkında ‘halkta panik yaratıyorlar’ sözde gerekçesi ile soruşturma açtırmak yerine, konuyla ilgili yetişmiş uzmanların, kuruluşların açıklamaları dikkate alınarak bunlardan yararlanılmalıdır. Sır kapsamında olan ve makyajlanarak açıklanan veriler sağlıklı bir modellemeye izin vermese de; gerçek olgu ve ölüm sayıları, açıklananların en az üç katıdır. Gerçekler açıklanmalıdır; korkulacak bir durum var ise, korku duyulmalı ve halk önlem almaya sevkedilmelidir ! Konu, toplum sağlığıdır ve çok önemlidir. Halkın doğru verileri sorumlu otoriteden alma hakkı vardır.

Son dönemde, gerekçesinin ne olduğu anlaşılamayan bir biçimde, verilerin sunumu da değiştirilmiştir. Zatürre (pnömoni) sayısı ne demektir? Hangi tip zatürre? Viral? Bakteriyel? Parazit ya da mantara mı bağlı, ya da tüberküloza mı ?… ve dahası… Viral ise Covid-19’a mı bağlı? Bunların hepsi aynı kapsamda değerlendirilebilir mi ? Ağır hasta sayısının anlamı nedir ? Böyle bir tıbbi değerlendirme var mıdır ?! Ağır hastalığın standardı nedir ? Yoğun bakım hastası mı ? Entübasyondaki hasta mı ?… Bunlara ivedilikle açıklık getirilmelidir.

Yapılan test sayısı artırılmalıdır; ancak güvenilirliği %40 olan, yani her 100 pozitif olgudan sadece 40’ını saptayabilen testlerle (yandaş firma üretimi) uygulama yapmanın hiçbir anlamı yoktur ve bu konu da ivedilikle açığa kavuşturulmalı ve bir standardizasyon sağlanmalıdır.

HİÇBİR ANLAMI KALMAYAN 65 YAŞ YASAĞI

Üzerinde durulması gereken bir diğer durum, 65 yaş üstü ile ilgili kısıtlamaların artık hiçbir bilimsel dayanağının kalmamış olduğudur; çünkü virüsü eve taşıyabilecek herkes, kontrolsüz bir biçimde dışarıdadır! Kaldı ki bu grubun, önlemlere en fazla uyum sağlayan grup olduğu izlenmektedir.

Şeffaflıktan sonra yapılması gereken en önemli uygulama; yaygın medya ve uygun kişiler aracılığıyla sürekli eğitim ve buna eşlik eden denetim ve yaptırım olmalıdır. Burada devreye kaçınılmaz olarak önlemler de girecektir. Kitlesel hareketlilik kısıtlanmalı; önlemlere uyumun zor olduğu açılışlar, dini törenler, düğünler, taziye ziyaretleri… kısaca her türlü özel ya da kamusal kitlesel hareketlilik engellenmeli ya da sıklığı azaltılmalıdır. Özellikle olgu sayılarının yüksek olduğu yerlerde bu çok önemlidir ve toplumda bu yönde bir davranış değişikliği geliştirilmesi için bu konuda eğitim de önem kazanmaktadır. Önümüzdeki sonbahar ve kış aylarında açık ortamlarla ilgili avantajın da ortadan kalkacak olması ve mevsimsel grip olgularının da eklenmesiyle; ki bu dönemde okulların da açılması söz konusu olabileceğinden, bu konulara yönelik her türlü hazırlığın, ilgili yönetim birimleriyle birlikte eşgüdümlü olarak yapılması ve halkın farkındalığının artırılması son derece önemlidir.

Gençlere, çocuklara,..tüm yaş gruplarına bu salgının halk sağlığı açısından önemi tekrar tekrar anlatılmalı ve farklı kültürel yapılara ulaşmanın da bir yolu bulunmalıdır. Eldeki her türlü insan gücü  ve kurumsal güç bu seferberlikte yer alabilir…

Bilinen gerçeklik şudur ki; uzun süreli yüksek olgu sayılarını ne sağlık altyapısı, ne sağlık personeli, ne ekonomi, ne de toplumsal yaşamdaki farklı dinamikler kaldırabilir. Ekonominin ve turizmin olumsuz etkilenmemesi için yapılan her yanlış uygulama, çok daha büyük ekonomik kayıplara neden olacaktır. Günü kurtarmak yetmez!

Sorumluluk hepimize aittir; ancak en büyük sorumluluk yönetici erktedir. Salgını yönetmek, yaratacağı yıkımı önlemek, halkın güvenini sağlamak yönetenlerin sorumluluğudur. Salgın yönetiminin, başta sağlık olmak üzere ekonomik ve sosyal boyutları gibi çeşitli dinamikleri vardır. Bu süreçte akıl ve bilimin rehberliğinde ve işbirliği ve danışma ile, özellikle de şeffaflıkla ve karşılıklı güvenle yol alınabilir ve istenilen sonuçlara ancak o zaman ulaşılabilir.

Özetle söylemek gerekirse, salgın başından beri iyi yönetilmemekte olup, bu konuda neler yapılabileceğine odaklanırsak:  önümüzdeki dönemde bir karantinayı zorunlu kılacak olgu artışlarını önlemek için ivedilikle gerçek veriler şeffaflıkla açıklanmalı ve güven duygusu/inanılırlık sağlanmalı, eğitim-denetim-yaptırım üçlüsüne eşlik etmek üzere gerekli önlemler alınmalı, bu konuda yetişmiş bilim insanlarına soruşturma açtırmak yerine onlara kulak verilmeli ve önerileri dinlenerek akıl ve bilimin öncülüğünde yol alınmalı… Özel hastane zinciri sahibi Sağlık Bakanı, özel okullar sahibi Milli Eğitim Bakanı, oteller zinciri ve tur sahibi Turizm Bakanı, tanı testi üreten yandaş firma öncelemelerinden vazgeçilmeli.

TV ekranlarındaki tartışmalara bakılırsa; salgın sürecinde gelinen noktada sorumlular belli: maskeyi koluna takanlar, turistik beldelerde tatile gidenler,  vs… Risk almamak için, sorumluluk makamında oturanların yakıcı payına kimse dokunmak istemiyor. Vatandaşa dağıtılan tatil kredileri, yüzbinlerin dipdibe namaz kıldığı Ayasofya açılışı, kuralsız/önlemsiz ‘’aman ha pazarlık yaparken tokalaşmayın’’ vurgulu (!) kurban kesimleri ve Bayram ziyaretleri, vs… bunlardan dem vurmak da zinhar yasak ! Ah, şu sahillerdeki tatilciler olmasa !

Son söz olarak; salgın başından beri iyi yönetilememiş olup, sorumluluk makamında olanlar yalnızca nasihatle yetinemezler/yetinmemelidirler. Doğru bilgileri şeffaflıkla açıklamak yükümlülükleridir; hele de konu bir toplum sağlığı sorunuysa. Halkın gerçeği öğrenme hakkı vardır. Salgın yönetimi sırasında sürekli bir ‘başarı öyküsü’ yazmaya çalışılarak epidemiyolojik bilgilerin örtülmesi halkı rehavete sürükler ve bu, görev ihmalidir. Çeşitli ekonomik/siyasi/ve hatta kişisel kaygılarla insanlara durumun ciddiyetini kavramaları açısından farkındalık yaratıcı gerçek bilgilerin açıklanmaması, vurdumduymazlıkta sınır tanımayan aymaz bir kesimde tam bir gevşemeye neden olmuştur. Yönetici, sorumlu erk olayı ciddiye almazsa, bu aymaz kesimin hiç almayacağı açıktır.

SABUNCUZADE ŞERAFETTİN NE YAPILACAĞINI ANLATMIŞ

Sorumluluk makamında olan yöneticilerin kaygılanarak, her akşam vatandaşa maske, mesafe, el hijyeni öğütleri vermesi yetmez. Hekimliğin usta-çırak usulüyle bakkal ya da terzi gibi dükkanlarda yapıldığı bir dönemde, 1400’lü yıllarda yaşayan ve sağlık hizmeti sunan bir darüşşifada çalışmış olan Amasyalı tabip cerrah Sabuncuzade Şerafettin Efendi de, 1468’de yazdığı Mücerrebname (ilk Türkçe deneysel tıp eseri) adlı eserinde, salgın hastalık günlerinde ne yapılması gerektiğini, o devirde şöyle anlatır:

Ellerini onat yu (ellerini güzelce yıka); Galebeliğe girme (kalabalığa girme); Selamı uzakça vir (uzaktan selamlaş); Eyi yi vü eyi iç (iyi ye, iyi iç); Haste isen yativir (hasta isen yat); Taşra çıkma (dışarı çıkma); Taşrada yüzün ört (dışarıda yüzünü kapa)… Biiznillah nesne dokunmaz. Yıl 2020!.