
Eskimiyen olarak, yaşamlarımıza, düşüncelerimize ve en mühimi, edebiyatımıza nüfuz etmiş Şairlerimizi, hayatları ve şiirleri ile birlikte, Şair Dosyası’nda anıyoruz.

BEHÇET AYSAN: Bir Yalnız Nar Ağacı
1949 yılında Ankara’da doğdu.
1968 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine başladı. 1971’de siyasi nedenlerle tutuklandı. Cezaevinden çıktıktan sonra çeşitli işlerde çalıştı. Tıp eğitimini tamamlayıp psikiyatri ihtisası yaptı.
Hem şairdi, hem doktordu.
Haydar Ergülen bir yazısında onun için “elem doktoru” dedi.
“Elem doktoru sözünden çok etkilenmiştim, o söz bana başta yazdığım gibi, psikiyatrdan önce tabibi çağrıştırdı, en çok Behçet’e yakışırdı ‘Elem Doktoru’ olmak. (…) okursanız, Behçet Aysan adlı, bu dünyanın yaşatmadığı, has bir adamın, sevgili bir insanın ve kederli bir şairin “Elem Doktoru” olduğunu göreceksiniz.
(…)
Tabibim, şairim Behçet, sen yoksun, elem doktoru yok, şimdi ben kalbimin nasıl geçtiğini kime söylerim?”*
Şiirimizin bir yalnız nar ağacı, 1993 Sivas Katliamında yanarak hayatını kaybetti. Henüz 44 yaşındaydı.
Şükrü Erbaş, her okuyuşumuzda bizi uykumuzdan edecek şu dizelerle anlattı o kara günü:
“Kimse temizim demesin, kimse
Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet’in yangınına…”**
Haklıydı. Söz gümüşse sükût altındı. Kötülüğü ise sükût ile büyütmüştük, bir güzel ülkede.
Behçet Aysan, bir yalnız nar ağacıydı. Kısacık yaşamından bize, saçılmış bir nar gibi, yüzlerce şiir bıraktı. Öyle şiirler ki bir kentin kalabalık bir istasyonunda ne uğruna, nereye yetiştiğimizi bilmiyorken okuduk, unuttuğumuzu hatırlattı.
“sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan her şey gibi
aşklarınız da.
yaşamı ölüm
diye anlatıyorlar size
yalanı gerçek diye.
ne leylakların
tomurundan
haberiniz var
ne önünüzden
kara bir tabut
gibi geçen geceden.
sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan aşklarınız
da.”
Öyle şiirler ki göğsümüzün altın kafesini araladı, şu koca İstanbul şehrinde yenicami önünden ne zaman geçsek gözlerimiz aradı, Hasköylü kör İlyas’ı. Durduk, güvercinleri sevindirdik, sanki dünyanın bütün açlarını doyuruyormuş gibi gururlanan bir sevinçle.
“her sabah
uyandığımda,
gördüğüm düşü hayra yorarım
açmasına açarım da
göğsümün altın kafesini
korkarım
ya bu gece
güvercinler
yüreğimden başka bir ülkeye
göç etmişlerse.
çünkü, ben ilyas
hasköy’lü –
kör ilyas,
şu koca istanbul şehrinde
yenicami önünde
sanki dünyanın bütün
açlarını
doyuruyormuş gibi
gururlanan bir sevinçle
darı satarım
savrulması için güvercinlere.”

En bitik günde, en fırtınalı, en “doğmayan” günde; bir kitap sayfasından dokundu omzumuza, yakılarak öldürülen bir şair, söyledi bunu: “yarın diye bir şey var“
“bilirim yarın diye bir şey var
çeliğin su katılmamış yanı
ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek
bir yanı var
ömrümüzün
belki bir gün gülecek.
selam verip
selam alacak
barışa kardeşliğe
hep tok yatan
çocuklar görecek
el ele
aşklar, omuz omuza dostluklar
ne dikenli teller olacak
ne tanklar tüfekler
ne tüberküloz kalacak
ne lösemi
ne işsizlik
ne banka
ne borsa
süt gibi duru ve ak
ekmek gibi sıcak
bizim de
bizim de
günlerimiz olacak.
güle değecek
kuşların kanadı
ve kuşlar sırtlarında
gül taşıyacak
…”
Ruhu, yorulmayan bir ağır işçiydi, kedere ve aşka çalışan.
“Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum
Yorulmuyor yaşamaktan.
Midyat’lı bir gümüş ustasıdır, süryani
Ve yüzündeki çıban gibi
Yüreğinde yaralar
Taşımaktan.
Yorulmuyor yorulmuyor
Ağır işçi
Kedere ve aşka çalışmaktan”
Devamında bize aşkı anlattı, eflatundu. İnandık rengine ve bekledik eflatun yağmurlar yağdırmasını. Bildik ki “her sevda, bir ayrılığı yaşar”
“ey eflatun aşk
bana eflatun yağmurlar
yağdırabilir misin
getirebilir misin geçen günleri geri
tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin
sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar.”

Sivas’ta çekilmiş bir fotoğrafı.
Şiirimizin bir yalnız nar ağacı, Behçet Aysan, 1993 Sivas Katliamında yanarak hayatını kaybetti. Henüz 44 yaşındaydı. Kısacık yaşamından bize, saçılmış bir nar gibi, yüzlerce şiir bıraktı.
Bizse bir nar ağacının dibinde onun bıraktığı yerden Türkiye’yi konuşmaya devam ediyoruz.
“tahta pancurlu taştan evin
penceresi nar ağacına bakardı
eski tersanenin yamacında
dalları sarkmış o yalnız nar ağacı
on beş yıl önce
o yalnız nar ağacının dibinde
oturup geleceği konuştuğumuz
çocuklar şimdi yok
birçoğu başka sokaklarda
yürümekteler
on beş yıl sonra
o yalnız nar ağacının dibinde
oturup düşündüm bunları
saçlarımıza aklar düşüren
zor günleri
kenar mahalleleri
bebek ölüm hızını, çocuk işçileribiliyorum
bir gün bir başka nar ağacının dibinde yine
bir başka
çocuklar
Türkiye’yi konuşacaklar.”
* Haydar Ergülen, Express Dergisi, düz yazı
**Şükrü Erbaş, Kimse Temizim Demesin, şiir