Pasajdaki düğmeci

Garip olan yüzlerce kez geçtiğim bu sokakta bu küçük kapıdan girince bir pasaj olduğunu anlamamış olmam. Hiç bilmediğim bana yakın ama bugüne kadar benim için hiç olmamış bir yer… Sanki çarşının bütününden kopmuş, o keşmekeşin içinde değilmiş gibi; başka bir boyuta geçmiş gibi; kaosun dindiği bir sessizlik içinde ayrı bir işleyişi var buranın.

ASLIHAN TÜYLÜOĞLU

Bazı şeyler küçüktür. O kadar ki hiç önemsemezsiniz onları. Yokmuş gibidirler. Ancak yokluklarında değerleri bilinir. Bir makineden bir vida eksilse,  değerli bir saatin pimi düşse, bir gömleğin düğmesi kopsa… o zaman bu kadar küçük bir şeyin nasıl da büyük işler başardığını anlarsınız.

Bu küçük şeyleri bulmak, tamamlamak gittikçe zorlaşıyor. Bunları takıp eşyaları tamir eden, hayata döndüren türlü ustalar da çekilip gidiyor hayatımızdan. Kaldırıp atılsın yenisi alınsın isteniyor bu eşyalar. Tüketim çarkı sürekli dönsün. İnsan her şeyi gözden çıkartabilsin. Yenisini almak derdiyle çalışsın, çalışsın. Oysa bir gün çok sevdiğiniz bir eşofmanı gözden çıkartamaz ve bozulan çıtçıtı için yollara düşebilirsiniz.

Bana da öyle oldu. Bir çıt çıt için Nergizdeki bütün terzilere gittim. Baskılı olduğundan “Bundan bizde bulunmaz Karşıyaka çarşısına gideceksiniz.” yanıtını aldım. Ama tam yerini öğrenmem zaman aldı. Sonunda terzinin biri bana büyük bir sır veriyormuş gibi çarşıdaki bir pasajda bir düğmeciyi tarif etti.

AZ ÖNCE BURAYA GİREN İNSAN DEĞİLİM ARTIK

Ertesi gün soluğu pasajda aldım. Tarif edildiği gibi, kumaş pazarının yanında, işi olmayanın göremeyeceği bir kapısı var. Garip olan yüzlerce kez geçtiğim bu sokakta bu küçük kapıdan girince bir pasaj olduğunu anlamamış olmam. Hiç bilmediğim bana yakın ama bugüne kadar benim için hiç olmamış bir yer… Sanki çarşının bütününden kopmuş, o keşmekeşin içinde değilmiş gibi; başka bir boyuta geçmiş gibi; kaosun dindiği bir sessizlik içinde ayrı bir işleyişi var buranın. Bir öyküden yahut romandan çıkmış gibi. Son romanının girişinde burayı uzun uzun betimleyecek bir yazar edasıyla ortalığı kolaçan ediyorum ben de. Girer girmez salgın nedeniyle yasaklanmasına rağmen kenarlarda tabure ve tahta masaları görüyorum. İçim parlıyor. İki adam sigara yasağını da delip çayın yanında sohbeti koyultmuşlar. Düğmeciyi sormama gerek kalmıyor zaten topu topu beş dükkân var. Bir terzi, bir çantacı, bir nargileci, bir çay ocağı ve düğmeci… Daracık dükkân tıka basa düğme, fermuar, dikiş malzemeleri ile dolu. Düğmeci çıtçıtlara bakar bakmaz elinde bunlardan olduğunu söylüyor; on dakika sonra gelmemi istiyor. Pasajdan çıkmak istemiyorum bir rüyadan uyanmak istemezmiş gibi… Bu öyküde bir süre daha kalmak için o iki adamın çaprazındaki masaya oturuyorum. Bir karadut ve bir soda içip sigara yasağını ben de deliyorum. Burası böyle özel, sakınımlı bir yer. Bilenin bildiği ama illa herkesin bir gün yolunun düştüğü bir yer. Yasaklardan başlayarak lafa dalıyorum ben de o iki adamla. Buranın müdavimleri oldukları belli. Nedense Edip Cansever’in Ruhi Bey’ini anımsıyorum. Ya da doğrudan Edip Cansever’in Krepen Pasajında oturduğu o anı. Bu loş pasajda o şiiri okurken duyduğum kokunun aynısı var. Az önce buraya giren insan değilim artık. Artık sokağın kalabalığına rağmen burda zamanın farklı, uzamın farklı olduğu bu pasajda geçmişte kalmış bir şeylerin içinde olduğumu biliyorum. Varlığı git gide tehdit altında olan ve yok olmaya yüz tutmuş bir dünyadayım şimdi. Büyük vitrinler, parlak ışıklarla gözümüze sokulmayan bu yer, hayatımızı değiştiren küçük dokunuşlarla dolu. Bu küçücük dükkânda sanki dünyanın bütün düğmeleri vardı. Düğmeci de çok yaşlı sayılmazdı. Orta yaşlarının sonundaydı sanırım. Umarım bir çırak yetiştirebilir.

YENİ DÜŞLER İLİKLİYORUM ÜZERİME

Çıtçıtlarım takılmış… Yeni arkadaşlarıma veda edip Nergiz’e doğru yürüyorum. Bu son yılda ne kadar çok şey geldi başıma. Hayıflanacak bir şey yok, çünkü hayat öğretiyor; işte yıllar sonra şehir bana yepyeni bir hayat sunuyor. Eski hayatım kadar korunaklı değil ama daha zengin bir insan ve yaşantı şenliği. Bu yeni hayatımı değişen çıtçıtlarla kutluyorum. Yeni düşleri ilikliyorum üzerime. “Ben Aslıhan, Nasılım?” Bu, buruk ve bazen korkutucu ama olsun…