Osmanlı’da Bir Gözlemevi Öyküsü

Şark toplumlarının yazgısından olacak, yine gericilik bilime üstün gelmiş; şeyhülislâm saray çevresinin de desteğini alıp padişahı rasathanenin “günah” olduğu yolunda doldurmaya ve korkutmaya başlamıştı

 

 

AV. CEM BAYINDIR

Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
Ya dünyamıza inecek ölüm.

(Nâzım Hikmet)

 

Bundan yaklaşık 500 yıl önce 1575 yılının 19 Eylülünde döneminin büyük gökbilimcisi bilgin Takiyüddin girişiminde yapımına başlanan gözlemevi (rasathane) Türk bilim tarihinin en önemli olaylarından biri olmakla birlikte, ne yazık ki kısa ömürlü olmuştur.  

İnsanlık tarihi boyunca gökyüzü en çok merak edilen yer olmuş, gökbilim (astronomi) de bu doğrultuda en gözde bilim dalları arasına girmiştir. 12.-15. yüzyıl arasında Müslüman coğrafyasının da birçok kentinde gözlemevleri kurulmuş, Nasirüddin Tusi, Uluğ Bey, Ali Kuşçu gibi bilim insanlarının öncülüğünde önemli bilimsel incelemeler, çalışmalar yapılmıştır.

Bu yıllarda Müneccimbaşı Mustafa Çelebi’nin yerine atanan Takiyüddin bin Mehmet bin Ahmed de (1526-1585) Osmanlı’da ilk rasathanenin kurucusu olup, bir Türk ailesinin çocuğu olarak Suriye’de doğmuş, Kepler’in hocası Danimarkalı Tycho Brahe ile aynı dönemde yaşamış, Mısır ve Şam’da eğitim almış bir bilim insandır.

Takiyüddin ve rasat çalışmaları

O zamana değin Türkiye’de rasathane adına bir şey bulunmadığı gibi, gökbilimi (astronomi) adı ve rasat hesapları, ancak kâğıt üzerinde, eski zîclerden (çizelge, gökbilim tablosu); yapılan hesaplarsa, Arapça ya da Farsçadan çevrilen kitapların içerisinde kalmıştı.

Gerçekte, müneccimbaşılık yapması ve padişaha yıldızlardan geleceği okuması için getirilmiş ve görevlendirilmiş olan Takiyüddin, padişahın hocası Hoca Sadeddin Efendi’ye bir rapor (lâyiha) sunarak, artık Uluğ Bey’in zîcinin yeni rasatlarla düzeltilmesi gerektiğini, çünkü o zîce göre yapılan hesapların her zaman doğru çıkmadığını, eksikliklerinin olduğunu bildirmiş, padişahın büyük saygı duyduğu ve aslen Şah İsmail’in yakın çevresinden olan ve Çaldıran Savaşı sonrası İstanbul’a getirilen babası Hasan Can’dan dolayı İstanbul’da doğup burada ciddi bilimsel eğitim almış dönemin büyük aydını Hoca Sadeddin Efendi de bu rapor doğrultusunda, onun padişahtan Tophane bayırında bir rasathane kurması için izin almıştır.

Padişah III. Murad’ın yapım işi için görevlendirdiği ve yönetici tayin ettiği Takiyüddin’in, 15 yardımcısıyla kısa zamanda kurduğu rasathane o zaman için gerekli mekanik saat, gönye, kum saati, gök küreleri, pergel ve cetvel gibi gökbilim araçlarıyla donatılmış ve yanı başında da rasat araçlarının rüzgardan etkilenmemeleri için 40 arşın yani 27-28 metre derinliğinde de bir rasat kuyusu kazılmıştır.

 

Rasathanenin yaklaşık üç yıl süren ömrü içerisinde Takiyüddin gök cisimleri ile ilgili önemli gözlemler yapmış, gözlem aletlerinin en çağdaş biçime dönüştürülmesini sağlamış, güneş ölçü ve hareketlerinin hesaplanmasında en doğru sonuçlara ulaşmıştır.

Üsturlabla çalışan gökbilimciler ve önlerinde çeşitli ölçüm araçlarıyla, kum saati

Paris’te Millî kütüphanede, Takiyüddin’in, Âlât-ür-Rasadiye Li Zîc-i Şehinşahiye isimli yapıtında rasathanede kullanılacak aletlerin adları ve yapılış biçimleri kusursuz olarak açıklanmaktadır. Bu yapıtta adı geçen aletlerin Ptolemaios’un (Batlamyus) Almagest’inde (Büyük Diziliş) bildirilen usullere göre yapıldığını ve Takiyüddin’in kendi buluşu olan ve saniyeyi gösterebilen üstün özelliklere sahip “Bengâm-i rasadî”den de (Astronomik saat) söz edilir.  

Takiyüddin’in bulduğu güneş saatleri, mekanik saatler dışında; cep, duvar, masa saatleri ve astronomik saatlerle gözlem saatlerini anlattığı “Mekanik Saat Yapımı” adlı kitabı, tüm dünyada o yüzyılda bu konuda kaleme alınmış ilk ve en ayrıntılı kitaptır.

Takiyüddin’in “Müşebbehe bi’l-mantık” adlı ve burçlar kuşağı üzerinde uygulanarak, yıldızların yerlerini bulmaya yarar başka bir alet bulduğu da birçok belgede yer almaktadır. Bilim insanı Takiyüddin, yaptığı gözlemlerin sonuçlarını toplaya­rak, Südret-ül-Münteha El-Efkâr Fi Melekût-İl-Felek-üd-Devvar adlı büyük yapıtını kaleme almıştır.

Kitapta, yapılan gözlemlere bazen “rasad-üc-ce- did-üs-sultani”, bazen de “rasad-üc-cedid-ül-Murad Hani” diye ad koymuş, ilk 40 sayfada trigonometrik çizgileri tarif ve hesabından söz ettikten sonra, astronomiye girerek, astronomik saatleri, gök dairelerini ve bu dairelerin kesişmesinden hâsıl olan açı hesaplarını açıklamış, ardından da, gözlem aletlerinin ve usul­lerinin anlatımı, sonra da ay ve güneşin hareketlerinin gözlemleri yer almıştır.

Yine kitapta altmışlık usulle hesap edilmiş sinüs ve başka trigonometrik çizgiler cetvelleri vardır.  Ünlü bilim insanı Kopernik’in o yıllarda sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjantı bilmediği düşünülürse Takiyüddîn’in araştırmalarının matematik ve gökbilim tarihi açısından önemi daha da anlaşılacaktır.

Kopernik ile dünya evrenin merkezi olmaktan çıkar. Güneş merkezli evren sistemi oluşturulur

Onun, teleskopun, 1600’lerde Alman bilim insanı Hans Lippershey tarafından geliştirilmesinden, 1609‘da İtalyan büyük bilgin Galilei tarafından de ilk kez gökyüzünü gözlemlemek için kullanılmasından 30-40 yıl önce teleskop çalışmaları yaptığı da anlaşılmaktadır:

“Ben uzakta bulunmaları nedeniyle görülemeyen (gözden gizlenmiş olan) eşyayı en ince ayrıntılarıyla gösterebilen ve ortalama uzaklıkta bulunan gemilerin yelkenlerini bir ucundan tek bir gözle baktığınızda görebileceğiniz ve (daha önce) Yunanlı bilginlerin yapıp, İskenderiye Kulesi’ne yerleştirmiş olduklarına benzer bir billur (mercek) yaptım.”

İşte bu bilgin astronomun kurduğu ve kısa zamanda büyük işler yaptığı İstanbul rasathanesinin ömrü pek kısa olmuş, en büyük destekçisi olan Hoca Sadeddin Efendi ile Şeyhülislâm Ahmed Şemseddin Efendi arasında süregelen çekişmede, Şark toplumlarının yazgısından olacak, yine gericilik bilime üstün gelmiş; şeyhülislâm saray çevresinin de desteğini alıp padişahı rasathanenin “günah” olduğu yolunda doldurmaya ve korkutmaya başlamıştı.  

Gökyüzünde çıplak gözle bile görülebilen bir kuyrukluyıldızın geçmesi, İstanbul’da önlenemeyen bir veba salgını ve sonrasında bir deprem olması ve İran Seferinin de beklenen sonucu vermemesiyle saray ve halk bu gerici söylemlerin ve boş inançların etkisinde kalmış, bu felaketlerin rasathaneden dolayı yaşandığı söylenir olmuştu. Hatta, bazı belgelere göre, aynı günlerde halkı kışkırtmak için bu gerici takımının, Takiyüddin’in gözlem aletleriyle meleklerin bacaklarına baktığı söylentilerini yaydığı da iddia edilir.

İstanbul göklerinde kuyrukluyıldız

Şeyhülislam’ın “Gözlem yapılan hiçbir memlekette mamur devletin tahrip olmadığı ve devlet yapısının zelzeleye uğramadığı görülmedi.” fetvasıyla III. Murad, “Derhal yıkıla!” buyurdu ve Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, 987 yılı zilhiccesinin 4. Perşembe günü (21 Ocak 1580) Takiyüddîn’in rasathanesini denizden hedef alarak bir gecede topa tutarak yerle bir etti.

Gözlemevi yıktırıldıktan sonra, Takiyüddin’in kimilerine göre İstanbul’da kaldığı, Kâtip Çelebi’ye göre ise Şam’a giderek ve bilimsel çalışmalarını tek başına sürdürdüğü ve 1585’te öldüğü yazılır. Ölümü üzerine Şair Nadirî şöyle yazmıştır:

Mezarında yatar iken Nâdiri gözler ser-i kuyun
Rasad-sâz oldu gûyâ seyreyier çâh içre gerdun”

(Mezarında yatar iken, başucundaki Nadir’i gözler/Kuyunun içinden bile hala rasat yapmaya devam eder.)

Kişisel çekişmelerin de etkisiyle, dinsel gericiliğin bilime karşı Türk topraklarında ilk düşmanlığının eseri bu olay, aklın ve bilimin bu topraklara, bu coğrafyaya bugün bile neden uzak olduğunu göstermektedir.

Bilimsel gelişmelere 16. Yüzyıla değin öncülük eden Doğu, Rönesans’ın doğmasıyla bilimsel düşünceyi ve aklı Batıya bırakmıştır. Doğu ile Batının köprüsü durumunda olan Anadolu’da ise, Takiyüddin Efendi, Johannes Kepler’den, Galileo Galilei’den bile önce, Batıdan bir adım önde gökyüzünü keşfetmeye koyulmuşken din adamlarının ve bağnazlığın gücünü aşamamıştır.

Bugün de din adamlarının sözlerinin tartışıldığına ve daha çok itibar gördüğüne tanık olduğumuzdan aradan geçen 500 yılda, Cumhuriyetimizin ilk birkaç on yılı dışında bilim, bilgi ve aklın bize bu denli uzak kalmasına hiç şaşmamak gerekiyor. Yapabileceğimiz, aklın, bilginin ve bilimin özgürlük alanını ve gücünü yaratarak ve genişleterek gericiliğin etki alanını geriletmek ve yok etmektir.

 

KAYNAKÇA:

 

 PAYLAŞMANIZ İÇİN