Ölümünden 11 gün Önce Uğur Mumcu’nun Harp Akademileri’nde Verdiği Konferans

24 Ocak 1993 günü arabasına konan bir bomba sonucu hayatını kaybeden gazeteci Uğur Mumcu’nun suikastten 11 gün önce 13 Ocak 1993 Harp Akademilerinde kurmay subay adaylarına  “Türk Basını ve Sorunları ”başlığı ile verdiği konferansın metnini ölümünün 29. Yılında anısına paylaşıyorum

 

DR. ABDULLAH KÖKTÜRK

Konferans Türk basınının sorunları üzerine olsa da, konferans sonundaki soru-cevap bölümünde ilginç bölümler var. Uğur Mumcu ölüm tehditleri aldığını da söylüyor.
Konferans tam metni:

TÜRK BASINI VE SORUNLARI
UĞUR MUMCU


1. TARİHÇE:

1. OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA

Dünyamız bugün hızlı bir değişim sürecinde yaşıyor, Dünya’daki bu hızlı değişim, Türkiye’ye de yansıyor, Kitle iletişim araçları bu gelişmenin en hızlı yaşandığı bir kesimi oluşturuyor. Türk basını şu anda bu gelişimin sancılarını yaşıyor.

Basının bugün içinde bulunduğu koşulları daha yakından tanıyabilmek için yazılı basının Türkiye’ye nasıl girdiğini -kısaca da olsa- anımsamamız gerekiyor.

Avrupa’da gazetelerin çıkışı, 1600-1650 yıllarına rastlar. Türkiye’de ilk basımevi, İspanya’dan kaçan Yahudiler tarafından kurulmuştur, Davit ve Samuel Nahmes kardeşler, Gutenberg’in İncil’i kitap olarak basmasından yaklaşık kırk yıl, sonra İstanbul’da bir basımevi kurarak 1495 yılında hazreti Musa’nın “Beş Emri”ni basmışlardır.

1497-1792 yılları arasında Yahudi, Rum ve Ermenilerce kurulan basımevi sayısı 37’yi bulmuştur.

Türkiye ‘de basımevi kuran ilk Türkler: Macar kökenli Ibrahim Müteferrika ve Büyükelçi 28 Mehmet Çelebi’nin oğlu Sait Efendidir. 1727 yılının aralık ayında İstanbul’da kurulan bir ilk Osmanlı ya da Türk basımevinin ilk ürünü “Vankulu  Lugatı” adlı bir sözlüktür,

Türkiye’de ilk gazete, 1795’de Fransa’nın İstanbul Büyükelçiliği tarafından çıkarılmıştır. Bu gazete dışında İzmir’de Fransızca “Doğu Gözlemcisi” adlı resmi bir gazete daha çıkarılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunda Türkçe olarak çıkarılan ilk gazete Sultan 2. Mahmud’un fermanı ile yayınlanan 11 Kasım 1831 tarihli “Takvim-i Vakayi” adlı resmi nitelikte, gazetedir.

Türkçe olarak ilk özel gazete William Churchill adlı bir İngiliz tarafından 1840 yılında yayın yaşamına adımını atan “Ceride-i Havadis adlı gazetedir. Türkler tarafından çıkarılan ilk Türkçe gazete “Tercüman-ı  Ahval”dir. 21 Ekim 1860 günü yayınlanan “Tercüman-ı Ahval”in sahibi Yeni Osmanlılar Derneği’nin üyesi ve devlet memuru Ağah Efendi’dir.

İkinci gazete, Şinasi ‘tarafından 27 Haziran 1862 tarihinde çıkartılan “Tasvir-1 Efkar”dır.   Üçüncü önemli gazete 1866’da Ali Suavi yönetiminde yayınlanan “Muhbir” adlı gazetedir. Bu gazetenin önemi, Saray’a karşıt siyasi düşüncelere yer vermesidir.

1878 yılında yayına başlayan Ahmet Mithat Efendi’nin “Terüiman-ı Hakikat” adli gazetesi de ilk yıllarında Sultan Abdülhamid tarafından desteklemiştir. 1870’de Sarrafyan adlı bir ermeni tarafından çıkarılan “İbret” adlı gazetenin başyazarlığını Namık Kemal yapmaktaydı.

1800’lü yılların önemli yayın organlarından biri Murat Efendi’nin “Mizan” dergisi ve “Meşveret” adlı gazetesidir.

“Basiret” Ali Bey tarafından, 1869 yılında çıkarılmıştır. Ali Bey’in Alman siyasetini öven yazıları nedeniyle Alman İmparatorluğu Büyükelçiliği tarafından Berlin’e çağrılmış, kendisine Bismark tarafından armağan olarak 100 mark ve ayrıca bir matbaa verilmiştir.  “Basiret” yabancı devlette para alan ilk gazete örneğidir!

Basında ilk yasaklamalar, 1858 yılında çıkarılan Ceza Yasası ile gerçekleştirilmiştir.

1.MEŞRUTİYET VE MÜTAREKE BASINI

İkinci Meşrutiyet, Türk basın yaşama için de bir canlı dönem olmuştur. “İkdam”, “Sabah”, “Tercüman” ve “Saadet” adlı gazeteler dışında “Yeni Gazete”, “Tanin “Serbesti”, “Sadav-ı Millet”, “Volkan”, “Sırat-ı Müstakim”, “Şuray-ı Ümmet”  ardarda çıkan gazetelerdi.

İkinci Meşrutiyet’in ilk dört ayında 607 gazete ve dergi’ yayınlandı. 1908-1918 yılları arasında yayınlanan gazete ve dergi sayısı 918’e ulaştı.

“Mütareke Dönemi” İstanbul basını ikiye ayrılmıştı. Necmettin Sadak’ın “Akşam”, Celal ve Nuri Suphi kardeşler “İleri”, Yunus Nadi “Yeni Gün”, Ahmet Emin Yalman ve Asım Us “Vakit”, Falih Rıfkı, Ahmet Cevdet ve Yakup Kadri “ikdam” gazetelerinde Mustafa Kemal’i desteklerken, Ali Kemal’in “Peyami Sabah”ı, Ref i Cevat Ulunay’ın “Alemdar”ı ve Sait Molla’nın “İstanbul” adlı gazeteleri ve Refik Halit Karay’ın “Aydede” adlı dergisi de Mustafa Kemal’e karşı çıkıyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa,  Sivas’da 11 Eylül 1919 günü “İrade-i Millîye”, 10 Ocak 1920 günü de Ankara’da “Hakimiyet’i Millîye” gazetelerini çıkartmış, 6 Nisan 19209 günü de “Anadolu Ajansa”nı kurdurmuştu.

Yunus Nadi İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırdığı Yeni Gün Gazetesi ve matbaası ile 1 Eylül 1921 günü Ankara’da başladığı yayınlarla Kuvayı Milliye’nin sözcülüğünü yapmıştır.

Sadri Ertem’in yönetimdeki “Örgüt”, Arif Oruç “un “Seyyare-i Yeni Dünya”, Mustafa Necati ve Vasıf Çınar in “İzmir’e  Doğru”, Balıkesir’deki “Son Söz”, Adana’daki “Yeni Adana” ve Kastamonu’ daki “Açıksöz” gazeteleri Kuvayı Milliyeyi destekleyen gazetelerdi.

1. CUMHURİYET DÖNEMİ:

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması ve Cumhuriyetin kurulmasından sonra başlayan Şeyh Sait Ayaklanmasından sonra “Takrir-i Sükun Kanunu”, çıkarılmış, hükümet, bu yasaya dayanarak aralarında “Tevhid -Efkar”, “Son Telgraf”, “Aydınlık”, “Orak Çekiç”, ve “Tanin” adlı gazetelerinin de bulunduğu: yayın organlarını kapatmış, yazarlarını da tutuklatmıştı.

1929-31 yılları arasında yayınlanan gazetelerde “Serbest Fırka”yı savunmaları üzerine TBMM’sinde ‘basın      özgürlüğü konuşmalar yapılmış, 1931 yılında da “Matbuat Kanunu” çıkarılmıştı.

1931-38 döneminin gazeteleri, “Cumhuriyet“, “Akşam”, “Tan”, “Son- Posta”, “Zaman” ve “Vakit” tir,.

1938-50 dönemi, basın için yasaklar la geçen bir dönemdir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında “Tasvir-i Efkar” ve “Cumhuriyet” Almanlarla dostluk politikasını savunmuşlar, “Akşam”, “Tanin” ve “Vatan” müttefiklerden yana tavır almışlar, Sertellerin “Tan” Gazetesi de Sovyet dostluğundan yana yayınlar yapmıştır.

1. 1950-1960 DÖNEMİ

Çok partili yaşama girilmesi ile birlikte, basın özgürlüğü sınırları da genişlemiş, Mehmet Ali Aybar’ın “Zincirli Hürriyet”, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in birlikte “Marko Paşa”, Orhan Veli, Sabahattin Eyüpoğlu, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat’ın çıkarttıkları “Yaprak” dergisi kısa sürede ilgi görmüş, Aybar, Nesin ve Sabahattin Ali haklarında davalar açılmıştı,

Aynı dönemde Necip Fazıl Kisakürek’in çıkardığı “Büyük Doğu” dergisi de İslamcı kesimde büyük ilgi görmüştü. 1950 yılına gelindiğinde Ankara ve İstanbul’da Cumhuriyet, Vatan, Tasvir, Akşam, Yeni Sabah, Tanin, Ulus, Zafer, Hürriyet  ve Milliyet gazeteleri çıkmaktaydı. 1950 yılında iktidara gelen DP, hemen bir Basın Yasası hazırlamış, 1952 yılında çıkarılan, ve basın mesleğinde çalışanlarla çalıştırılanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen 13 Haziran 1952 tarihli yasa ile de basın çalışanlarına sosyal haklar sağlanmıştır.

DP, 1954 yılında çıkardığı yasa ile basın özgürlüğünü kısıtlayan ilk adımını atmış, bu yasayı, 1956 yılında kabul edilen iki yasa daha izlemiştir. 26 Kasım 1957 günü yayınlanan kararname ile de gazete ve dergi kağıtlarının tek elden dışalımı kararlaştırılarak “kağıt tahsisleri” dönemi başlatılmış, muhalefeti savunan gazetelere ilan ambargoları konulurken, Zafer, Yeni Asır ve Havadis gibi iktidar yanlısı gazetelerine resmi ilanlarla destek olunmuş, ayrıca örtülü ödenekten başta Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Ethem İzzet Benice, Burhan Belge ve Yusuf Ziya Ortaç’a para yardımları yapılmıştır.  1957-60 yılları arasında birçok gazeteye ve gazeteciye karşı ceza davaları açılmıştır.

1960 VE SONRASI

27 Mayıs 1960 ihtilali ile birlikte tutuklu bulunan gazeteciler salıverilmiş, DP döneminde çıkarılan ve basın, özgürlüğünü kısıtlayan yasalar da kaldırılmıştı. 13 Ocak 1961 günü çıkarılan 212 sayılı yasa ile de başın isçilerine yeni sosyal haklar ve güvenceler sağlanmış, Basın İlan Kurumu oluşturularak resmi ilanların dağıtımında hükümet yetkisi kısıtlanmıştır. Bu dönemin uygulamalarından biri de kısa süre uygulanan “Basın Ahlak Yasası” dır.

1960 döneminin en büyük özelliği bir anlamda basın özgürlüğü yönünde atılan adım olmuştur. Basın ile ilgili kısıtlamalar özellikle Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 sıkıyönetim dönemlerinde görülmüş, bu dönemlerde birçok gazete kısa sürelerle kapatılmış, gazeteciler de çeşitli sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmışlardır. “Yayıncılar Birliği”nden aldığımız sayılara göre 1980 yılından sonra. 2792 yazar, çevirmen, yayıncı ve gazeteci hakkında,458 yayın ile ilgili olarak soruşturma açılmış, bu,458 yayının 368’nin zoralımına ve imhasına karar verilmiş, yaklaşık 80 tonu bulan bu yayınların 40 bini, kağıt hamuru yapılmış, 14 bin kitap yakılmıştır.

2. TİRAJ VE OKUMA ALIŞKANLIĞI

Basının yapısını ve sorunlarını anlatabilmek için gazete ve kitap okur bu sayı ve oranlarını Dünya’daki çağdaş ülkelerle karşılaştırmak gerekir.

Önce hammaddeden başlayarak kağıt ve kağıt tüketiminden karşılaştırmalı örnekler veren 1987 yılı verilerine göre Danimarka’da kişi basına 108 kg., Federal Almanya’da 191 Belçika ve Lüksemburg’da 182 kg., Hollanda’da ve İngiltere’de 155, Fransa’da 130, İtalya ve 102, İspanya’da 92, Portekiz’de 59 kg. dır.

Bu sayı Türkiye’de yalnızca 16.2 kg. Evet o. kadar!

Bu sayılar ve oranlar okuma alışkanlıklar konusunda da ipuçları veriyor Türkiye de kitap okurları da günden güne azalıyor. 1945 yılında kişi başına düşen kitap 10.2 iken bu oran 1960 yılında 21.8, 1965 yılında 27,8’e çıkıyor, 1980 yılında 5.7’ye düşüyor, 90’larda da ayni oranı koruyor.

1979 yılında, toplam 5017 kitap basılmış, bu. Sayı 1980 yılında 4813’e düşmüş.  Kitap basımı 1982 yılında 8190’a, 1983 yılında 7180’e, 1984 yılında 7224’e çıkmış, bu sayı 1985’de 6741’e inmiş, 1986’da 6794 olmuş 1987’de de 6382’ye inmiştir.

1966 yılından bu yana okur-yazar sayısında yaklaşık altı kat oranında artış olmuş, ancak kitap çeşidi sayısı aynı kalmıştır.

ABD de bir yılda basılan kitap sayısı 509 milyon 332 bin, eski Sovyetler …2 milyon 660 bin ( bant çözümü – sayı tam anlaşılmadı), Fransa, 50 milyon 470 bin, Iran, 7 milyon 399 bin, Finlandiya, 24 milyon 876 bin, Japonya, 58 milyon 786 bin, Yugoslavya 24 milyon 123 bin, Belçika, 24 milyon 140 bin, İspanya, 11 milyon 730 bin, İsveç 39 milyon 31 bin,

Türkiye, 6 milyon 167 bin! Evet bu kadar!

Gelelim toplam gazete tirajlarına;

ABD 62 milyon 415 bin,  her 1000 kişiden 269 kişi gazete okuru. Almanya Federal Cumhuriyeti (birleşmeden önce) 25 Milyon 103, Almanya’da her 1000 kişiden 408’1 gazete okuru. Fransa’da-. toplam tiraj 10 milyon 322 bin, her 1000 Fransız yurttaşından 191’i gazete okuyor, İngiltere, toplam tiraj 14 milyon 600 bin, dergilerinki 17 milyon 600 bindir, her 1000 İngiliz’den 421’i gazete okuyor. Belçika’da bu oran; toplam 2 milyon 204 bin ile l000/224, eski- Sovyetler’de  85 milyon 118 bin gazete satılıyor. Her 1000 Sovyet yurttaşından 314’ü gazete okuyordu.

İtalya’da bu ‘oran 1000’de 146, Finlandiya’da 1000’de 636, Malezya’da 1000’de 323, Ispanya’da 1000’de 78, Hollanda’da 1000’de 342, Danimarka’da 1000’de 360, Kuveyt’de 1000 de197.

Türkiye’de 1000’de 56. Ansiklopedi olayından önce yıllık ortalama toplam tiraj 3 milyon 28 bin 484’di. Bu sayı, bugün 4 milyon 354 bin 381’e ulaşmıştır. Aradaki fark. 1 milyon 335 bin 897’dir. Bu yapay ve geçici tirajdır. Ansiklopedi olayından önceki verilere göre her 1000 Türk yurttaşından ancak 56’sı gazete okurudur!

Gazetelerin toplam tirajının yüzde 45’i İstanbul, Ankara, İzmir’de satılıyor. Bu kentlerde her 1000 kişiden, 113.4’u gazete okuyor. Bu oran, Anadolu kentlerinde yüzde 40’lara kadar düşüyor. 1965 yılında her 100 kişiden 731 gazete alırken, bu oran 1989’da 6,5’a iniyor.

UNESCO, bir ülkeyi kalkınmış ülke sayabilmek için her 1000 kişiden 100 kişinin gazete okuru olması ölçü ve koşulunu arıyor. Yine UNESCO’ya göre uygar bir ülkede her 1000 kişiden 300 kişinin gazete okuması gerekiyor. Türkiye’nin böyle bir düzeye ulaşabilmesi için gazete tirajlarının 17 milyonu aşması gerekmektedir.

3. TEKELLEŞMEYE KARŞI ÖNLEMLER

Basında tekelleşme konusu. “Avrupa Konvensivonu”nun 10. maddesinde yer alan anlatım özgürlüğü tanımı ve bu özgürlüğe tanınan güvenceler nedeniyle sık sık Avrupa Konseyi gündemine gelmiştir. Ancak bu güne kadar bir karar alınmış değildir.

Avrupa Topluluğu sözleşmesinin 85 ve 86. maddeleri haksız rekabete yol açan iş ortaklıklarının Adalet Divanına götürülmesini öngörmektedir.

Tekelleşme konusundaki en ilginç örnekler, kapitalizmin anayurdu ABD’dedir.

Tekellesme ile ilgili “Clayton” ve “Sherman” adlı yasalar vardır. 1987 yılında tekelleşme konusundaki boşlukları doldurmak üzere “Public Law 100-200” adlı bir yaşa daha çıkarılmıştır. Bu yasaya göre bir dağıtım pazarındaki en büyük yayın organının, ayni alandaki bir başka yayın grubunu satın alması yasaklanmaktadır. ABD’de tekelleşmeyi önlemek üzere bir komisyon kurulmuştur. “Federal İletişim Komisyonu-Federal Communication Commission” üyeleri Cumhurbaşkanının önerisi ve Senatonun onayı ile göreve başlarlar. Avusturalyalı yayıncı Robert Murdoch, 1987 yılına kadar Boston ve Newyork’daki televizyon kuruluşlarını satın aldıktan sonra televizyon alanından yazılı basına da el atmış ve “Newyork Post” ve “The American Herald’` gazetelerini satın almıştır.

Bu tekelleşme eğilimi ABD’de tartışma yaratmış, Murdoch, bu tartışmalardan sonra “The Newyork Post” gazetesini satmıştı. ABD’de toplam günlük tirajın yüzde 58,6’sı 25 ayrı grup tarafından çıkarılan şirketlerin elindedir. Bu yüzden tekelleşme söz konusu değildir. Almanya’da 1976 yılında çıkarılan bir yasaya göre 25 milyon DM yıllık cirosu olan bir basın kuruluşunun el değiştirmesi “Federal Kartel Dairesi”ne bildirilir. Bu daire, bu birleşmeyi onaylamayabilir.

Fransa’da gazetelerin el değiştirmeleri  Ekonomi Bakanınca “Rekabet Konseyi” ne götürülür. Gazetelerin el değiştirmesi sonunda yeni işveren toplam tirajın yüzde 30’una sahip oluyorsa “Rekabet Konseyi” bu satış işlemine onay vermemektedir.

İngiltere’de şirketlerin birleşme ve değiştirmeleri “Fair Trading Act” adlı yasaya göre yapılır. Bir gazetenin el değiştirmesi sonunda yeni işveren 500 binlik tirajlı yayın grubuna sahip oluyorsa, bu satış işleminin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca onaylanması gerekir. Satış işlemi, bu aşamadan önce “Monopoll and Mergers Commission” adlı tekel ve birleş komisyonunca incelenir.

1987 yılında Avusturalyalı yayıncı Robert Murdoch, ‘The Financial Times’ gazetesinin hisse senetlerinin bir kısmını almak istemiş, satış işleminin komisyonda görüşülmesi istenince gazete sahipleri satış işlemlerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardı.

İngiltere’de toplam 14 milyon 600 bin tiraj 11 şirket tarafından çıkarılan gazetelerce paylaşılıyor. İtalya’da Basın Yasası’nın 3. Maddesi  toplam tiraj artışları için bir sınır getirmekte, sınırın aşılması halinde yasa ile getirilen oranları aşan yayın organlarını “tekel” sayarak bu tirajları asan yayın organlarının el değiştirmeleri, “garantör” adı verilen bir görevli tarafından yargı denetimine götürülebilmektedir.

İsveç’te gazetelerin el değiştirmeler! genel rekabet yasaları içinde inceleniyor. Bu konudaki kararı “Piyasa Mahkemesi” veriyor. Mahkeme, bir birleşmeyi haksız rekabet sınırları içinde görüyorsa, bu satış işlemini geçersiz sayabiliyor. İsveç’te 4 milyon 200 binlik tiraj, 18 şirketin sahip oldukları gazetelerce paylaşılıyor

4. TÜRK BASININDAKİ TEKELLEŞME EĞİLİMİ

Türkiye’de tekelleşmeyi önleyecek herhangi bir yasa çıkarılmış değildir. 10 Kasım 1983 tarihinde 2850 sayılı yasada yapılan değişiklikle yabancılara da Türkiye’de gazete kurma ya da satın alma olanağı sağlanmıştır. İngiliz uyruklu işadamı Asil Nadir, bu yasa değişikliğinden sonra Türkiye’de basın yaşamına girmiştir.

1988 yılında Türkiye’deki toplam tirajın yüzde 76.4’lük payı, dört, grup tarafından paylaşılıyordu. Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün 1988 yılı saptamalarına göre bu paylar şöyleydi Günaydın grubu yüzde 28, Sabah grubu yüzde 24.6, Hürriyet grubu yüzde 15.8, Milliyet grubu yüzde 8, Türkiye yüzde 4.1 , Cumhuriyet  yüzde 3.3, Tercüman  yüzde 2.9.

Aradan geçen üç yıl içinde Günaydın gazetesi el değiştirmiş, Cumhuriyet ve Tercüman gazeteleri, tiraj yitirmişler, Güneş gazetesi kapanmış, Zaman ve Yeni Asya ve Milli Gazete, Tercüman gazetesinin okurlarını toplamışlardır. Bu arada 15-20 bin tirajlı Özgür Gündem gazetesi yayına başlamıştır.

1988-92 arasında tekelleşme eğilimi daha da artmıştır. Geçen haftanın verilerine göre tirajın gazete gruplar arasında dağılımı şöyledir;

Hürriyet Grubu 1.108.373 ile yüzde 26.1, Sabah Grubu 1.279281 ile yüzde 30.13, Milliyet Grubu 1.181.231 ile yüzde 27.82. Günaydın-Tan 57.609 ile yüzde 1.36, Cumhuriyet 52.406 ile yüzde 1.24, Tercüman 16.623 ile yüzde 0.39, Özgür Gündem 15.137 ile yüzde 0.36, Türkiye 349.119 ile yüzde 8.22,   Zaman 130.269 ile yüzde 3.07, Milli Gazete 22.063 ile yüzde 0.52.

Bu son sayılar da gösteriyor ki, toplam tirajın yüzde 84,05’i üç yayın grubunun elindedir. 1988-1992 arasındaki tekelleşme artışı yüzde 7.65 dolayındadır.

Bu sayılar Türk basınındaki tekelleşmenin ulaştığı korkunç boyutlarını göstermektedir. Bu yayın gruplarının televizyon alanına da el atmaları tekelleşmenin basın özgürlüğünü ve demokrasiyi tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olduğunu da gösteriyor.

1980-92 döneminin yayın yaşamındaki bir özelliği de dergi sayısındaki artışlardır. 1988 yılı içinde tirajı 2.000’in -üzerinde 47, 5.000’in üzerinde 32, 10.000’nin üzerinde 22, 20.000’nin üzerinde 15 dergi yayınlanmıştır. Dergiler, günlük gazete sahipleri ya da ortaklarınca çıkarılıyor.

Tekelleşmenin bir banka sonucu da gazete dağıtım şirketlerinin bu büyük gazetelerin oluşturdukları şirketlerin elinde olmasıdır.

5. BASINI YOZLAŞTIRAN OLGU: PROMOSYON

Basında okur sayısını artırmak için başvurulan “lotarya” ve “promosyon” sisteme, Hürriyet Gazetesinin 1960 yılı Ağustos ayında “Hürriyet istikrar Tahvili” ile girmiştir.

Hürriyet’in bu, girişiminden sonra Akşam gazetesi, pardösülük kumaş ve Kur’an dağıtmıştır.

Buzdolabı, çamaşır makinası, radyo, ütü, traktör, motosiklet çeşitli binek arabaları, apartman daireleri, tır kamyonları, yurt dışı gezileri, tatil olanaklara, yiyecek dolu file, arsa, yemek ve çay takımları, milli piyango çekilişleri için gazetelerce yapılan ikinci çekiliş, ağırlığınca altın, mağaza, ticari plakalı araç, haç seferi harcamaları, öğrenci bursları, uçak, yüzme havuzlu villalar, yazlık ev,  evi baştan başa donatan ev eşyası, bilezik, kolye, kitap, sözlük, tiyatro bileti, temizlik tozu, diş macunu, sabun, kuran süreleri, ayetler, çeşitli cins yayınlar, son olarak da ansiklopedi. Bu sistemin okur sayısını artırmak için haksız rekabet yoluyla dağıttığı hediyelerdir.

Promosyon sistemi 1980 yılından sonra Asil Nadir’i Güneş Gazetesiyle hızlandı, Erol Simavi’nin Hürriyet ve Dinç Bilgin’in Sabah Gazetesi ile de çılgın bir yarışa dönüştürüldü.

ABD’de İngiltere’de böyle bir sistem yok. Fransa’da yıllık indirimli abonelik var, bunun yanında çakmak, dolmakalem gibi küçük armağan da dağıtılıyor.

Almanya’da gazetelerin okur sayısını artır için armağan dağıtmasını Alman Ticaret Yasasınca “haksız rekabet” hükümlerine aykırı görülüyor. Türkiye’de basındaki haksız rekabeti önleyecek özel bir yasa yok. Konu, Türk Ticaret Yasası’nın “Haksız Rekabet” hükümlerine uygulanmıyor.

6. KAĞIT VE GAZETE FİYATLARI ARTIŞI

Gazete maliyetleri arasında kağıt fiyat artışları önemli etkenlerden biridir.

İstanbul Ticaret Odası’nın yayınına göre gazete, kitap, dergi, defter, kalem gibi kültür harcamaları, en yüksek art gerektiren mal grubunu oluşturuyor. 1968 yılından 1989 yılına kadar fiyatlardaki genel artış 747 kattır. Bu aran, kültür mallarında 939 kata kadar çıkmıştır.

1981 yılında 3. hamur gazete kağıt fiyatı başina50 TL iken bu fiyat bugün 4 milyon 100 TL’ye, çıkmıştır. 1980-89. Arasında genel fiyatlardaki ortalama 21.6 kat iken gazete kağıdı fiyatındaki artış 106.7 kat olmuştur. Gazete kağıdı fiyatlarındaki artış, enflasyon oranının artışından beş kat daha fazladır. Aynı dönemde gazete satış fiyatlarındaki artış 80 kat olmuştur.

Bir gazetenin maliyetinde yüzde 32 kağıt, yüzde 23 dolayında personel giderleri, yüzde 18 dolayında da promosyon yer tutuyor. Bu oranlar, gazeteden gazeteye ve döneme göre değişiyor.

23 Ekim 1991 günü başlayan ansiklopedi dağıtım reklamları için üç gazetenin geçen haftaya kadar yalnızca TRT’ye ödedikleri paralar da söyle: Milliyet 1 milyar 990 milyon, Hürriyet 2 milyar 710 milyon, Sabah  4 Milyar 373 milyon. TOPLAM  9 milyar 73 MILYON.  Bu yalnızca TRT’ye verilen reklamlardır. Özel televizyon kanallarına da reklam verildiğini düşünürseniz, bu sayıyı 3 özel televizyon kanalı için reklam verilmişse 3 ile çarpmak gerekecektir.

Yapılan bir araştırmaya göre, 1975 yılında Türkiye’deki reklam: harcamalarındaki payı yüzde 2.84 olan basın reklamları payı, 1989 yılında 9.95 e çıkmıştır. 1975 yılında TV reklamlarının yüzde 4.9’u basın reklamları iken. bu oran 1989’da 13.97’ye yükselmiştir.

Asil Nadir grubunun 1985 yılında televizyona verdiği reklam toplam reklamın yüzde 42.84’ünü oluşturmuştur. Satış gelirleri toplam gelirin yüzde 60-70’ni oluşturur. Reklam ve ilan payı da yaklaşık yüzde 24 Ile yüzde 39 arasındadır. Bu oranlar da gazetelere ve döneme göre birkaç puan artmakta ya da düşmektedir.

 7. SENDİKAL DURUM

 Basın mesleğinde çalışanlar, genellikle, Türk-İş Konfederasyonuna bağlı Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üyedirler. Toplu sözleşmeleri TGS Gazete İşverenleri Sendikası ile yapar. Sabah ve Türkiye Gazetesi kuruldukları günden bu yana işçi çalıştırmazlar. Dolayısıyla: bu gazetelerde çalışanlar TGS’na üye olamazlar.

Toplu sözleşme yapmayan gazeteler şunlardır; Sabah, Bugün, Milliyet, Zaman, Millî Gazete, Günaydın, Meydan, Türkiye, Tan, özgür Gündem. Dergiler; Aktüel, 2000’e doğru, Nokta.

Toplu Sözleşme Yapan Gazeteler; Hürriyet, Cumhuriyet, Tercüman.  Ajanslar; A.A., ANKA ve UBA. Dergi: Tempo.

Yaklaşık 3 milyon 34 bin 709 satış yapan gazetelerde işçiler toplu sözleşme yapamıyorlar. Ücretler, gazete işverenlerin takdirlerine göre saptanıyor.

Birçok gazetede teknik servisler “taşeron” adı verilen kişilere devrediliyor. Taşeronlar da sendikasız ve sigortasız işçi çalıştırıyorlar.

Bu koşullarda çalıştırılan gazetecilerin hiçbir güvencesi yoktur.

8. BANKA SİSTEMİ VE GAZETELER

 Gazeteler, birçok özel ve kamu bankasından kredi alırlar. Kamu Bankalarından alınan krediler, zaman zaman iktidarlarla bu bankalardan kredi alan gazetelerin ilişkilerinde önemli roller oynar.

Bu İlişkileri bilmeyenler, bir büyük gazetenin neden bir bakan için önce övücü yayınlar yaptığını, sonradan aynı bakana en ağır biçimde saldırdığını anlamakta güçlük çekerler.

Bankalar ve bazı banker kuruluşlarının gazeteler ile ilişkileri, parasal kredi dışında SEKA’dan kağıt alarak gazetelere verilmesi ile de sürdürülür.

Örneğin, “Faisal finans Kurumu, Türkiye Gazetesine 1.1.1988-6.9.1988 arasında, 407.376 kg Aksu, 187.113 kg Balıkesir olmak üzere 894, 489 kg; Al Baraka  Türk, 831.314 kg Aksu, 526.380 kg Balıkesir Fabrikasından olmak üzere toplam 1.357.694 kg, Faisal Finans, SEKA’dan aynı tarihlerde, Tercüman Gazetesine 81.286 kg Aksu, 173.852 kg, Balıkesir kağıt fabrikasından olmak üzere toplam 255.138 kg, Al Baraka Türk 98.760 kg Aksu, 159.911 Balıkesir kağıt fabrikasından olmak üzere toplam 258.671 kg gazete kağıdı almıştır.

Bu iki finans kurumunun adı geçen bu iki gazeteye verdiği kağıt, toplam 2.765 bin 992 kg’dır.

Bir büyük gazetenin banka sistemine borcunun 1 trilyonu aştığı da biliniyor.

9. SONUÇ VE ÖNERİ

 Basının bu yapısı, basın özgürlüğünü tehdit eden sakıncaları da taşıyor. Bu yapının değişmesi, tıpkı Amerika ve İngiltere’deki gibi tekelleşmeyi önleyecek yasal önlemlerin alınması ve promosyon dağıtımının haksız rekabet oluşturduğu göz önüne alınarak hükümetçe yasaklanması, eğer bu konuda yasal boşluk olduğu düşünülüyorsa, bu konuda basın ile ilgili özel düzenlemelerin yapılmasını gerektiriyor.

Basın organlarında çalışanların iş güvencelerinin sağlanması için de basında sendikalı işçi sayısını artırmak bir zorunluluk olarak görülmelidir. Basın özgürlüğünü Dünyada ve Türkiye’de bugüne kadar hükümetler kısıtlar ve yok ederdi. Günümüzde bu tehlikenin kaynağı basının bugün içinde bulunduğu tekelci yapısında aranmalıdır.

Uğur Mumcu 13 OCAK 1993

 

SORU-CEVAP PERİYODU

Soru-1: 12 EYLÜL 1980’den bu tarafa, Türk basınının büyük çoğunluğu tarafından, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk demokrasisi önünde en büyük engel olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Atatürk ilke ve devrimlerinin en inançlı ve şuurlu takip ve uygulayıcısı olan Türk Silahlı Kuvvetlerine, bu tarzda çok yanlış ve haksız olarak yürütülen kampanyanın, sebepleri ve varılmak istenen hedefleri sizce nelerdir?

CEVAP-1: Bu soruyu 2’ye ayırarak yorumlamak lazımdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin asli görevi, bir de olağanüstü dönemlerdeki uygulamalar.

Demokrasilerde her kurum belli saygı ve ölçülerde olmak üzere eleştirilir, eleştirilmelidir. Olağanüstü dönemlerde bazı uygulamalar da eleştirilir. Hatta Silahlı Kuvvetlerin kendisi de zaman zaman veya bir dönem sonra eleştirebilir. 12 Mart, 12 Eylül,ve 27 Mayıs uygulamalarını eleştiriden uzak tutma olanağı yoktur. Çünkü kendileri siyasal olaylardır. 27 Mayıs’ta Demokrat partililerin 27 Mayısı eleştirmeleri, 12 Mart ve 12 Eylül de yargılananların’ veya bu ideolojik doğrultuda olanların 12 Mart ve 12 Eylül’ü eleştirmeleri doğal karşılanmalıdır. Ancak asıl önemlisi Silahlı Kuvvetlerin varlığı ve bugün üzerine düşen görevi yaparken ki uygulamaları önemlidir. ‘Bunları ayrı tutmak gerekir. Silahlı Kuvvetlerin Türk vatanını iç ve dış düşmanlara karşı koruma ve kollama görevi vardır. Ve bugün de Güneydoğuda bir vatan görevi yapmaktadır. Oraya 3 kez gittim ve komutanların, erlerin nasıl bir özveriyle görev yaptıklarını gördüm. Bu insanları silah başında ve ölümle karşı karsıyayken Boğaziçi’ne bakan evlerinde veya Cağaloğlu’ndaki şık bürolarında eleştirmek haksızlıktır. Bir toplumda ordunun fonksiyonunu kaldırdığınız zaman anarşi başlar. İç ve dış düşman dediğimiz düşmanlar harekete geçerler.

Kurtuluş savası öncesi yaşanan olay gibi, ‘bugün de Güneydoğuda yaşanan olaylar gibi dolayısıyla bugün asli görevini yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin eleştirilmesinin, suçlanmasının karalanmasının ardında siyasal nedenler olduğunu söyleyebiliriz.

SORU-2: Bir kısım yazarlar tarafından basın yoluyla halka mal edilmeye çalışılan 2.Cumhuriyet safsatasının sizce kaynakları ve hedefleri nelerdir?

CEVAP-2: 2.Cumhuriyet konusunda çeşitli insanlar çeşitli devlet görevlileri birtakım görüşler ileri sürüyorlar. Tabii karşıt düşüncelere de hoşgörüyle bakabiliriz. Ancak, ben bu arada PKK’nın yurtdışındaki kendi yayınlarını gittim inceledim. Orada, ilk kez 2.Cumhuriyet fikrini ortaya atan Abdullah Öcalan’ın bizzat kendisi olduğunu gördüm. Çünkü Türkiye gibi bir ülkede devleti kuran siyasal düşünce Atatürkçülüktür. Bu düşünceyi bu yollarla yıpratmak da örneğin PKK gibi terör örgütlerinin başlıca amaçlarıdır. Öbür bir takım yazar çizer de bunları fantezi, kendilerine dikkat çekmek için yapıyorlar. Aslında söylediklerinin ipe sapa gelir bir tarafı yoktur. Çünkü Cumhuriyeti bir sayaca bağlamak anlamsızdır. Fransa’da yaşanan olaylar çok çok farklıdır. Bir de bilgisizlikten kaynaklanan suçlamalar vardır. Örneğin İstiklal mahkemelerinde 30.000 idam verildiği çok ünlü yazarlarımız tarafından yazıldığı gibi televizyonlarımızda da söyleniyor. Oysa İstiklal mahkemelerinde bütün yargılamalar sonucu 2000 civarında kişi asılmıştır ve bunların çoğu da asker kaçağıdır. 0 günün koşulları içinde. Tarihte hiçbir zaman geçmiş olaylar bugünkü koşullar ve ilkeler açısından değerlendirilemez. Yaşandığı dönemin özgün koşullarında değerlendirilir, Bu eleştiriyi yapanlar, II. Dünya Savaşında General De Gaulle’ün Paris’e girmesinden sonra Paris’teki mahkemelerde sokaktaki yargısız infazlarda 10,000 kişinin öldürüldüğünü nasıl yazmazlar? Mustafa Kemal dönemi o dönemin devletleriyle karşılaştırıldığında en sancısız, yumuşak dönemdir. Kaldı ki işbirlikçileri, vatan ihanet cürmü altında yargılanması gereken insanları sınırdaşı etmiş daha sonra da getirtmiştir. İşte örneğini verdiğim gibi Ref’i Cevat Ulunay Milliyet Gazetesinde yazarlık yapmıştır. Bu kadar açık. Hiç kimseye de bir engel olunmamıştır. Şimdi size bir başka örnek vereyim. Şeyh Sait Olayından önce bir Seyit Abdülkadir vardır. Seyit Abdülkadir Kürdistan’ın Cumhurbaşkanı olacaktır. Ayan Meclisi üyesi Şura-i Devlet Başkanı, Danıştay Başkanı. Siirt Askeri Mahkemesi’nde Abdülkadir Bey asılıyor, yargılanıyor. Şimdi devletin kin tutması gerekiyor değil mi? Oğlu 12 Mart döneminin Sümerbank Genel Müdürü. Devlet kin gütse herhalde bu göreve bu akrabalık bağı olan birini oturtmaz. Demek Türkiye’de insanlara babasının siyasi düşüncesinden dolayı çok büyük ambargolar konmamıştır. Açık uygulamalar var ama bunlar her ülkede bel dönemlerde yaşanan olaylardır. Bu 2. Cumhuriyet lafının bilimsel hiçbir anlamı yoktur ama yakındığımız yapı nedeniyle onların sesi fazla çıkıyor. Yüksek tirajlı gazetelerde, televizyonlarda konuşuyorlar. Ama buna karşı düşüncelilerin yazdıkları yayın organların tirajları az ve televizyona da o kadar çıkarılmıyorlar.

SORU-3: Gazetelerin önemli bir bölümünün bir işletme olarak çalışanlarının sendikalaşmasına mani olduğu ve kıdem tazminatlarını ödememe yollarını buldukları bilinmektedir. Siz de ifade ettiniz. Demokrasi ve insan hakları konularının savunuculuğunu yapan bu kuruluşların tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

CEVAP-3: Daha önce de anlattım. Bunları ne demokrasiyle, ne hukukla, ne de çağdaş gelişmelerle açıklama olanağı yoktur. Örneğin, İş Güvencesi Yasası. Bir işveren işçiyi attığı zaman işçi mahkemeye gidebilecektir. Özeti bu 1900’lü yıllardan beri Avrupa’da var, Şimdi bir gazete hem bunu savunacak, hem de kendisinde çalışan insanlara en basit sendikal hakları vermeyecek. Bu korkunç bir drama. Şimdi yasalarımız sendikal eylemden dolayı işçilerinin cezalandırılamayacağını söylüyor ama aynı yasalarda bir bosluk var. Örneğin Sabah Gazetesinde, Türkiye Gazetesinde sendikalaşmaya başlayan insan hemen işten atılıyor. Bu nedenle de bu gibi gazetelerde herhangi bir sendika çalışması olmuyor.

SORU-4: Ülkemizdeki ekonomik sistemin sonucu olarak basın ve tüm medyanın sermayenin eline geçmesinin fert ve toplum üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler nasıl önlenecektir? Ülkemizde büyük gazetelerin olmak veya olmamak mücadelelerini İlgiyle izlemekteyiz. Bu gazetelerin iç ve bilhassa dış etken ve destekleri konusundaki bilgilerinizi açıklayabilir misiniz?

CEVAP-4: Tekelleşmenin sonuçlarından biridir. Tekelleşmeyi önlemek için bir yasa çıkartmak gerekir. Promosyonu önlemek için bugünkü Ticaret Yasası bile elverişlidir. Ticaret Yasasının haksız rekabet hükümleri elverişli değilse, bu yolda, tıpkı Amerika’daki. Almanya’daki gibi yasal düzenlemeler yapılabilir. Bu büyük gazetelerin dış ve iç destekleri konusunda bildiklerim şunlardır. Milliyet Gazetesinin kendisinin bir bankası var. Sanırım mali bakımdan en güçlü olan Milliyet. Hürriyet Gazetesinin sahibi de bir gazeteci aileden gelmektedir. Ancak gazeteyle fazla ilgilenmemekte yurtdışında yaşamaktadır. Ve ölümünden sonra, Allah geçinden versin ne olacağı belli değildir, Hürriyet Gazetesinin. Çünkü belli ilkelere oturmuş değildir. Sabah Gazetesinin de dış bankalardan para aldığı ve hatta Dünya Bankasından kredi aldığı biliniyor. Bu yarışta birisi kaybedecek. 0 belli. Ama kim onu bilemiyoruz.

SORU-5: Basın Ahlak Yasasının Türk basınında etkili olduğu ve faydalı sonuçlar verdiğine inanıyor musunuz? Cevabınız olumsuz ise kişilere ve kurumlara basının bazı unsurları tarafından yapılagelmekte olan sorumsuz ve haksız saldırılarının önlenmesi için demokratik kuralları içinde kalınarak, hangi tedbirlerin alınması gerektiğini düşünüyorsunuz?

CEVAP-5: Bu konunun batıdaki uygulamalarını incelemek gerekir. Tekzip müessesesinin hızlı çalışmasını ve daha ağır yaptırımlara bağlanması gerekir. Bugün örneğin büyük gazetelerde herhangi bir yazı çıkar ve tekzip konmaz. Hele televizyon hiç koymaz. Devlet televizyonu da koymaz. Bu tabi kişi hak ve özgürlüklerini ortadan kaldıran bir uygulamadır. Basın Ahlak Yasası pek yararlı olmadı. Arkadaşımız Oktay Ekşi’nin çabalarıyla kurulan Basın Konseyi pek yararlı olmadı. Çünkü eleştirilen gazeteci hemen Basın Konseyi’nden çıkıyor. Demokratik bir hoşgörü anlayışı yok. Bunların demokratik yapı içinde tekelleşmeyi önlemek koşuluyla düzeleceğini umuyorum.

SORU-6:  Türk Silahlı Kuvetlerinin basın ve halkla ilişkilerini yeterli buluyor musunuz? Cevabınız olumsuz ise bu ilişkilerin TSK’nın ve toplumunun yararına geliştirilmesi için öngördüğünüz tedbirler nelerdir?

CEVAP-6: Türk basınında Silahlı Kuvvetler hakkında bilgi yok idi. Yeni yeni oluyor. Bu da Sayın Genelkurmay Başkanımızın basınla olan ilişkisi sayesinde sağlanmıştır. Son birkaç yıldır basın hemen hemen her konuda Genelkurmaya başvurabilmektedir. Genkur. Bşk.lığındaki ilgili görevliler yetki sınırları içinde bilgiler vermektedir. Ama bunlar bir başlangıçtır. Bu başlangıç için çok memnunuz biz. Ancak daha ileri ilişkilerin kurulması gerekir. Örneğin bazı teknik konularda basının bilgi sahibi olması gerekir. Teritoryal savunma, böyle bir yasa tasarısı var. Bu konuda basın çağrılır. Bilgi verilir. Yoksa Sayıştay örneğinde olduğu gibi çok kötü amaçlarla da kullanılabilir.

Biz bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak gibi bir kavram ortaya atıyoruz. Örneğin, Silahlı Kuvvetler ile ilgili bir konu. Şimdi bir Başbakanlık Danışma Kurulunda siyasal bilimci olduğunu söyleyen bir arkadaşımız bir gün bir dergide bir yayın yaptı. Silahlı Kuvvetler ve sivilleşme, ordunun yapısı, birtakım şemalar. Tabii ki bizim bunları bilmemize olanak yok. NATO orduları nasıl örgütlenir? Benim bunu bilmeme imkân yok. Ama bir gazeteci ne yapabilir? Bunu okur okumaz eski bir arkadaşım olan burada da öğretim üyeliği yapmış emekli bir generale başvurarak bu konuda bilgi istedim. Bir başka generale de başvurarak bilgi istedim. Bunlardan bilgi ve kitapçılar aldıktan sonra, Genelkurmay Genel Sekreterliğinden de kitapçıklar aldıktan sonra Genelkurmay Genel Sekreterliğinden bilgi aldım. Ondan sonra şunu saptadım ki, arkadaşımızın sivilleştirme diye getirdiği model, ABD’deki Başkanlık sistemindeki sistemin aynısıdır. Kelime kelime kopyasıdır. Bu konuda köşe yazarlarının veya gazete yöneticilerinin öncelikle bilgi sahibi olması gerekir. Bu da Genkur.Bsk.lığının, Milli. Savunma Bakanlığının zaman zaman bu tip konularda bilgi vermesi ile mümkündür.

Güneydoğu konusunda birkaç kez gazetecilerle gittim ve bir sefer de sayın Genelkurmay Başkanı çok mizahi bir şekilde “Bütün gazete patronlarını götüreceğiz. Alabalık yedireceğim” dedi. Bir kısmı gitti. Bir- kısmı gitmedi. Güneydoğudaki olayı gözüyle görmeleri gerekirdi. Yoksa, oradaki savaşın, Lübnan iç Savaşı gibi, izlemesini sağlar. Son derece yararlı buluyoruz. Bu tur bir açılma Silahlı Kuvvetlerin tanıtılması ve bizlerin, bilgilendirilmesi konusunda son derece yararlı. Ama yeterli mi? Ama tabii ki daha derin araştırmalar ve diyaloglar gerekir.

SORU-7: 1980’den bu yana özellikle yoğunlaştırılarak geliştirilmeye çalışılan ve Türk basının en sağ ucundan en sol ucuna kadar bir konsensüs içinde uygulanan “TSK’nin güvenirliliği ve Türk toplumundaki itibarını yıpratmaya yönelik” cereyan hangi gerçeklere dayanmaktadır? Çok geniş kampanyaya rağmen, tarafsız kurumlarca yapılan kamuoyu araştırmalarına dayanarak Türk toplumunun hala en güvendiği ve inandığı kurum TSK olması gerçeğinin sizce sebepleri nelerdir?

CEVAP-7: Tabi ki TSK’ni eleştirenlerin tek tek niyetlerine bakmak gerekir. Son Güneydoğu olayından sonra her olaya bir de o açıdan bakmakta yarar var. Bugün Silahlı Kuvvetler asli görevini yapmaktadır. PKK terör örgütü hiç azımsanmayacak dış güçler tarafından desteklenmektedir. Bu çok açıktır. Örneğin bir ülkeye gidiyorsunuz. Yasaları açık. O yasalara rağmen o terör örgütünün yayın organı çıkarılıyor ve o yayın organında Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı nasıl ayaklanmaya hazırlanıldığı yazıyor. Bunu NATO anlaşmasıyla da bağdaştırmak mümkün değil.  Bu ülkenin iç yasalarına göre de yorumlar. Mümkün değil. Ya da o ülkede silahlı örgüt kuruluyor. Şimdi bir örnek verelim. Baaer Meinhof Çetesini biz Ankara’da Atatürk Bulvarı üzerinde bir daireye yerleştirip, bir matbaada da dergi çıkarmasına izin verirsek, acaba Alman kamuoyu Alman Hükümeti, Alman basını ne de Amerikalılara karşı, İngilizlere karşı böyle tavra girsek ne der? Hem Helsinki Nihai Belge hem Paris Şartı, bunlar ayrı ayrı terörü suçlar bildirilerdir. Bu gibi ilkelerin ışığı altında olaylara yeniden bakmak gerekiyor. Bir devletlerin bir açık diplomatik siyasetleri oluyor, bir de gizli siyasetleri. İşte siyasettir.

Şimdi Suriye’ye gitseniz Suriye terörü kınamaktadır. Abdullah Öcalan’ın da nerede olduğunu bilmemektedir. Hatta böyle bir insanın varlığından bile haberi yoktur. Ama herhangi gazeteci gidiyor ve Abdullah Öcalan ile Sam’da görüşebiliyor. 1920’lerin 1925’lerin gizli belgelerinde açıklanan ilişkiler şu veya bu anlamda bugün de yaşanmaktadır. Bir petrol şirketinin Genel Müdürlüğünün durup dururken bu olaylar sırasında, Diyarbakır’a taşınması bile bu tip konuda bazı ipuçlarını vermektedir.

SORU-8: Basın mı halkın sesi olmalı? Halk mı basına tabi olmalı? Sizce gazeteler halkın düşünce ve duygularını mı yansıtıyorlar, yoksa bazı çıkarcı çevrelerin görüşleri doğrultusunda kamuoyunu oluşturmaya mı çalışıyorlar? Eğer son söylediğimiz doğru ise Türk basınına ne derece güvenebiliriz?

CEVAP-8: Ben güvenmiyorum. Bazı insanlar var. Sağcı veya solcu olsun onlara güveniyorum. İnsanların siyasi ideolojilerinden çok kişilikleri önemli. Bazı çıkar çevrelerini tabi ki savunuyorlar. Örneğin bir gazete bir bakandan övgüyle söz eder. Ertesi gün tekrar övgüyle söz eder, bir başka gün hemen aleyhte bir yayına başlarsa o zaman, 50 Milyarlık bir kredinin Emlak Bankası’ndan istenip istenmediği ve buna ret cevabı alınıp alınmadığı sorusu gündeme gelebilir. Buna benze çok karmaşık ilişkiler olmaktadır.  Birde örneğini verdiğim gibi yeraltı dünyasının büyük etkisi vardır. Demin örneğini verdiğim, Behçet Cantürk. Gerçi Türkiye’de yargılanmıştır ve beraat etmiştir. Liceli yoksul bir ailenin çocuğudur ve bugün milyarderdir. Avrupa bankalarında parası vardır. Özgür Gündem gazetesinin finansörlerindendir.

Hatta o kadar karmaşık ilişkiler vardır ki- izninizle bir paragrafta ondan söz edeyim- Ünlü kaçakçı Sarı Avni. Sarı Avni kırmızı bültenle yurtdışında aranıyor. 12 Eylül Hükümeti tarafından aranıyor. Sarı Avni o tarihte İsviçre’de çeşitli kentlerde oturuyor. Ben bir ara uyuşturucu silah kaçakçılığı ve terör arasındaki ilişkiyi araştırıyordum ve Zürih’e gittim. Neyi buldum? Zürih’te Sultan Turizmin sahibi ve Türk Hava Yollarına bilet satıyor bu şirket. Avukatı Cristian Chmit. Bu, aynı zamanda THY Zürih Bürosu’nun avukatı. Devlet kırmızı bültenle Sarı Avni’yi ararken, Sarı Avni kırmızı THY biletlerini devlete satıyor. Böyle aymazlık olur mu? Sonrası var. Paul Validen. Bu Izmir’de doğmuş, bir İsviçre Musevisi, büyük kaçakçı. Pizza Condentin diye bilinen davada ifadesi alınıyor. İfadesinde Yunan İstihbaratı adına çalıştığını söylüyor. Şimdi, bu davaya el koyan İtalyan Yargıç Folconed öldürülüyor. Bu olayların altından kimlerin çıkacağını, nelerin çıkacağını bilmek mümkün değildir. Akdeniz’de ele geçen uyuşturucu maddenin arkasında kimlerin olduğu da yakında herhalde anlaşılır. 1990 yılının son aylarında, Barcelona’ da ortaya çıkan bir uyuşturucu madde kaçakçılığı olayında yakalananlar PKK örgütüdür, Kürt Gerillalarıdır. Avrupa’da bir çok yerde İtalya’da, Hamburg’da birçok insan yakalandı ve aynı itiraflarda bulundular. Bu bir model. Silahlı sağ eylemciler de, silahlı sol eylemciler de, PKK örgütü de uyuşturucu madde satmakta buna karşılık silah almaktadır. Ve bu çok uluslu siyasette birtakım ülkelerin sınırlarından vızır vızır geçerek Türkiye’ye sokulmaktadır. 12 Eylül öncesi 822000 silah Sokulduğu anlaşıldı. Bu silahların 10’da 9’u NATO ülkelerinde üretilmiştir ve bir Varşova Paktı üyesi olan Bulgaristan topraklarından ve bir Bulgaristan devlet şirketi olan Kintex tarafından Türkiye’ye sokulmaktaydı. Kintex Şirketinin Türkiye temsilcileri de milliyetçi muhafazakâr politikacılardı. Avukatları da bir eski MIT görevlisiydi. Bu denklemi çözmenin olanağı yok. Aynı günlerde ben bu yayınları yaparken (“izninizle yakınayım”) bir taraftan CIA ajanı ilan edildim. Kim etti? Bulgar Radyosu. Kintex Sirketini yazdığım için. CIA’nın Türkiye büro şefi Paul Henzer’in adı ilk defa., tarafımdan açıklandığı için. Paul Henzer’in kitabında KGB ajans ilan edildim. İkisinin ortalaması MİT’e düşüyordu. Bu sefer MİT alanı oldum. Bu Türkiye’de, işte bu yayınların itibarını kırmak için yapılanların bir örneğidir.

Bulgar Rejimi çöktükten sonra Kintex Sirketinin Genel Müdürü “Evet; kaçakçılık yapıyorduk” dedi. Bu kadar açık. İşte demin anlattığım örnek de bunların ne derece etkili olduğunu gösteriyor. Yakın çevre bilir, ben uyuşturucu madde ve silah kaçakçılarıyla ilgili bir yazı yazsam derhal büyük basından ideolojik ve siyasal nedenlerden eleştiriler ve suçlamalar gelir. Bunların kumanda etmeyecekleri güç yoktur. Çünkü korkunç paralar kazanıyorlar. Şimdi siz Vehbi Koç’a, Nejat Eczacıbaşı’na 10 tane milletvekilini satın alın, hükümeti devirin derseniz muhasebe tekniğine uymaz der, reddederler. Ama Mafya’ya gidin, Mafya yeraltı dünyasıdır. Onların yapmayacağı şey yoktur. Çünkü hiçbir kuralları yoktur.

SORU-9: Terör örgütü PKK’nın yayın organı niteliğinde yayın yapan Yeni ülke, Özgür Gündem Gazeteleri ve 2000’e Doğru Dergisi terörizmle yapılan mücadeleyi olumsuz yönde etkilemektedir.

Bu duruma, kadın ve çocukları bile insafsızca öldürmüş teröristleri resimleriyle basıp, ölüm veya anma ilanı görüntüsü altında, sütunlarında kahraman gibi topluma tanıtan, fakat bir yandan da toplumcu ve Atatürkçü geçinen, bazı büyük isimli gazeteler de dahildir.

Vatanımızın bütünlüğü için gerektiğinde şehit olan güvenlik kuvvetlerimizi işgalci, ülkeyi bölmek isteyen teröristleri kurtarıcı olarak gösteren yayın organları ile basın özgürlüğü, toplum menfaatleri ve devletimizin bekası ne ölçüde bağdasabilir?

CEVAP-9: Bu bir silahlı savaş. Sizinde çok iyi bildiğiniz gibi bunun bir de propaganda kolu vardır. İşte PKK bu propagandayı kendi acısından gayet başarılı bir şekilde yapıyor. Ve bu gibi yayın organlarında da bilgisizlikten kaynaklanan aymazlıktan kaynaklanan böyle yayınlar olabilir. Neden olabilir? Bir ilan gelir. İlan servisindeki insan onu alır ve koyabilir. Ama sürekli olduğu zamanda bu gazete yönetiminin ona el koyması gerekir. Oluyor da. Tersine örnekler de yaşanıyor Özgür Gündem’in bugünkü konumu tamamen PKK’y uygundur. Gayet açık. Başta biraz daha flu bir görüntü. Sonra çok açık şekilde PKK’dan talimat alarak yaptıklarını biliyoruz. Bu çok açık. Bunun bazı belgeleri ve bilgileri de basına ulaşmış durumdadır. Belli insanları hedef yapan bir yayın yapıyor. Kendilerine yurtdışında milletvekilleri seçtiler, onların propagandaları yapılıyor Diğeri de Ali Fırat, Yeni Ülkede yazı yazan da Abdullah Öcalan’ın kendisidir. Abdullah Öcalan kendisi Ali Fırat adıyla yayın yapıyor. Yalnızca yazılı basında değil, televizyonda da bunlar biliyorsunuz etkili oldular. SHOW TV’ye Osman Öcalan tek basına çıkabildi ve bu savaşta yenilmediklerini söyledi. Tarafsız gazetecilik odur ki karşısına devlet görevlisi bir kişiyi oturtup zayiat şudur diye resmi rakamları ve hava fotoğraflarını verebilmektir. O programı izleyen bir izleyici çok yanlış izlenimlere kapılabilir Bu gibi olaylarda gazeteciliğin temel kuralıdır. Eşit imkân verilerek yapılmalıdır. Bütün bunlar maalesef çok acı ve bu propagandaya alet olmaktır. Buna karşı yayın yapan, PKK’y sergileyen yayınlar da yine çeşitli çevrelerde baskıyla karşılaşmaktadır.


Örneğin ben hayatımda tehdit almadığım günü yadırgıyorum. Telefonla yazılı ve sözlü. Telgraf la tehdit hiç duydunuz mu? Geçenlerde Hasan Mezarcı diye bir milletvekilliyle tartışmaya çıktık televizyonda. Telgraf geliyor “yakında öldürüleceksiniz” diye. Mektup anlıyorum, telefonu da anlıyorum. Bunlar da terör örgütü.

 

Bizde su anlayış vardır. Biraz da ona değinmek isterim. Terörün sağı solu olmaz. Katilin sağcısı solcusu olmaz. Katil katildir. Sağcı, solcu veya etnik. Dünyadaki temel norm budur. Ama bizde, 12 Eylül’den önce veya sonra, bize yakınsa veya bize karşıysa diye bir ölçü getiriliyor. Bu ölçü insan haklarına da aykırıdır. Geçenlerde benim de çok yakın dostum olan Oramiral rahmetli Kayacan, evine girilerek torununun önünde öldürüldü. Ve bizler, yazılar yazdık. Bir takım insan hakları şampiyonları ağızlarını açmıyorlar. Bir yargıç, bir savcı Güneydoğu’da evlerine girilerek televizyon seyrederken öldürüldüler. Ağızlarını açmadılar. İşte bütün bunlar, karşı tarafın propaganda, tekniğini gösteriyor. Etkileme ve yanıltma.

SORU-10: Ülke menfaatlerine aykırı, kişilerin, onurunu zedeleyici bilgileri basın özgürlüğü içinde yorumlar mısınız?

CEVAP-10: Ülke menfaatleri çeşitli durumlara bağlı genel bir kavram ama, bugün silahlı eylemlere karşı çıkmaktır. Dünyanın herhangi bir ülkesinin Marksist olsun, kapitalist olsun isyan edenlere buyurun devam edin demesi mümkün müdür? Çok daha acımasız önlemlerle bastırır. Adamlar açıkça biz isyan ettik diyorlar, fakat bizim devletin televizyonu bunu bir türlü duyuramıyor. Kendi yayın organları var. Şimdi Şırnak olayı, Nevruz olayları var. Biz tarihin en görkemli serhildanını hazırladık diye manşet atıyorlar Almanya’da. Ve bizim devlet yetkilileri bunu görüp bunu sergileyemiyorlar.  Şimdi kamuoyunu nasıl kazanacaksınız? Almanya’ya gidiyoruz. Milletvekilleri, orada Kürtler var, Türkler var. Türkler Kürtleri kesiyor diyor. Normal sıradan vatandaşın kafasındaki bu.

Şimdi yakın tarihe baktığımızda hiçbir zaman Türklerle Kürtler arasında böyle bir kapışma olmamıştır. Aşiretler arası kapışma olmuştur: Birtakım aşiretler devletten yana davranmışlardır. Birtakım aşiretler devlete karşı davranmışlardır. Seyh Sait ayaklanmasında da böyledir. Dersim olayında da-böyledir. Ve Dersim olayında da, Şeyh Sait Sason ayaklanmalarında da her birinde, tek tek aşiretlerin koyu etkileri vardır. Loan aşireti ile Horme aşireti savaşmıştır. Şehrizar, Ayaşin isyanı vardır. Lideri bu isyanda hükumet kuvvetlerinden yana tavır almıştır ve Tunceli olayı tamamen bir eşkıya olayı ile başlamıştır. Bütün bunları bilecek kamuoyu, bu olaylara yakın teşhis koysun diye. Örneğin Şeyh Sait Olayından sonra Musul Petrolleri nasıl elimizden gitti? Bunun tabi siz Harp Akademilerinde herhalde tarih dersleri olarak okuyorsunuz. Ama bunları Türk kamuoyu bilmiyor. Bilse sıradan vatandaş, herhalde, bu olaylara da yorum yapıp bu kargaşanın sonunda Türkiye’den ne gibi bir ödün isteniyor? “Acaba Kıbrıs mı?” diye sorabilecektir,

SORU-11: Batı basınında olduğu gibi siyah beyaz baskı ve ebat olarak küçültülmüş gazeteye dönmenin fayda ve mahzurları nelerdir? Bu gibi bir hareket ilerleme olarak görülebilir mi?

CEVAP-11: Efendim, batıdaki gazeteler biliyorsunuz genellikle siyah beyazdır. Bizde en ileri teknik kullanılmaktadır gerçekten. Batıdan daha ileri bir tekniktir bu. Sabah gazetesindeki, Hürriyet gazetesindeki. Ama halkımız bundan hoşlanıyor diye birinci sayfayı renkli veriyor ve ilgisiz resimlerle basıyor. Hatta gülerek anımsardım. Örneğin Avrupa’da bir dergide bir resim çıkıyor. Resim diyelim ki, bir zengin işadamı, efendim, gelini ile beraber damadı da biraz ötede oturuyor. Ünlü, diyelim Fiat’ın patronu. Bu, dergiden kesiliyor Ve tüm basında söyle çıkıyor. Yaşlı adamın eşini genç adam efendim, gözetliyor. Hiç ilgisi yok. Korkunç. Buna benzer, şimdi birden bir kaçakçılık dosyasını incelemek istesem; adliyede bir arkadaşıma Bakırköy adliyesinde telefon ettim. Dedi ki basına çok kapalıyız. Neden? Bir kadın kiracı genç kocası ölmüş, ev sahibi kiracı ilişkisi var. Tahliye edilecek, ev sahibi dava açıyor, davayı kazanıyor.  Adam gazeteye genç-aşk olayı gibi veriyor. Hâkim de bundan sonra bilgi vermiyor. Şimdi o zavallı kadın koskoca gazeteye dava açacak. Efenim, kaç liralık tazminat davası açacak bunlar tabii basın özgürlüğünün yozlaşmasının örnekleridir. Budur karşısında belli kanıtlara dayanmak koşuluyla yolsuzluk dosyaları. Bunlar basın özgürlüğünün ana kaynaklarıdır. Bunlar olmazsa basın olmaz. Örneğin, bir bakan yolsuzluğu varsa eğer kanıtlanabiliyorsa, belgeli ise, kamuoyu hareket ettirilebiliniyorsa yargıtay ölçütü de budur. “Kamuoyu hareket ettirilebiliyorsa, o zaman objektiftir demektir. Suç işlense dahi” der yargıtay, eğer bu doğruysa, gerçekle o zaman basın özgürlüğünden yararlanır.

SORU-12: Basının bir görevi de haber üretmenin yanında eğitim hizmetine katkıda bulunmak olduğuna göre, tiraj arttırma mücadelesi nedeniyle yapılan yayınlarda bu görevin gerçekleşmediğini görmekteyiz. Sizce basın eğitim hizmetine yeterli katkıda bulunuyor mu?

CEVAP-12: Hayır. Bulunmuyor. Hizmet içi eğitime hiçbir katkıda bulunmuyor Muhabirler: son derece güç koşullarda ve hatta acımasız koşullarda çalışıyorlar. Örneğin sendikaların üyesi olmayan yayın organlarında köşe yazarlarına astronomik paralar ödenirken, asgari ücretle çalışan muhabirler bile vardır. Bu muhabirlerin yabancı dil öğrenmeleri, bilgi ve kültürlerini artırmaları da insaflarına kalmıştır.  Hiçbir kuralı yoktur. Basını da yozlaştıran, basın mesleğinin gerileten etkenlerden biri de budur. Hizmet içi eğitim yok. Eğitim yok. Sadece günlük yarış halinde bir basın.

SORU-13: Cumhuriyetin ilanından bu yana, geçen süre içinde, basının Türk toplumunun kalkınması: refahı ve huzuru için gerekli müspet rol oynadığını söyleyebilir misiniz? Basın eğer bu tarihi görevi yerine getirememişse nedenleri ve çareleri nelerdir?

CEVAP-13: Vakit, Faik Rıfkı Atay, Ahmet Cevdet ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun İktam gazeteleri Anadolu hareketini, Mustafa Kemali, Kuvayı Milliye’yi destekliyorlar. Buna karşılık Ali Kemal’in Peyami Safa, Nefi Cemal Ulhar’ı Alemdar’ı Sait Molla’nın İstanbul adlı gazeteler ve Refik Halit Karay’ın Aydede dergisi. Bunlarda padişah yanlısı ve Anadolu Hükümetine karşı yayınlar yapıyor: M. Kemal 1919’da ilk kez İdare-i Millîye adlı gazeteyi kuruyor. Ankara’da bu İdare-i Milliye’nin dışında Hakimiyeti Milliye gazetesini 10 Ocak 1920’de kuruyor. 6 Nisan 1920’de’ Anadolu Ajansı devlet bağlı bir daire olarak değil, bugünkü çağda işletmelere uygun bir anonim şirket olarak kuruluyor. Bu bakımdan da üzerinde önemle durulması ve ayrıca üzerinde tez yazılması gereken konulardan birini oluşturuyor. Kurtuluş Savaşı Yıllarında Anadolu Hükümetinin yayın organlarından biri Yenigün Gazetesidir. Gazeteci Yunus Nadi tarafından, matbaa Anadolu’ya kaçırılıyor ve Ankara’da bugün Hacıbayram Camii civarında bir yerde yayına başlıyor. M. Kemal Yenigün gazetesinde zaman zaman başyazılar yazıyor. Sadi Ethem yönetiminde Oğul Arif Oruç Seyyare-i Yenigündem ki bu Çerkez Ethem olayında da, Çerkez Ethem’den yana yayınlar yapmıştır. Arif Oruç, Mustafa Necati, Kastamonu’da Açık Söz gazetesi o günkü koşullarda Kuva-i Milliye’yi ve Anadolu hareketini destekleyen yayın organlarıdır.

Cumhuriyet dönemi önemli basın olayları şunlardı. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra biliyorsunuz, Güneydoğu’da Şeyh Sait, Ayaklanma bas göstermiş, Şeyh Sait ayaklanmasını izleyen  günlerde hükümet değişmiş, Takrir-i Sükün çıkmış ve Takrir-i Sükun yasası ile o tarihteki bazı yayın organları kapatılmıştır. Bunlar Tevhidi Efkar, Son Telgraf, Aydınlık, Orak Çekiç Tamim gibi gazetelerdir. Bu gazetelerin yazarları Elazığ’a götürülüp yargılanmışlar ve hepsi de beraat etmişlerdir. 1929-31 arasında yayınlanan bazı gazetelerin Serbest Fırkayı savunmaları, o tarihin özgün koşulları, o tarihte yaşanan, Güneydoğuda birbiri ardına devam eden ayaklanmalar ardından ve İzmir suikasti gibi ciddi bir olaydan sonra basın ile ilgili bazı kısıtlayıcı düzenlemeler yapılmıştır. 1931 yılında bugünkü basın yasasının kaynağı, kökeni olan Matbuat Kanunu çıkarılmıştır. Daha sonra 31-38 döneminin gazeteleri Cumhuriyet, Akşam, Tan, 1938-56 dönemi ve II. Dünya Savaşı yılları ile sindirilmiştir. Tasvir-i Efkar, Cumhuriyet bunlar II. Dünya Savaşında Alman siyasetine uygun yayınlar yapmışlardır. Erkilet Paşa teknik not olarak söylüyorum, çak iyi bir savaş muhabiri olarak cephelere gidiyor. Bunun karşısında Tanin, Akşam, vatan müttefiklerden yana yayın yapar. Sadece Tan gazetesi Sovyet yanlısı yayın yapıyor.

1950 dönemi çok farklı bir dönem tamamen çok partili hayata 46 da girdiğiniz zaman Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in birlikte çıkardıkları Marko Pasa, sonra bir edebiyat dergisi Yaprak çıktı. Aynı dönemde Necip Fazıl Kısakürek’in dinsel tepkileriyle karşılanan “Büyük Dergisi” çıkar 50 yılına gelindiği zaman İstanbul’da Cumhuriyet, Vatan, Tasvir, Akşam, Tanin, Ulus, Hürriyet ve Milliyet vardı. 1950 yılında iktidara gelen DP hemen bir basın yasası hazırlayarak kısıtlamalara giriyor ve basınla ilk kez iktidar arasında sürtüşmeler başlıyor. DP, 1954 yılında çıkardığı basın yasasıyla özgürlüğünü daha da kısıtlıyor. 26 Kasım I957’de yayınlanan, bir kararnameyle gazete ve dergi kağıtlarına tahsis çıkıyor, bu da basın üzerinde bir çeşit demokles kılıcı kullanılıyor. İstenilen bazı yayınlara tahsis veriliyor, bazılarına verilmiyor. O tarihte Yeni Asır ve Havadis gibi gazeteler iktidar yanlısı. Bu gazete tahsislerinden en çok onlar yararlanıyor. Basının açık veya gizli yollardan desteğinin en somut örneklerinden biri, Yassıada davalarında görülmüşler. İktidar yanlısı basının örtülü ödenekten desteklenmesidir.  Bu dava tutanaklarını bugün inceliyoruz.  Bu dava tutanaklarının bir kısmı bu güne kadar gizliydi. Bu yüzden incelenemiyordu. Bir kısmı acıktı. Bugün inceleme olanağını buluyoruz. Bugünkü incelemeler bize, o tarihte örtülü ödenek denen gizli ödenekten bazı gazetecilerin para aldıklarını belirtiyor. Bunlar Peyami Safa, Ethem İzzettin İçel, Burhan Belge, Necip Fazıl Kısakürek ve Yusuf Ziya Ortaç’tır. Bunların duruşma tutanakIarı son derece önemledir.

1960 sonrası büyük bir basın özgürlüğü dönemi yaşamıştı bu ülke. Bu dönemde ihtilalin yapıldığı gün, tutuklu bulunan gazeteciler o saat serbest bırakıldılar. Ve devrin devlet başkanı Cemal Gürsel’in çok güzel bir jestiyle; kalemleriyle basın özgürlüğüne hizmet eden yazarlar serbest bırakılmışlardır. Yine bütün bunlara rağmen 1960 dönemini Türkiye’de basın Özgürlüğünün batılı anlamda basın özgürlüğünün ilk adımları olarak görürüz. O dönemdeki önemli adımlardan biri Basın-Ahlak yasası, bir çeşit kendi kendisini denetim ilkesidir. Bunlar bir süre uygulandı.  Sonra da uygulanmadı.

12 Mart ve 12 Eylül dönemleri olağanüstü dönemlerdir. Tabii basın özgürlüğü de kısıtlandı. Bazı yayın organları kapatıldı. 12 döneminde bir yayınevi ile ilgili yayıncılar birliğinden aldığımız sayılara göre; 80 yılından sonra 2792 yazar, Çevirmen ve gazeteci hakkında, 458 yayından 368 inin imhasına karar verilmiştir. Yaklaşık 80 ton olan yayınlardan 40 tonu kağıt hamuru yapılmış ve bir seferinde 133 bin kitap da yakılmıştır. Bunun basın özgürlüğüne olumsuz etkiler yaptığını kaydetmek isterim. Bu kısa girişten ve kısa tarihçeden sonra güncel sorunlara, sayıların diliyle girelim. Türkiye’de basın ve yayın kitap yayını gazete yayını önce hammadde tüketimi açısından konuşulurdu.

SORU-14: Modern devletlerin basın organların izlediğimizde, basının, devletin karşısında değil devletin menfaatleri yanında yer aldığın görmekteyiz. Ancak basının hükümete yönelimi yansız eleştirilerde bulunması demokrasinin tabi bir gereğidir. Yukarıda belirtilen anlayışın Türk basını için de geçerli olduğunu söyleyebilir misiniz? Soruların, Güneydoğu Bölgemizdeki olayları da dikkate alarak cevaplandırmanızı rica ederim.

CEVAP-14: Biraz önce de sözünü ettiğim gibi demokrasilerde, insanlar her türlü düşünceyi savunmalıdırlar. Bir tek koşulla; şiddet olmamalıdır. Şiddet olduğu zaman demokrasinin dışına çıkılmış olur. Güneydoğudaki olay, bir ülke. topraklarının bir parçasını alıp özerk egemenlik kurma savaşı? var. Ve bu savaşın çeşitli karmaşık nedenleri vardır. Bu PKK ve buna, benzer örgütlerin devlet eliyle cezalandırılması gerekir. Bu konuda kamuoyunun istediği bilgilenmektir; Örneğin Türkiye’de Kürt konusu yıllarca tabu olduğu için, PKK kendiliğinden oluştu sanılıyor. Oysa bu 19’ncu ayaklanmadır. Bunu bilmek gerekir ve birbirinin bir çeşit devamı gibidir. Örneğin PKK yapısıyla Marksist-Leninist bir örgüt, fakat öyle ki Cemalettin Kaplan yanında çok masum kalır. Simdi eğer Türkiye’deki , Kürt ayaklanmalarındaki İslamcı motifi bilmezseniz, bunu tek başına yorumlayamazsınız. Bunlar birbirinin bir anlamda devamı, bir anlamda siyasal desteğidir. Önce bu konularda bilgi sahibi olmamız gerekir. Kamuoyu olarak olmamız gerekir. Maalesef biz bu-konuda yeterli bilgiye ve belgeye sahip değiliz. Örneğin Abdullah Öcalan’ın tapu memuru olduğunu kaç kişi biliyor? Tapu memuru olduğu için vatanı bölüyor herhalde! Kadastro… Simdi Abdullah Öcalan’ın öğrencilik yıllarını kim biliyor? Kim Abdullah Öcalan? Kayınpederi kim? Şimdi ben gazetecilik diye bunu anlıyorum, Bunları araştırmak gerekir. Yani bu adam kim? Bu olayı yaratacak nitelikte bir insan mı? Şimdi gidip Şam’da onunla konuşmak kolay. Şam’da konuştuğumuz zaman ne yapıyor, adam işte büyük kararlar aldığını anlatıyor. Şimdi kamuoyunda bu konuda bilgi eksikliği var. Bilgi eksikliği tabii dış kamuoyunda daha çoktur. Özellikle ben Almanya’ya gittiğimde, onlar dediğim gibi, işte Kürtler var. Kürtleri, siz kesiyorsunuz. Peki öldürülen çocuklar, -öldürülen köy korucuları, bunlar Kürt. Türk, Kürt’ü öldürmüyor; Kürt, Kürt’ü -öldürüyor o zaman. Ya da öldürülen insanların sayısını, dökümünü yaptığınız zaman devlet, işte diyor öğretmenler öğretim üyeleri var, bunların hiçbirini kamuoyu bilmez.

Türk hükümeti de, devleti de maalesef propaganda da çok geri kalmıştır. Çok geri kalmıştır ve şimdi memnuniyetle gördüm. Almanya’da artık Türk diplomasisi Almanya’da gerçekten omuz omuza bir savaş veriyor Almanlara karşı. Yani gerçekten, bir kaç konsolos; Berlin, Hamburg ve Münih başkonsoloslarını gördüm. Gerçekten çok gururlandım. Devletin çıkarlarını ancak bu derece güvencesiz ortamda her an terör örgütlerine hedef olacak insanlar, kahveye gidip Kürt kahvelerinde, Türk kahvelerinde tezlerini anlatan konsoloslar çok değişik bir hava bırakmışlar son zamanlarda. Bunu da belirtmek isterim, Ama bir propaganda eksikliği olduğu kesin. Ülkenin güney doğusundaki olaylar ile olayların nedenleri konusunda basın gerçek bilgilere sahip değil.

Değerli dinleyicilerim çok ilginç bir sorudur bu. Bizim Türk basınında güney doğudaki temel sorunlardan biridir. Güney doğudaki muhabirler yansız haber vermezler. Hiçbiri veremez. Hepsi de PKK’dan korkar. Ya yandaşıdır, ya da korkar. Bu nedenle çok sıkı bir denetim mekanizması altındadırlar. Örneğin kendi gazetemden bir örnek vereyim Şırnak sonrası bir resim yayınlandı. Resmin altında bir yazı “93 yasındaki gazinin evi askerler tarafından yakıldı.” Bu acıdır. Ancak, İlhan Selçuk tarafından çıkarıldı. Ben bunu Ayvalık’ta okudum ve gazeteye telefon ettim. Bunu kim yazdı diye. Görmüş mü olayı? Kesin yazdı? Efendim Mahmut Alınak, millet diyor diye söylemiş. Söyleyebilir. Bu gazeteciliğin temel kuralına aykırıdır. Bizim gazetede olduğu gibi, diğer gazetelerde ve televizyonda çok örneğini gördük. Bu denetimde, çok kolay bir iş değil.

Günlük gazete, gazete dediğin, 100 tane haber çıkıyorsa 500 tane de atmak zorundadır. Bir kısmı iyi niyetten, bir kısmında kasıt var, bir kısmı siyasal ideolojik koşullanmayla alakalıdır. Şimdi aklı başında bir insan; solcu, sağcı, ortacı terörden kurtulamaz. Ama bilgi sahibi olmazsa tabii ki yanlış tarafa sürüklenebilir. 

Son olarak bir kavramdan daha söz edelim. Türkiye’de son zamanlarda insan hakları kavramı gündeme gelir. İnsan hakları konusunda batı kamuoyu da sık sık bizi eleştirir. İnsan hakları, adı üzerinde insana özgü haklardır. Sadece Diyarbakır ve mücavir alanca verilmiş bir hak değildir. Sadece Türklere, Kürtlere, Alevilere, Sünnilere özgü bir hak değildir insana tanınmış bir kavramdır. Q zaman herhangi bir mezhep ayrımı yaparsak, herhangi bir ideoloji ayrımı yaparsak, herhangi bir din ayrımı yaparsak, o zaman insan hakları yerine bir başka hakkı bir başka çıkarı savunuruz demektir.

Siyasal ve ideolojik olarak düşmanımız saydığımız, karşıtımız saydığımız, insanların özgürlüğünü savunuyorsak, güvenliğini savunuyorsak, insan haklarını savunuyoruz demektir. Yoksa kendi grubumuzu, kendi siyasi görüşümüzü savunuyoruz demektir.

Bu son zamanlardaki insan hakları uygulamasının hedeflerinden biri de silahlı kuvvetlerdir. Savaş hukukunu hepimiz biliyoruz. Cenevre antlaşmaşlarını da biliyoruz.

Peki hangi ülke silahlı ayaklanma yanlısıdır? Silahlı ayaklanma olduğu zaman şiddet kendiliğinden girer. Şiddeti doğuran neden ayaklanmanın kendisidir. O zaman insan hakları konusunu da bu açıdan ele almak gereklidir.

Sayın komutanlar, değerli dinleyiciler, bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Bazı konuları, hiç olmazsa, ara başlıklarla da olsa sizlere ulaştırma olanağını buldum. Sorular için çok çok teşekkür ederim. Türk Silahlı Kuvvetlerinin basınla olan bu ilişkisinin çok daha yararlı sonuçlar vereceğine inanıyorum. Teşekkür ederim.

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN