O metinler miri malı mı, bari yazarlarının adını anın

Herkes bu süreçte yaptığı işin, sarf ettiği emeğin karşılığı belli bir ücret alıyor. Peki bu metinleri oluşturan, yaratan şair ve yazarların suçu ne?

 

 

CAFER YILDIRIM

Adı iki yılda bir değişen üniversite seçme sınavlarında, başarısız olanların ödülünün de Türkçe sorularının soru kökünde bulunan o kısacık metinler olduğunu düşünüyorum bir süredir.

Metinlerin roman, makale, öykü, söyleşi ya da başka bir türün bütünlüğü içinden alıntılanmış olmaları hiç fark etmiyor. En başta üslubun özgünlüğü, dil titizliği, iç mantık sağlamlığı ve yansıtılan hayat anlayışındaki billur saflığıyla bu kısacık metinler okuyanın zihnini ışığa boğmakla kalmıyor, onda yazıya karşı imrenici duygular da oluşturuyor. Hatta bazılarının yazı yazma isteği uyandırdığından da eminim.

EMEĞİN GÜL BAHÇESİ SEÇKİN EDEBİ METİNLER

Sınav kitapçıklarındaki seçkin edebi metinler, otuz yaşına dek bir sınav maratoncusu haline gelen gençler için tam anlamıyla bir ödüldür, desem yeridir. Bakın şu örneklere:

“Ortalık ağır ağır aydınlanıyor, toprakta incecik buğular yükseliyordu. Otlar ile pamuk fideleri daha ayırt edilemiyordu. Az sonra güneş doğacak; kıpkırmızı, her yanı yakan bir güneş… Toprağa basamayacak, sıcaktan soluk alamayacak, bir fırının içine girmiş gibi kavrulacak insanlar. Bütün bunlara karşın, güneşin doğuşu sabırsızlıkla bekleniyor. Güneş demek, yeni bir gün demek, umut demek.” (ÖSS-2006)

“Doğa, bitki örtüsü ve tüm canlıları nasıl biçimlendiriyorsa benim şiirlerimi de etkilemiş; bir ses, bir renk, bir koku, bir titreşim olarak şiirime girmişti.” (YGS-2011)

“Depremde evden dağıldık. Eve gelince gördük ki dolaplar, kitaplıklar devrilmiş; birçok kitap yerlerde. Şimdi o kitaplar ne olacak? ‘Canını kurtarmışsın yetmez mi?’ demeyin. Kitaplar da insan canı gibi. Birine zarar gelse içimden bir şeyler kopar.” (ÖSS-2000)

“Bir yerde yaşamayı sevmek için orada anılarımızın olması gerekli. Yoksa evler soğuk birer duvar yığını, cadde ve sokaklar yabancılara ait yerlerdir. Size dostça bakmayan bir otobüs durağında eğreti eğreti beklersiniz. Yeni bir eve taşınmanın birçok insana hiç çekici gelmemesinin nedenleri de bunlardır. Evin duvarlarında geçmişinizin o acı tatlı anılarından hiçbir iz yoktur. Bir tanışla iş dönüşü karşılaşıp dostça iki çift laf edilmiş o eski sokağınızla hiçbir benzerliği bulunmaz bu sokağın. Her şey, sesler, renkler sizin dışınızda akıp gider. Bu yüzden hayatınıza yeni giren bir yeri benimsemek için zamana ihtiyacınız olacaktır. Orayı sevemezsiniz. Ta ki anı biriktirene kadar.”  (ÖSS-2009)

MİRİ MALI MI?

Soru kitapçıklarında böyle metinlerden onlarcası mevcuttur. Her biri bambaşka bir gerçekliğin anlatımıdır. Seçkin bir üslubun tadından sızan hayat felsefesi herkes için bir çağrı içermektedir. Şaşırtıcı tanımlamaların hiç zorlanmadan yapılmış olması,  atladığımız gerçekliklerin hayranlık uyandıran bir ustalıkla farkındalığımıza sunulması; dile dönük bir bilincin uyarıcısı olduğu kadar düşünmeyi de kendiliğinden teşvik etmektedir.

Bu metinlerin ne yazık ki altlarında yazarının adı yazılı değildir.

Divan edebiyatında şairi bilinmeyen şiirlerin altında “La-edri” yazarmış. Bunların altında öyle bir ifade de bulunmuyor. Çünkü bu metinlerin bir yazarı var, bunlar biliniyor ama metnin altına o yazarın, o şairin adı yazılmıyor. Tam da “miri malı” mantığıyla karşı karşıyayız.

EMEK GASPI

Devlet aklı; yazarının, şairinin, bilim insanının emeği karşısında böylesine duyarsız olabilir mi? Konunun muhataplarına desek ki yazarlarının okuyanda estetik bir yaşantı oluşturmak için yazdığı o metinleri üstelik yazılış amacı dışında kullanıyorsunuz ve sahiplerine emeklerinin karşılığını da ödemek zahmetine katlanmıyorsunuz. Hiç değilse bari adlarını anın.

O metinleri seçen, soru kalıbı haline getiren, bu soruları dizen, sınav kitapçıklarını dağıtan, sınavlarda gözetmenlik yapan herkes bu süreçte yaptığı işin, sarf ettiği emeğin karşılığı belli bir ücret alıyor. Peki bu metinleri oluşturan, yaratan şair, yazar ve bilim insanlarının, felsefecilerin suçu nedir?

Yetkililer bize bir yığın pedagojik neden mi sayar, siyasi ve sosyal sakıncadan mı söz eder; en nihayetinde kamu yararını mı hatırlatır, bilemiyorum.

Her ne olursa olsun ileri sürülen hiçbir gerekçe emeğe dönük vicdan körelmesini açıklayamaz. Emek gaspını mazur gösteremez. Emek karşısındaki hoyratlığa perde olamaz.

BEĞENDİYSENİZ PAYLAŞIR MISINIZ LÜTFEN