“Ne yapayım, çevirmen bulamadım!”

Ruhan Odabaş’a deseler ki “Bere Do Daçxiri/Çocuk Ve Ateş’i Lazca olarak yazdın, tamam da Türkçeye çevirisini bari başkası yapsaydı?” Eminim bu espriyi patlatırdı hiç düşünmeden…

HAYRETTİN GEÇKİN

“Oxorcak
iz’is as
cip mskva iz’iren
Ar oxorcas
uz’is upsna tolepe
giçkit’as
mcveşen mskva iq’vasinon
na malun ndğalepe…”
(S:12)

“Kadın
gülsün
çok güzel görünüyor
Bir kadının
gülüyorsa gözleri
bilesin
eskisinden daha güzel olacak
gelecek günler”
(S:13)

Lazlar’ı ilginç bulmuşumdur her zaman. Durduk yerde yarattıkları esprileri, gözlemleri, zekilikleri her daim dikkatimi çekmiştir. Dünyanın her yerinde bir Laz’a rastlanılabileceği yaygın bir kanıdır. Ülkemizde sanılanın aksine Karadeniz Bölgesi’nde ya da Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan Lazların sayısı çok değildir. Rize’nin ve Artvin’in bir iki ilçesinde yaşayan halkın yalnızca küçük bir bölümünü oluşturur Lazlar…

“laz’ım ama tedavi görüyorum”

Şair Yazar Sezai Sarıoğlu Terspektifler adlı kitabında “Lazların tersinden büyüdüğünü, olgunlaştıkça çocuklaştıklarını”ileri sürer… Haklıdır bence. Bu da onların zengin yaşam deneyimleri, kültürleri, içtenlikleriye oluşan bir durum olsa gerek. Ülkemizde sayıları bu kadar az olduğu halde onlardan etkilenmeyenimiz; esprilerine, fıkralarına katıla katıla gülmeyenimiz nerdeyse yok gibidir. Ölüyü dirilten bir özelliğidir onların. Kendileriyle dalga geçmeyi de en güzel onlar becerir. Bu bir özgüvendir aynı zamanda.

Laz bir dostuma, Laz olduğunu bildiğim halde kalabalık bir ortamda, sen Laz mıydın diye sorduğumda, “Laz’ım ama tedavi görüyorum”, şeklindeki verdiği yanıtı ömrümce unutamam… Bir tatil beldesinde kıyıda güneşlenirken nerden çıktıysa bir yılanın gelip karnımdan geçip gitmesi çevrede olay olmuştu. Ertesi gün kaldığımız otelin müşterilerinden ilk kez karşılaştığım bir adam: “Üzerinden yılan geçen uşak sen misun”, diye sordu. Benim deyince: “Yılan seni ısırmış olmasın kardaşum, haçan git bir doktora görün, yoksa ölürsün mölürsün bir daha konuşmam seninle,” diye takılmıştı. Adamın bu sözü üzerine olayın şokundan kurtulduğumu anımsıyorum. Artvinli olduğumu bilen şair dostum Ahmet Günbaş, bir Karadeniz gezisi sırasında beni aramıştı. Yaygın iddiaya dayanıp beni de Laz sanarak: “Şu an sizin oralardayım, alışveriş yapmak için bir yerde durduk, baktım bir tabela: ‘Balık ve hamsi bulunur!’ yazıyor. Gülüşmüştük. Kuşkusuz hepimizin hayatında bu ve benzeri anlatabileceği çok şey var.

insan insanlıktan başka nasıl düşer

Sözü şuraya götürmek istiyorum. Hepimizi şu ya da bu şekilde etkileyen, esprileriyle, fıkralarıyla bizleri kırıp geçiren Lazların, göz ardı edilmemesi gereken, bu özellikleriyle örtüşen, onunla bütünleşen, birbiri içinde gelişen bir düşünce yapısının ve bir edebiyatının da olabileceği gerçeği. Lazların düşünsel, toplumsal yaşamları ile ilgili sevgili dostum Ali Akgün’le, edebiyat ve sanat yaşamları ile ilgili de şair-yazar gazeteci dostum Ruhan Odabaş’la yaptığımız fikir alışverişinin bana çok yararı oldu açıkçası. Bu ve benzeri fikir alışverişlerinden sonra şu çıkarımda bulundum: Keşke birlikte yaşadığımız farklı yapıların, renklerin; folklorunu, kültürünü şiirini, öykü ve masallarını ve/veya her neleri varsa onları yakından tanıyabilsek, özümseyebilsek. Keşke aynı yaklaşımı komşu halkların değerleri için de gösterebilsek. İçinde bulunduğumuz sıkışmışlığın, yoksunluğun, birbirimizin acılarına kayıtsız kalışımızın; kolayca kontrol edilen tepkisiz bir toplum haline gelişimizin, kendimize, başkalarına ve doğaya karşı yabancılaşmamızın altında yatan gerçeklik biraz da bu sorunlara karşı olan tutumumuzdur çünkü. Bu eksik tutum yüzündendir ki başkalarını kolayca ötekileştirebiliyor, olaylara önyargıyla bakma tuzağından da asla kurtulamıyoruz. Öyle ya insan insanlıktan başka türlü nasıl düşer!

bal gözlü sevdalım taze fındığın içi

“Ben Artvin’im bensiz olmaz” diyen, ama İzmit’te günbatımlarına eşlik etmeden de duramayan, Ege’de Zeybek’le kendini bulan, ruhunu Anadolu’nun her zerresine karıştırarak kendisini bir yeryüzü insanı haline getiren, Ruhan Odabaş’ın “Bere Do Daçxiri/Çocuk ve Ateş” adlı kitabını, bu açıdan okunması ve üzerinde durulması gereken bir kitap olarak görüyorum. Kitabı döne döne okuduğumda rahatlıkla bu kanıya vardığımı söyleyebilirim. Şunu da peşin söyleyeyim: Ruhan Odabaş’a deseler ki “Bu kitabı Lazca olarak yazdın, tamam da Türkçeye çevirisini bari başkası yapsaydı?” Eminim şu espriyi patlatırdı hiç düşünmeden: “Ne yapayım, çevirmen bulamadım!” Şaka bir yana, yaşadığı yerleri ve olayları fotoğraflayan, şiirleştirip öykülendiren Ruhan Odabaş’ın şiir ve öyküleri incelendiğinde Türkçeye çok iyi düzeyde hakim olduğu, Türkçenin olanaklarından güçlü bilinçli bir şekilde yararlandığı, tüm verimlerinde dil tadını ve estetik hazzı ön planda tuttuğu görülür. “Bere Do Daçxiri/Çocuk ve Ateş”, doğduğu kasabanın genlerini alıp anadilinin (Lazcanın) inatçılığına katan Ruhan Odabaş’ın Lazca yazıp Türkçeye çevirdiği, okura Lazca ve Türkçe olarak birarada sunduğu şiir kitabı da öyledir…

Ruhan Odabaş’ın Aydili Sanat Yayınları arasından çıkan 92 sayfalık “Bere Do Daçxiri/Çocuk ve Ateş” adlı şiir kitabı, Lazca ve Türkçesiyle tam 42 şiirden oluşuyor.

“TOPURİ TOLONİ

 Topuri toloni şurimşine çkimi
ağne txirişi guri,
mu minon giçkini;
vabz’ira toliçelamuroni berepe,
xe do k’uçxe ilakireli ğalepe.
Na z’irop ca çkimiren,
na i3k’er s’a ti.
Na bzop’on birapa,
k’is’is p’ita,
k’urz’enişi papa çkimi ren,
mot mepça çkvas!
Tolipukironi mskveri çkimi;
mobğaldi,
mskva izmocepe minon a3i,
mskva izmocepe steri ndğalepe.
moxti ilomak’ati sin ti…” (S:82)

“BAL GÖZLÜ SEVDALIM

Bal gözlü sevdalım benim
taze fındığın içi,
ne istiyorum biliyor musun;
görmeyeyim gözü yaşlı çocuklar
eli ayağı bağlı dereler.
Gördüğün ağaç benimdir
baktığın gök de.
Söylediğim türkü
pilekide buğday ekmeği
üzüm muhallebisi benimdir
neden vereyim başkasına.
Gözü çiçekli ceylanım benim
yoruldum,
güzel rüyalar istiyorum şimdi,
güzel rüyalar gibi günler,
gel katıl bana sen de…” (S:83)