Narsisizmin tasavvuftaki ayak izleri

Bu kitap bir psikanalist tarafından yazılsaydı, insanın kendini üstün gören narsistik yanılsamasından tasavvufa doğru bir seyir izlerdi. Yazar ise, tasavvuftan yola çıkıp divan edebiyatında iz sürerek, kendinden başka bir dış dünya olduğunun farkına varamayan bir kişilik bozukluğunun psikanalitik kökenlerine iniyor.

BAHAR ÖZTÜRK

Tasavvuf ve Narsisizm”, Kaan Polatlar’ın “tasavvufta aşk sorunsalı” olarak adlandırdığı Tanrı’ya duyulan sevgi ve korkunun izinde sevginin kendi doğasına derin bir bakışı ve devamında, özseverlik olarak Türkçede karşılık bulan narsisizmle ilişkilendirilmesini ele alıyor. Bir nevi madalyonun öteki yüzünü okuyucuya sunan yazar, Tanrı’nın varlığını, yaratılanla yaratanın bir oluşu, aynı kaynaktan gelişi anlayışıyla açıklayan dinsel ve felsefi akımı, psikanaliz teorisinin bir kavramı olan Narsisizmle buluşturuyor.

Narsisizmin divan edebiyatındaki izleri

Eğer ki bu kitap bir psikanalist tarafından yazılsaydı, insanın kendini özel, üstün ve farklı gören narsistik yanılsamasından tasavvufa doğru bir seyir gösterirdi. Yazar ise, İslam felsefesi olarak ifade edilen tasavvuftan yola çıkarak, yine tasavvuf algılayışından kaynaklanan bir edebi tür olan divan edebiyatında iz sürerek, kendinden başka bir dış dünyanın varlığının farkında olamayan bir kişilik bozukluğuna ve bu bozukluğun psikanalitik kökenlerine iniyor.

İlk baskısı 2010’da yayımlanan “Tasavvuf ve Narsisizm”,  12 yıl sonra yazar tarafından yeniden düzenlenerek ve kapsamı genişletilerek yayınlandı. Kaan Polatlar, 2020’de yayımladığı “Tasavvufta Tarikat ve Bid’at Sorunu” ve “Mevlana’nın Öteki Yüzü Nasreddin Hoca” kitaplarıyla tasavvuf tarihine ve literatürüne oldukça hâkim bir yazar. Ayrıca psikanalize duyduğu ilgi de ilk defa kendisini 2008 yılında tamamladığı, Oidipus Kompleksi’nin dini ve tarihi köklerini ele aldığı “Tevrat’taki Ütopya” adlı kitabıyla kendisini gösteriyor.  

Divan edebiyatının narsistik doğası

“Tasavvuf ve Narsisizm”, Tevrat’ta hikâye edilen Rabbin acımasız ve bencil karakterinin getirdiği Tanrı kavramının sevilmesindeki zorlukla başlıyor ve din felsefesinde Tanrı’yı sevebilmek için en gerekli aracın aşk olması sonucu ile devam ediyor. Aşka ve aşkın sebep olduğu çılgınlıklara övgüyü temel alan divan edebiyatından örneklere yer veren kitap, divan edebiyatıyla ilgili olarak da şu düşündürücü bir tespiti yapıyor:

Divan edebiyatının narsistik doğası, İslam dünyasında toplumsallaşamayan kitleselleşemeyen sorunların bireysel boyutta kalmasına, (yazarın ifadesiyle) narsistik bir hapishanede tıkılı kalmasına neden olmuştur.       

Aşkı, aşığı ve maşuku öven divan edebiyatı aşkın tahribatına uğramak için gerekli olan aşkı taşıma gücüne sahip şairlerin kendi duygusal yüceliklerini övdükleri, kendilerini sıradan insanlardan ayırma niyetlerini dizelerde ortaya serer. Narsisizme giden yoldaki ayak izleri bu dizelerde ortaya çıkar. Şairin kendisine duyduğu sevgi ancak Freud’un da altını çizdiği gibi başka bir şeyi sevmesiyle çözüm bulur. Tasavvufta bu Tanrı sevgisidir.

Freud’un yaygınlaştırdığı narsisizm olgusunun çıkış noktası olan Yunan mitine göre Narcissus suda kendi aksini görür âşık olur ve ona ulaşmaya çalışırken boğulur.

Mevlana ise bu mite yeni bir boyut katar, suda kendi aksini görenler âşık değildir gerçek âşıklar kendi suretlerinde Tanrı’nın güzelliğini görebilenlerdir.  

Narsistik tutkuya kapılmadan sevmek

Kitap devamında narsisizmin kökleri, İnsanın Tanrı’yı ve Tanrı’nın insanı sevme biçimlerindeki anne çocuk sevgisi benzerliği, bebeklik evresinin insan psikolojinde bıraktığı kalıcı izler gibi insan psikolojisine dair konulara değiniyor ve bunu sufîlerle ilişkilendiriyor. 

Sufîlerin hikâyeleri, sufîlerdeki hal arayışlarını anlatan olaylara yer vererek hep narsisizmin ve narsistik yansıtmanın yani narsist kişinin kendisine duyduğu tutkulu sevgiyi başka şeylere yansıtarak ancak sevmeyi başarabildiğinin altını çiziyor. Sonuçta, başka bir insanı narsistik tutkuya kapılmadan sevmenin gerçek sevginin özü olduğu ve bunu başaran, yani “içine düştüğü narsisizmin çıkışını bulabilen” çok az sayıdaki insana ulaşıyor. Ki bunların başında da Yunus Emre’yi gösteriyor.

“Tasavvuf ve Narsisizm”, din felsefesi ve psikanaliz gibi iki derin denizi yan yana getirip bir de insan zihninin en negatif sapmalarından biri olan narsisizm olgusunu anlatmaya çalışırken, ortaya koyduğu tespit ile insanda entelektüel olduğu kadar duygusal bir tatmin yaratan çok başarılı bir çalışma.

paylaşmak için