Müzisyen işsiz kalmaz sahnesiz kalır

Korona salgınında müzisyenler işlerinden edilen ilk kesimdi. Ama maddi sıkıntılar, işsizlik hiç yormamış gibi, her akşam sosyal medyada canlı yayın yapıp sazlarını çaldılar, türkülerini söylediler. Sahnesiz kalamadılar, kendi sahnelerini yarattılar

 

 

HASAN BALAN

Gece yarısı bir müzisyen evine yine geç dönüyor
Taksi parası bile yok cebinde ama evine dönüyor
İki damla yaş geliyor gözlerinden, cigarası sönüyor
Yalan da olsa zenginiz, bu bize yetmiyor

Ahmet Kaya’nın şarkısındaki gibi yalan da olsa çok çabuk unutulsa da, en çok sevdiğimiz yine sahne almak, yine müzik olmuştur her zaman. Bir müzisyeni en çok mutlu eden tek şey…

Güneşe hasret kaldığım yıllar oldu. Sabahın ilk saatlerinde müzik yaptığım mekandan çıktığımda, gözümün delip geçen anlık ışıkla irkilip, bir an önce eve gidip yorganı kafama çekmek için kıvrandığım günlerim vardı.  

‘Normal insanlar’ işe giderken ben işten çıkıyordum, onlar evlerine dönerken ben işime gidiyordum.

Tersine yaşamanın insan ruhunda, bedeninde nasıl kalıcı hasarlar bıraktığına yakından tanık oldum yıllarca.

Çoğu gece lanet ettim, “bırakacağım” dedim, olmadı. Ertesi akşam yine sahnedeydim.

Müzisyen işsiz kalmaz zaten sahnesiz kalır… Sorun parasız kalmak filan değildir. Esas yoran, üzen, yıpratan sahnesiz kalmaktır.

Bunu çok yakın zamanda hep birlikte yaşadık aslında. Korona salgınında müzisyenler işlerinden edilen ilk kesimdi. Ama maddi sıkıntılar, işsizlik hiç yormamış gibi, her akşam sosyal medyada canlı yayın yapıp sazlarını çaldılar, türkülerini söylediler. Sahnesiz kalamadılar, kendi sahnelerini yarattılar. Oysaki perde kapanıp yayın bittiğinde yapayalnızdı hepsi. Ödenmemiş faturalar, ödenmemiş kira, boş bir buzdolabı bekliyordu her birini.

Yalan da olsa mutluydular, yettiği kadar… şarkıdaki gibi.

 

Bir anı…

Yıl 2002. Aldık sazımızı çıktık gurbete…

Can dostum Volkan Durgun’a Kuşadasından iş teklifi gelmiş. “Gider miyiz” dedi. Canımız sıkılıyor zaten o dönem. Ekonomik kriz filan var, her zamanki Türkiye klasiği yani. “Gideriz” dedim.

Cebimizdekini birleştirdik. Biletleri zar zor alıp çıktık yola.

İyi karşılandık, yalan yok. İlk iki gün yedik içtik, saz çaldık bizi ağırlayan dostlara.

İş henüz yok ama! Anlaştığımız mekan açılmamış daha. Derken bir hafta geçti bu şekilde.

Meğerse, yaz beldelerinde sezon okullar kapanmadan başlamazmış. Erken gitmişiz yani.

Dostlar ağırladı filan ama biz sıkıldık. Son bir masa muhabbeti yapıp birkaç kuruş kazanınca dönmeye karar verdik.

Son gecemizdi, son kez sahile indik. Çaldık söyledik, kafalar güzel oldu. Kaldığımız yere dönmeye mecalimiz de kalmadı hani.

Şezlonglara uzandık yan yana. Sazlar baş ucumuzda, sızmışız. Büfeci arkadaş da üşümeyelim diye battaniye örtmüş üzerimize.

Rüyamda kadın, çocuk sesleri duydum bir ara. Gözümü açtım, battaniyeyi kafamıza çekmişiz ikimiz de. Bir kaç saniye bakındım…

Offf plajdayız, gece kimse yoktu ama sabah insanlarla dolmuş sahil. Meğerse okullar kapanmış bir gün evvel. Bizim haberimiz yok tabii yazlıkçılar akın akın gelmiş o gün. Paljı dolduran mayolu, bikinili kalabalığın ortasında, altında ne olduğu, kim olduğunu belirsiz bir battaniye. Volki de uyandı tâbii o sıra. Bakıştık, ne yapacağız diye.

İkimiz aynı anda kalktık. Hiç istifimizi bozmadık. Sanki onlar gelip bizi rahatsız etmiş gibi.

Battaniyeyi katladık. Sazları omzumuza astık, ne bizi görüp bağrışan çocuklara, ne de başka insanlara bakmadan plajdan çıktık.

Kısmet, işlerimiz düzeldi o günlerde. Sezon boyu kaldık orda. Ama o plaja bir daha gitmedik. 

 

Sanatçının Ölümü

Gitti gelmez bahar yeli;
Şarkılar yarıda kaldı.
Bütün bahçeler kilitli;
Anahtar Tanrıda kaldı.

Geldi çattı en son ölmek.
Ne bir yemiş, ne bir çiçek;
Yanıyor güneşte petek;
Bütün bal arıda kaldı.

Cahit Sıtkı Tarancı