Molla Kabız’ın kaçınılmaz idamı

“Bu adamın bir müddetten beri umumi yerlerde ve hatta bir rivayete göre bazı meyhanelerde ortaya attığı tuhaf fikirler, nihayet İstanbul halkını büyük bir teessür ve heyecan içinde bırakmıştır.”

CEM BAYINDIR

Molla Kâbız’ın (Ö. 934/1527) anlatıldığı İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinin ilk tümcesi “Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğu düşüncesini ileri sürüp yaymaya çalışan kişi” biçimindedir.  

Yine, tutucu kaynaklar, Türk ve Müslümanlığını yadsımak ve kökenini başka göstermek için Kabız-ı Acem (İranlı) ya da Kâbız-ı mülhid (imansız, dinden çıkmış) biçiminde yazsalar da bilinen adı Molla Kabız’dır.

Tabakatül-Memâlik, Künhü’l-Ahbâr, Tarih-i Peçevi, Tarih-i Hasan Beğzâde, Tarih-i Solakzâde ve Sahâifi’l-Ahbâr ve onunla mahkeme önünde tartışan ve hakkındaki fetvayı veren Şeyhülislam Şemseddin Ahmed İbn Kemal’in risalesinde onunla ilgili yazılara rastlamaktayız.  

Bunun dışında, Osmanlı azınlıklarından Mouradgea d’Ohsson (Muradcan Tosunyan, 1740-1807) ve Batılı tarihçiler, Hammer (1774-1856), Paul Rycaut (1629-1700) gibi adlar da Molla Kâbız’a özel ilgi duymuşlardır.

‘HZ. İSA HZ. MUHAMMEDDEN ÜSTÜNDÜR’

Osmanlı yapıtları, Molla Kabız’ın İstanbul’a eğitim almaya geldiğini, zamanla İstanbul’un önemli din bilginleri (ulema) sınıfına yükseldiğini ve saygınlık gördüğünü, üst düzey görevini sürdürürken, günün birinde onun “Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğu” savını yayarak zındıklık (dinsel sapkınlık) içerisine düştüğünü yazarlar.

Osmanlı kaynaklarının bununla da kalmayıp, “Kâbız-ı mülhid”, “Kâbız-ı bî-dîn”, “Kâbız-ı herze-kâr”, “Kâbız-ı yâve-gûy” diye aşağılamalarla andıkları, sürekli içki içtiğini söyledikleri Molla Kâbız, bunlara göre, düşüncelerini meyhanelerde ve gittiği her yerde insanlara aktarıyor, halkın kafasını karış­tırıyordu. Saygın konumda bir din bilgini olması, Kuran-ı Kerim’i çok iyi bilmesi ve sürekli ayet ve hadisler eşliğinde sözler söylemesi Müslüman toplum üzerinde o denli etkili olmuştur ki, çevresinde insanlar artmış, herkesin dikkatini çeker olmuştu.

“Bu adamın bir müddetten beri umumi yerlerde ve hatta bir rivayete göre bazı meyhanelerde ortaya attığı tuhaf fikirler, nihayet İstanbul halkını büyük bir teessür ve heyecan içinde bırakmıştır.”

“Bazı meyhanelerde ortaya attığı…”

Molla’nın, Sünni ve dinsel kurallarla yönetilen ve tutucu bir din bilginleri sınıfının egemen olduğu bir ülkenin başkentinde böyle bir durumun nelere yol açacağını bilmemesi güç olmadığından resmi tarih yazımına ve aşağılayıcı anlatımına kuşkuyla bakmak gerekir.  

Osmanlı azınlıklarından tarihçi Mouradgea d’Ohsson ise, Molla Kabız’ın çağının en önemli bilim insanlarından olduğunu, çok iyi yetişmiş bir din bilgini olduğunu ve hem Kur’an-ı Kerim’i ve onunla ilgili tüm bilimleri, hem de İncil’i ve yorumunu dört dörtlük bildiğini belirtir. Molla Kabız’ın İsa’nın üstünlüğünü ileri sürmesinin olası olmadığını, tüm dinlere büyük hoşgörüsünün olduğunu, Hristiyanları sevdiğini, kesinlikle din ayrımı yapmadığını, yabancıları evinde konuk ettiğini, onlarla Hıristiyan inançları ve ahlakı üzerine söyleştiğini ve bu görüşmelerini Müslüman bilginlerle de paylaştığını hatta camide, toplantıda, sokakta Türk halkına da anlattığını da söylüyor.  

ÂDET OLDUĞU ÜZRE SONU BAŞINDAN BELLİ MAHKEMELER KURULUR

Kaynaklar, bu sözlerle ilgili dedikoduların olması, kentte kargaşa çıkma olasılığı doğunca, din bilginlerinin bazılarının Molla Kâbız’ı yakalatıp Divan-ı Hümâyun’a sevk ettirdiklerini, onu teslim alan Veziriazam İbrahim Paşa’nın konuyu incelemek, bu savları araştırmak, dinlemek ve yargılanmak üzere onu Rumeli Kazaskeri Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi ve Anadolu kazaskeri Kadiri Çelebi’ye havale ettiğini, iki kazaskerin Molla Kâbız’ı sorguya çektiklerini, Molla’nın ise kendi aleyhinde ileri sürülen suçlamalara karşı tek tek yanıt verip, Kur’an-ı Kerim’den de ayetler ve sureler okuyarak savunma yaptığını yazmaktalar.

D’Ohsson’a göre, Molla Kâbız Efendi kendinden çok emin bir öz güvenle konuşu­yor, İslâm’ın bütün temel ilkelerini, Kur’an’ın ve tüm tefsir bilginlerinin o zamana değin söylediklerinin birçok konuda tersini söylüyor, aynı zamanda İslâm’ın birçok esasının eskinin bilgisiz din bilginlerince yanlış yorumlandığını, Kur’an-ı Kerîm’in “bir ölçüde Kitab-ı Mukaddes’e dayalı” olduğunu, Hz. İsa’nın da peygamberliğinin önemsizleştirilmemesini, Allah’ın yeryüzündeki tüm insanlığa emirlerini bildiren kitabın öz ruhuna aykırı yorumlandığını ileri sürüyordu. 

Onun savlarını bilimsel yolla redde başarılı olamayan kazaskerler sinirlenmeye, bağırıp çağırmaya ve Molla Kâbız’ı teh­dit etmeye başladılar. Sonunda da dinden çıktığı gerekçesiyle ölümüne hükmettiler.

Bu oturumu izleyen Sadrazam Makbul (Pargalı) İbrahim Paşa, (1495-1536) kazaskerlerin yetersiz kalmasına, bilimsel yetersizliklerine ve hukuk açısından işledikleri hataya çok öfkelenmiş, görev­lerinin böyle bağırıp çağırarak, yasalarla tehdit ederek değil, hukuka uygun bir biçimde yargılamak ve onu mahkum ettirmek olduğunu anımsatmıştır.

‘NİÇİN HAKKINDAN GELİNMEDİ?’

İlk mahkemede mahkûm edilemeyen ve yargılamayı üstün bitiren Molla Kâbız ise salınmamış ve yeniden hapse yollanmış, Osmanlı kaynakları olayda Molla’nın yüksek bilgisiyle galip çıkmasından çok, davaya bakan kazaskerlerin, bulundukları görevleri hak etmeyen, o yüksek makamlara yaraşmayan bilimsel yetersizliklerini görmüş ve olaya kazaskerler yönünden bakmışlardır.  

Veziriazam İbrahim Paşa gibi yargılamayı ve onun alt edilememesini kafes arkasından kızgınlık ve sıkıntıyla izleyen Kanuni Sultan Süleyman da: “Bir mülhid divanımıza gelüp Peygamberimiz iki cihan fahrine salevatullahi aleyhi ve selamuh tafdil-i Hazret-i İsa eyleyüp müddeası isbatında ekâvîl-i batıla tenzil eyleye, şüphesi zail olmayup ve cevabı virilmeyüp niçün hakkın­dan gelinmedi?” (İmansızın biri karşımıza çıkmış Hz. peygamberimize karşı Hz. İsa’yı üstün gösterir de bunun kuşkusu neden ortadan kaldırılmaz ve karşılığı verilmez) diye yakınınca Sadrazam İbrahim Paşa, “ikisinin de karşı çıkmaya, yanıt vermeye güçleri yetmedi” yanıtını vermiş, padişah ise, iki kazaskerin yerine bu kez de, Osmanlı tarihinin en önemli bilginlerinden olan Şeyhülislam İbn Kemal ile İstanbul Kadısı Sadeddin (Sadi) Efendi’yi divana davet etmiş, Molla Kâbız’ın davasının yeniden görülmesini istemiştir.

Ertesi gün mahkeme yeniden kuruldu. Bu yeni mahkeme, Sadrazam İbrahim Paşa’nın başkanlığında oldu. Kaynaklarda, aslında ikisi de divan üyesi olmayan İbn Kemal ve Sadi Efendi, yanlarında İstanbul’daki belli başlı tüm din bilginleri ve eski yargılama üyeleri iki kazaskerin de kurulda hazır bulunduklarını görüyoruz. Molla Kâbız’ın, karşısında bir ulema ordusu dizilmesine, divan arkasında da vezir ve padişahın yargılamayı izlemesine şaşırdığı belirtilir.  

Molla Kabız, eski savunmasını yineledi, İbn Kemal onu sonuna kadar dinledi ve yumuşak bir biçimde ileri sürdüğü kanıtları kabul etmedi, Molla’nın kendisine kanıt gösterdiği ayet ve hadisleri yanlış anladığını ve hatalı yorumladığını belirtti. İbn Kemal de, Molla’ya karşı hem Kuran’dan hem de Kitab-ı Mukaddes’ten karşı kanıtlarla hukuksal bir savaşım içerisine girmiş, kaynaklara göre, Molla’nın tartışma sırasında kısa bir süre düşünmesi ve suskun kalması üzerine söz söylemeye gücünün kalmadığı ve yenildiği kabul edilmiştir. (İşte melzam ve mebhut oldu, işte hakk ne idüğü zahir olup malum oldu)

Günümüze ulaşan kayıtlar kaynak olarak daha çok yargılamada taraf olan İbn Kemal’in kaleminden çıkan risaleyi (Risâle fîmâ yeteʿallaḳu bi-lafẓi’z-zındık) gösterdiğinden, gerçekte tartışmanın nasıl ilerlediği, kimin lehine bittiğini, Molla’nın gerçek düşüncelerinin neler olduğu ve savlarını ve dayandığı ayetlerin ne olduğunu bilemiyoruz.

İbn Kemal “Risâle fî efḍaliyyeti Muḥammed Aleyhi’s-selâm” adlı risalesinde ise, Molla Kâbız’ın adını hiç anmaksızın ve olayı belirtmeksizin, doğrudan Hz. Muhammed’in neden tüm peygamberlere üstün olduğu konusunu tartışır.

Kanıt olarak da, tıpkı Molla Kâbız gibi doğrudan Kur’an-ı Kerîm ayetleri, Hz. Peygamber’in hadisleri ve bilinen en tanınmış eski İslâm bilginlerinin sözlerini gösterir, sonunda da Hz. Muhammed’in tüm öteki peygamberlerden sonra gelen ve belirli topluluğa değil, tüm insanlığa hitap eden bir peygamber kimliğini taşıması nedeniyle kendinden önceki bütün peygamberlerden üstün bir mevkide ol­duğunu ve yeninin her zaman eskiyi ortadan kaldırmış bulunması dolayısıyla, Hz. Muhammed’in üstünlüğe bu açıdan hak kazandığını söyler. Bu yazdıklarına bakarak şeyhülislamın, Molla Kâbız ile yüz yüze tartışırken de aşağı yukarı aynı şeyleri söylediğini söylemek olasıdır.

HAKİKAT SIRRININ BOYNUNU VURMAK

Sonuç olarak, Kanuni’nin isteği yerine gelmiş, tartışmanın sonunda Şeyhülislam İbn Kemal, Molla Kâbız’ın “zındık” ve “mülhid” sayılacağına ilişkin fetva vermiş ve onu yenilmiş saymıştır. Bu olaydan 33 yıl önce 1494 yılında haksız yere boynu vurulan büyük bilgin Molla Lütfi’den esirgenen “tövbe hakkı”nın ona tanınması, Hanefi hukuk kurallarının burada bir ölçüde daha uygun işlediğini gösterse de bu durumun düşünce özgürlüğü olarak aktarılması doğru değildir.

İstanbul kadısı Sadeddin (Sadi) Efendi dinsel yasa gereği Molla Kabız’dan sözlerinden geri dönmesini ve tövbe ederek Ehli Sünnet imanına kavuşmasını ve böylece bağışlanacağını bildirmiş ve bunda ısrar etmişse de Molla böyle bir şeyi kesinlikle kabule ya­naşmaz.

Bunun üzerine Kadı Sadi Efendi, şeyhülislamın fetvasının gereği mahkumun boynunun vurulmasına hükmetti ve karar aynı gün (9 Safer 934 / 4 Kasım 1527) hemen orada infaz olundu. (Seyfi şeri mansur ile makhûr oldu)

Molla Kâbız, İslami yasaları ve yargılama sonuçlarını çok iyi bilen bir din bilgini olduğundan, canı pahasına da olsa, son anına değin sözlerinden geri adım atmamış, peygamberlerinin birbirinden üstün olmadıklarını, Hz. İsa’nın da büyük mucizelere sahip yüce bir peygamber olduğunu yinelemiştir. Onun tek ba­şına, zamanın en güçlü hükümdarının huzurunda, en yüksek din bilginlerinin tamamının karşısında bulunduğu eşitsiz duruma karşın inancına bağlı kalmaktaki ısrarı, yürekli tutumu ve düşüncelerinin doğruluğuna inancının gücünü gösterir.

Molla Kabız, İslâm’ı bırakmış, Hıristiyanlığa geçmiş biri değil inançlı bir Müslümandır, din bilginidir, önemli bir görevdedir. Tüm savunmasını bilime ve Kuran ve hadislere dayandırmış, yani Molla, Hz. İsa’yı Hz. Peygamber’den üstün tutmamış tersine Kur’an-ı Kerim’i, Hz. Muhammed’in hadislerini kanıt göstererek savunmasını İslam hukuku içerisinde ve Müslüman bir bilgin kimliği altında yapmıştır.

Gerek İslâm gerekse Hıristiyan dinleri konusunda büyük bir bilgi birikimi olduğu anlaşılan Molla Kâbız karşısın­da imparatorluğun en parlak döneminde Osmanlı ulemasının düştüğü çaresizliğe ve açık yenilgiye karşın, Molla Kâbız’ın, halkın inancını zedeleyecek, kafaları karıştıracak söylemlerinin cezasız kalması halinde hem devlet hem de din açısından tehlikeli olabileceği kaygısıyla yani düşüncelerinden dolayı boynu vurulmuştur. Rahmet olsun.

Kaynakça:

  1. Kemal Paşazade, Resâilü İbn Kemâl, çeviri Ahmed Cevdet,
  2. Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, İş Ban. Yay. 2016, 130-133, 191
  3. D’Ohsson, Tableau General, I, 153-159;
  4.  Abdülhak Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Yay. 1970, s. 102-104;
  5. Sina Akşin, Osmanlı Devleti: 1300-1600 (haz. Sina Akşin), 1988, s. 164-166;

Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), Timaş Yay. 2016, s. 300-308;