Mesele kılıcı tutan değil, eline tutuşturan

HALDUN ÇUBUKÇU
halduncubukcu@hotmail.com

Biz sanıyor muyuz ki, o elde kılıçlı mesajı ve gülünç mizanseni diyanet işleri başkanı kendi inisiyatifiyle hazırladı!

Mümkün mü?
Ayasofya Müzesi’nde yaşanacakların provası günlerdir yapılıyordu.
Orada atılacak her adım belirlenmiş, çekilecek her fotoğraf karesi hesap edilmiş, gönderilecek her davetiye o ‘yüksek onay’dan geçmiştir.
Diyanet işleri başkanının trajik olduğu kadar gülünç şovunun “anlamları” mesaj paketleri halinde medyadan servis edilmişti. Neymiş; kılıcı sol eline aldığında “sulh ve selamet niyeti” ortaya çıkar, sağ eline aldığında ise şeriatın kılıcını simgeler, kestiğinde Allah adına keser. İki elle birden tutulunca anlamı “bu kılıcın hareketini sen seçeceksin” çıkar…
Zırva!

Kılıç simgesi bütün çıplaklığıyla diyanet işleri başkanının durduğu ideolojiyi açıklamıştır, çok güzel bir resimdir; tam yerine oturmuştur: İslam budur: Bizim dinimiz kılıç dinidir. Ayasofya’yı kılıçla ve Hıristiyanları keserek aldık. ‘Kılıç hakkı’ üzerinden de yeniden cami ilan ediyoruz.

Ayrıca çok daha önemli bir mesaj daha içerir:
Cumhuriyeti ve Atatürk’ü tanımıyoruz.

Yani o kılıç Atatürk Cumhuriyeti’ne çekilmiştir.
Osmanlı’yı simgeler, Üç Hilallidir.
Mesajı açıktır. Biz Cumhuriyeti yıkıyoruz, Yeniden ve yeni Osmanlı’yı kuruyoruz; kendine güvenen kılıcımızın karşısında dursun!

BÜTÜN MESAJLARI SAHTE, YALAN VE KİN DOLUDUR

Fatih adına verdikleri mesajların hemen hepsi yalandır.
Fatih’i ağızlarına bile almamaları gerekir; onların kafasındaki gibi, cemaatlerine yutturmaya çalıştıkları gibi bir Fatih yoktur.  Fatih’i gerçekten öğrenmek istiyorlarsa ki, istemezler, bütün maneviyatları çöpe gider; Yalçın Küçük hocamızın kitabını okuyabilirler.

Ali Erbaş’ın Ayasofya hutbesi ya cahilliktendir ya da cahil değildir de gerçeği tahrif ediyordur. Öyle ya da böyle, şaşırabilir miyiz; her ikisi de yobazlığın olmazsa olmaz özellikleridir.

Çünkü…

1. Kutsal saydığı vakıflar kutsal mutsal değildir; akçalı işlerdir. Kamuya en küçük yararı olmayan Osmanlı devletinin yapması gereken bayındırlık faaliyetlerini zenginlere devretmesi ve zenginlerin de daha çok da yağma iktisadı üzerine kurulan feodal rantın günahını affettirme çabasıyla, allah rızasını satın alma “duyarlılıkları”nın ürünüdür vakıflar. Vakıflara kutsallık / mübareklik bağışlama ancak Ali Erbaş zihniyetiyle mümkündür.

2. Fatih vakıflarının senedinde Ali Erbaş’ın, Ayasofya’yı müze yapana da Fatih’e sığınarak lanet okuyayım sinsiliğine cevaz verecek ilenmeler olmadığını Murat Bardakçı’dan öğrenebiliyoruz. (1)  İlençler sadece vakfın parasını yiyenlere yöneliktir. E peki Ali Erbaş bunları bilmemekte midir? Çok iyi bilmektedir ama tahrifle, yalanla, Atatürk’e senet üzerinden hakarete yeltenmenin zevkini yaşamaya çalışmaktadır.  Efendilerinin hislerine tercüman olmaktadır.

3. Fatih’in kendisi Ali Erbaş’ın kutsal saydığı ve sandığı vakfiyelerin birçoğuna el koymuş, kullanımını, mülkiyetini ve şeklini değiştirmiştir. Fatih’in el koyduğu vakıfların yüzlercesi dini vakıflardır. Bu konuda Magma dergisinin Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Kafadar’la yaptığı görüşme özel değerdedir. (2)

4. Ali Erbaş bilerek ve isteyerek tahrifat yapmıştır ve bundan dolayı endişesi de yoktur. Çünkü siyasi erk tarafından aynı görüş bağlamında desteklenmiş, hatta muhtemelen bu tahrifat için azmettirilmiştir.

5. Ayrıca ve en önemlisi Osmanlı ya da Bizans, Selçuklu ya da Sümer… vakıf senetlerinin ya da hükümlerinin hiçbir önemi yoktur, hepsi ilga edilmiştir. Osmanlı yıkılmıştır. Cumhuriyet devriminin, yeni Türk devletinin; Türkiye Cumhuriyeti’nin  hukuku geçerlidir.
Ne var ki, gördük; artık böyle değildir. Altın çağını yaşayan rövanşizmin kat’ettiği önemli yol Danıştay 10. Dairesinin Cumhuriyet hukuku dışında siyasi, hukuk dışı bir karar verebilmesini sağlamıştır; daha net söyleyişle siyasi erk tarafından bu karar aldırılmıştır.  Özellikle 2016’dan beri rövanşizm en önemli kurumlarda fiilen Cumhuriyeti yıkmış, Cumhurbaşkanı, genel kurmay başkanı ve saire devlet erkanının olduğu dini şovda, diyanet işleri başkanı Atatürk’e lanet okumaktan zerre perva duymamıştır; iktidarı ele geçirip yeni rejimi sağlamlaştırdıklarını çok iyi bilmektedir.

ATATÜRK’E KARŞI PSİKOLOJİK SAVAŞ

Tarihi, işgalciye yaltaklanacak kadar Cumhuriyet düşmanı “Püsküllü Kadir” gibi boş tenekelerden öğrenen ve üstelik öğrendiklerini de gerçek sanan, aslında bütün hayatları insanlığın en büyük yalanına inanmak ve inandırmak, mücadeleleri de insanlığın büyük gerçeği ve geleceğine karşı mücadeleden ibaret olan diyanetin ve azmettiricisinin 24 Temmuz tarihini seçmekle verdiği mesaj dümbeleğin teranesidir: Lozan’ın gizli maddeleri vardır, Lozan’da İslam devleti yıkılmış, yerine laik, Mason, Yahudi, dinsiz devleti kurulmuştur.

Bu zihinsel ucubelerin Cumhuriyet’e bakışları da kuşkusuz irfanları kadardır. Yalan ve çirkefle doludur.

Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından teslim alınışı sırasında müze çevresinden çekilmiş görüntülerdeki yobazlık figürlerini de aşan tımarhane kaçkınlarının görüntüleri bu zihinsel ucubeliğin kitlesine (cemaatine) de işaret ediyor. Çok azının dışında hemen hemen hepsi Lozan’ın bir yenilgi, Osmanlı’nın şahane, Ayasofya’nın da Lozan’daki gizli maddeyle müze ( ‘puthane’) yapıldığına, Atatürk’ün de İngilizlerin adamı, dinsiz, Mason bir Yahudi olduğuna inanıyor.  Cemaatin de, başyücenin de, imamın da ortak ‘bilinçleri’ budur. Çoğununki ezilenlerin ortak cehaletinin sonucudur, bir avuç havass ya da ümeranınki ise alçaklıktandır.

İşte Ayasofya Müzesini 24 Temmuz’da diyanete devredenler bu olmayan “gerçeğin” mesajını vererek kendilerinin ne kadar yiğit ve kahraman, müze yapanların da emperyalistlerin adamı korkaklar olduğunu anlatmaya çabalamışlardır.

Bu Türkiye tarihinin en büyük alçaklıklarından ve çirkefliklerinden biridir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ( kendileri gibi ) gizli bir ajandası yoktur. O, ne yapacaksa apaçık söylemiş ve yapmıştır.

O’nun Ayasofya Kilisesi ve sonra camisini müze haline getirmesi herhangi bir yabancı devletin isteği, gücü, ısrarı ile olmamıştır. Olamaz da. O’nu kendileri gibi sanıyor korkak proje görevlileri. Mustafa Kemal Paşa’nın ve Cumhuriyet Hükumetinin 1934’te korkacağı hiçbir yabancı devlet, hiçbir güç yoktur.
Türkiye 30’larda tarihinin en bağımsız, onurlu, başı dik ülkesi olarak yoksulluktan, gerilikten, ilkellikten, cehaletten kurtulma savaşının içindeydi; zaferler kazanıyordu, Aydınlanma ışığı yayılıyordu. Yoksulca ama mağrur, bağımsız bir milletin omuzlarında yükseliyordu Cumhuriyet; önderi, İngilizleri ve uşaklarını kahrı zillete uğratan, “bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” diyen ve hakikaten de öyle olandı ve o günlerde bu ülkenin çok güçlü bir dostu vardı: Sovyetler Birliği.

Dolayısıyla hiçbir gücün, hiçbir yabancının isteği için değil Türkiye Cumhuriyeti’nin medenileşme / uygarlaşma projesi olduğu için Ayasofya müze yapılmıştı.
İnsanlığın o en muhteşem anıtlarından birine duyulan saygı gereği.
İnsanlığın uygarlık ve kültürel mirasına verilen yüksek değer gereği.
İşte yalnızca bu miras ve bu değer için Ayasofya müze yapılmıştı, kuşkusuz insanlık bir bütün halinde barbarlığa, vandalizme teslim olmazsa çok da uzak olmayan bir gelecekte yine müze olacaktır ve öyle de kalacaktır.

Dolayısıyla her ne kadar Ayasofya içindeki tiyatral, siyasal şovda görüntü veren Ali Erbaş ise de onun biricik önemi efendisinin gölgesi olmasındandır. Asıl sorumlu ise onun eline o kılıcı tutuşturanlardır.

Cumhuriyet şafağı Osmanlı kılıç artıklarını yine ve çok daha kararlı, kesin şekilde ezecektir.

Hesaplaşmayı kendileri dayatmıştır; yasadır: Cumhuriyet’e kılıç çeken var ise; kılıcın yasasına itaat edecektir.

Dipnotlar:

  1. https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/758060-ogretebilirsen-ogret-bakalim
  2. https://www.magmadergisi.com/yasam-haberleri/ayasofyanin-bir-gayya-kuyusuna-donusme-tehlikesi-var?fbclid=IwAR03a9rc7pOLywJE6iR7cvpMx0LSzcc9czT5wR2YspOm_ZnihZ6CzQMtj24