‘MDD Hareketi Üzerine 2’ Geçmişin Tortusu

1965 yılında yapılan TİP 1. Olağan kongresinde kabul edilmiş parti programı bir demokratik devrim programıydı. Sosyalizmi Kemalizm’in demokratik devrimci ruhu ve modernizmi ile buluşturmak MDD’cilerin buluşu değildi

 

RİFAT KORUR

Yaş itibariyle sosyalizm ve sol görüşlerle 1975 sonrası tanışan ama bu tanışmayı da özellikle Perinçek ve Aydınlık grubu aracılığı gerçekleştiren kişilerde şu şekil genel kabuller vardır:

  • TİP içindeki Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran grupları Türkiye’nin bir kapitalist sınıfa ve işçi sınıfına sahip olduğunu ve sıranın sosyalist devrimde olduğunu söylüyordu. Buna karşı çıkan eski tüfeklerden Mihri Belli ve etrafında toplanan gençler (Çayan, Gezmiş, Perinçek vb) Türkiye’nin yarı sömürge, yarı feodal bir köylü ülkesi olduğunu, Türkiye’de Milli Demokratik Devrim olabileceğini, bu devrimin görevlerinin tamamlanmasından sonra ise aşamalı ama kesintisiz bir şekilde proleter diktatörlüğüne geçileceğini ileri sürdüler. Sosyalist devrimci reformist-revizyonistlerle MDDci devrimciler o yüzden kapıştılar. Bölünme devrimcilerin daha da devrimcileşmesi için kaçınılmazdı.
  • Ayrıca Aybarcılar ve Aren-Boran kliği parlamentarizme batmıştı. Onlar iktidara seçimler yoluyla gelmeyi planlarken, MDDciler, halk ayaklanması dahası köylerden şehirleri kuşatan bir halk savaşı ile devrimin gerçekleşeceğini söylüyordu.

(Ara not: Esasında Avcıoğlu çevresi de, Mihri Belli çevresi de halk savaşına yahut gerillacılığa gelene kadar, ordu içindeki ilerici genç subayların 27 Mayıs benzeri bir ihtilalini öngörüyorlardı ve gerçekten de sol Kemalist sosyalizan eğilimli bazı subaylarda böyle bir eğilim vardı. Kırlardan şehirlere doğru gerillacılık benzeri tartışmalar MDD’cilerin kendi aralarındaki ayrışmalarda ön plana çıktı.)

  • MDD’cilerin büyük bölümü aynı zamanda “Sovyet sosyal emperyalizmi”ne karşı da tavır geliştirmişti. TİP merkezi ise Sovyet yanlısıydı.
    Üçüncü maddeyi ayrı bir yazıda ele almak gerekli. Biz şimdilik ikinci noktayı ele alalım. Devrimin hangi yöntemlerle gerçekleşeceğini, nasıl başlayacağını iktidarın ne vesile ile ele geçirilebileceğini aslında hiç kimse hiçbir devrimci belirleyemez.

Devrimler fay hatları boyunca ilerleyen depremler gibidir.  Bazen Paris’te abartılı bir dedikodu Bastille hapishane baskınını tetikler. Bazen Boston’da yüzlerini Kızılderili gibi boyamış vergi aleyhtarları çay balyalarını denize döker. Bazen utanç verici bir yenilgi komüncülerin başkenti ele geçirmesini sağlar. Bazen bizzat gizli polis muhbiri bir papaz olan Gapon’un halim selim ikonalı yürüyüşü kana bulanır ve Petersburg’da  İşçi Sovyetleri duruma geçici de olsa hakim olur. Bazen bir yattaki gençlerden sağ kalanlar dağlarda tutunmayı başarır.  Bazen İzmir gibi bir şehrin işgali, durumun ne kadar tehlikeli olduğunu bin laftan daha açık şekilde gösterir insanlara. Bazen de sonuçları kabul edilmeyen bir seçim sonrası insanlar zıvanadan çıkarlar.

Biraz tarih ve toplum bilen her devrimci,  meselenin, henüz ortada fol yok yumurta yokken girişilecek bir ” iktidara o şekilde mi el koyalım yoksa bu şekilde el koyalım” tercihi olmadığını da bilecektir.

Asıl mesele, “Devrimin İsrafil’i” borusunu öttürmezden önce, o henüz akort yaparken çıkan uyumsuz sesleri ayırt edip edememekle ilgilidir.

O yüzden TİP’in bölünmesindeki rolüne ve devamında adam başı bir fraksiyonu doğurmasına rağmen yöntem tartışması artık günümüzde çok anlamlı değil. DHKP-C gibi acıyı bal eyleyen bir iki yapı hariç silahlı grupların en külahlıları bile yaş aldılar, uslandılar ve legal partilerde birbirlerine “gözünün üstünde kaşın var” demeye devam ediyorlar.

Ama ilk maddede özetlediğim, TİP’i içeriden torpilleyen MDD tartışması öyle değil.

Partiyi bölen, sosyalizm ile daha yeni tanışan gençlerle partinin yöneticileri arasında kopmaya ve giderek kongre basıp adam dövmeyi gerektirecek kadar husumete yol açan, bir tarafın diğer tarafı tasfiye etmeye çalıştığı bu tartışma çok mu gerekliydi?

Sanmıyorum.

1965 yılında 9-10 Şubat günleri arasında İzmir’de yapılan TİP 1. Olağan kongresinde kabul edilmiş parti programı bir demokratik devrim programıydı. Sosyalizmi Kemalizm’in demokratik devrimci ruhu ve modernizmi ile buluşturmak MDD’cilerin buluşu değildi.

Bu programı göz önüne aldığımızda TİP. ayakları yere ve ülke toprağına basan, demokratik bir devrimin görevlerini yerine getirmeye çalışan bir parti olarak temayüz ediyor.
Tamamını şu Linkteki PDF dosyadan okuyabilirsiniz: https://www.tustav.org/yayinlar/kutuphane/TIP-kutuphanesi/TIP_Programi_1964.pdf

Bazı örnekler verelim:  

Program Büyük Millet Meclisinin 21 Ekim 1921 tarihinde yayınladığı bir beyanname ile başlıyor. Atatürk’ün 1 Aralık 1921 tarihindeki söylevi ile sürüyor. Hani şu “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız” dediği meşhur konuşması ile yani.

Aynı yıl kitapçık haline getirilip İstanbul’da basılan ve 5 Liraya satılan parti programının 72. sayfasında şöyle diyor:

Sayfa 77’de şu var:

Sayfa 78:

Sayfa 81

Mülkiyet düşmanlığı var mı peki?

Milliyetçilik için ne demişler?

Ortak Pazar – Avrupa Birliği (sayfa 108)

Program, Kürtçe konuşan vatandaşlarımıza ve Alevi mezhebinden olanlara ayırımcılık uygulanmasına kesin bir dille karşı çıktıktan ve onlara 2. sınıf vatandaş muamelesi yapılmasını eleştirdikten sonra  şöyle diyor: (Sayfa 111)

Köy Enstitüleri (sayfa 138)

Programın son bölümü 157-166 sayfalar arası “Dış Politika ve Milli Savunma başlığına ayrılmış. Şöyle başlıyor:

Ve hem bölüm hem de program şu cümlelerle bitiyor:

Babam Aybar döneminde TİP üyesiydi ve onu çok severdi.  Bu programı ilk kez 1978 yılında babamın kitapları arasında bulup okumuştum. 16 yaşındaydım.

15 yaşında iken artık nereden icap ettiyse Troçkist olmuştum. Doğal olarak TİP  programı bana bir MDD programı gibi gelmişti.

Bütününü okuduğunuzda muhtemelen siz de: “Allah, Allah, biz bu programa karşı mı MDD programı diye tutturduyduk” diyeceksiniz.

Siz de muhtemelen “kardeşim hani Atatürkçülüğü ve cumhuriyet devrimi kanunlarının uygulanması talebini biz keşfetmiştik, adamlar bizden 40 yıl önce demiş zaten” diyeceksiniz ve onca emeğin, sürenin ve zekânın bu tartışmalarla çarçur edilmesine hayıflanacaksınız.

Başta Mihri Belli olmak üzere, bu likidasyonda katkısı olan hemen herkesin, Türk sol tarihindeki nihai rolü kanımca olumsuz olmuştur. Yazık edilmiştir.

Sadece Mihri Beli grubu da değil, her eleştiride her tartışmada kendisine yönelik bir komplo keşfeden ve üst kurullarda tartışılmamış şahsi fikirlerini partiyi bağlayacak şekilde söyleyen Aybar da sorumludur.  Hikmet Kıvılcımlı’nın partiye üyelik başvurusunu engellemeyi marifet sanan Aren gibi genel merkez yöneticileri de sorumludur.

1965’te Türk sağını dehşete düşüren ve hâkim sınıfları önlem almaya sevk eden TİP, daha 1966’da dağılmaya gücünü kaybetmeye başlamıştı.

Şimdi bir sol hareket olarak, Vatan Partisinden ayrılan ‘MDD Hareketi’ndeki dostlarımız ve abilerimiz, Türk Solunun hâlâ övündüğü bir partiyi kilitleyen, meşgul eden, enerjisini tüketen ve onu içe döndürüp yıpratan bir tartışmanın alamet-i farikasını, yani MDD kavramını kendisine isim olarak seçiyor.

Bu rahatsız edici daraltıcı bir seçim. Bu isim meşhur Z kuşağı için de hiçbir şey ifade etmiyor. Bütün bunları onlara anlatsak saygı icabı dinleseler bile “eeee nolmuş yani” derler.  Böyle bir isimle Vatan Partisi’nde kalmış beş on bin kişiden başka hiç kimsenin dikkatini çekemezsiniz ve cezbedemezsiniz.

Ayrıca Vatan Partisi’nin Yargıtay Başsavcılığı kayıtlarında göründüğü gibi 19 bin gerçek üyesi olmadığını biz de biliyoruz, onlar da biliyorlar. Bunun en az yarısı Vatan Partisi’ni istifa edecek kadar bile önemsemeyen kağıt üstünde üyedir. Âli hedefleri olan iktidara talip bir harekete, yetenek ve siyasi bilinç düzeyi VP seviyesinde olan ve Türkiye gemisinde bir oraya bir buraya sallanmaktan dolayı başı dönüp duran bu kadar adam yetecekse, eyvallah!

Oysa Türkiye’nin namuslu cıva gibi gençleri var. Zekâ fışkıran külyutmaz vicdan sahibi entelektüelleri var.

Vatan Partisi dışında ona değmeden akıp giden, bizi genişletecek ve zenginleştirecek cıvıl cıvıl bir hayat var.

*

Dostlarımızla tartışmaya devam edeceğiz.