Kızlarımız varsın masal prensesi olmasınlar. Dalgalı, uzun saçları olmasın, incecik olmasınlar, gözleri sürmeli yanakları pembe olmasın. Gerçek insan olsunlar. Meslek sahibi, kendine güvenen, ayağını yere sağlam basan kadınlar olsunlar. Masal prensesleri sadece prensi bekler. Kızlarımız kimseyi beklemesin. Kimseden para veya onay istemesin. Kendi hayatlarını kendi ellerinde tutsunlar.
LEYLA TUNÇ YELTİN
Masal sever misiniz? Çocuklarınıza masal okur musunuz?
Ben severim. Masal muhteşemdir. İnsanı fark ettirmeden eğitir. Hayal dünyasının kapılarını açar, düşünmeyi; bilinenin arkasını görmeyi öğretir.
Ama çoğu masalda önyargılar, çağdışı klişeler, cinsiyet ayırımcı rol modelleri var. Bugün biraz o alanlarda gezineceğiz.
Bu yazıda, ancak arayarak bulabileceğimiz Türk halk masallarından ya da İskandinav veya Afrika masallarından değil de, her kitapta, her büyük bütçeli film/çizgi filmde her an karşımıza çıkan batı masallarından bahsedeceğiz.
Olmayan Anne
Bu masallarda en çok karşımıza çıkan klişelerden biri, öykünün baş kişisi olan genç kızın/prensesin annesinin masalın başında hemen ölmesi veya zaten ölmüş olmasıdır.
Yani koruyucu ve kollayıcı anne figürü daha öykü başlarken denklemden çıkarılır.
Böylece hem prensesin hayatına ciddi bir travma, küçücük bir çocukken yaşanan ağır bir dram katılmış olur; hem de korunma gereksiniminin sadece baba ve/veya prens –yani erkek figürü– tarafından karşılanacağı ortam yaratılır.
Korunmak ve kollanmak için masaldaki erkek karaktere yönelme klişesi ancak son dönemdeki çizgi filmlerde/filmlerde değişime uğradı. Masalın baş kişisi hayatının dizginlerini eline almaya daha yeni yeni başladı.
Yazının sonlarına doğru bu son dönem filmlerdeki hoş değişime değineceğiz.
Cadılar, Üvey Anneler, Kötü Kız Kardeşler
Öz annenin öykünün başında ortadan kaybolması ile, masalın baş kişisinin çevresinde gördüğü kadın karakterler ya onu öldürmek isteyen kötü cadı, ya da ona eziyet eden üvey anne veya üvey kız kardeşler olur.
Yani kadınlar arasında dayanışma yerine rekabet ön plana çıkar. Örneğin “Külkedisi”nde; kraliyet balosunda bütün kızlar kendilerini prense beğendirmek için vahşi bir rekabet içine girer.
Baş karakterimizin üvey annesi ve üvey kardeşleri balo konusunda ve tüm masal boyunca ona çok kötü davranır.
Ve tabii bir erkek için onlarca kız kıyasıya yarışır. Kimse durup da acaba kızlar prensi beğenmese ne olur diye düşünmez.
Üvey anne konusu batı masallarında ciddi bir sorun. Hele ki boşanmaların ve ikinci evliliklerin giderek arttığı günümüzde “üvey anne muhakkak kötü davranır” önyargısı masal okuyan çocukların aklına adeta kazınmak istenmiş gibi.
Peki ya Öz Babalar Öz Anneler
Hansel ve Gratel masalında iki kardeşi ormana götüren ve orada kaderlerine terk eden öz babalarıdır. Öykünün orijinalde işin içinde öz anne de vardır ancak yıllar içinde üvey hale getirilmiştir.
Masalı hatırlarsınız: fakirlik sebebiyle çocuklarına bakamayan çift onları ormana götürür. Kardeşlerden biri bunu anlar ve yolu işaretler, ancak yolu ekmek kırıntılarıyla işaretlediği için kuşlar yer ve yolu bulamazlar.
Çok acıkmış ve üşümüş, üstelik ormanda kaybolmuşken, şekerleme ve çikolatadan bir eve rastlarlar. Evin sahibi bir cadıdır. Cadı çocukları yiyecektir. Ancak akıllı çocuklar cadıyı kandırır, fırındaki ateşe atıp öldürür ve kaçar.
Hansel ve Gratel özünde yabancılardan hediye ve yiyecek kabul etmemeyi öğütler.
Ama bir çocuğa, açlık ve fakirlik baş gösterirse anne ve babasının kendisini ormana (günümüze uyarlayacak olursak şehrin vahşi ortamına) terk edebileceğini söyleyen bir masal travmatik bir okumadır.
Gerçek, ortaçağın yoğun yoksulluk ortamında olduğu gibi bugün de maalesef böyle olabilir. Ama “masal” diye sunulan; öğüdünü, öğretisini yumuşak, hoş ve eğlendirici şekilde sunmalı diye düşünüyor insan.
Evet, masallardaki öz anneler hemen öykünün başında denklemden çıkınca, okuyucunun elinde öz babalar kalır çoğunlukla. Ve onlar da masum değildir maalesef.
Kızlarını zorla en güçlü müttefikle veya rekabet dolu güç müsabakalarında birinci gelenle evlendirmeye çalışan babalar mı ararsınız.
Veya kötü kalpli cadı/üvey annenin iradesine karşı çıkamayan edilgen ya da oğullarını yıkıcı bir rekabete sokan despot babalar mı.
Masallarda hepsinden bol bol var.
Yakışıklı Prens Sorunsalı: Kurtarıcıya İhtiyaç Var mı?
“Uyuyan Güzel” ilk kez 17. yüzyılda ortaya çıkan daha sonra çeşitli defalar derlenerek günümüze gelen masallardan biri.
Hani, kötü bir cadının lanetlediği güzel prenses eline batan zehirli/büyülü bir iğne nedeniyle uykuya yatar. Yüz yıl boyunca prenses ve tüm saray uykuda kalır. Sonunda yakışıklı prens gelir, prensesi öper ve lanet bozulur. Masal mutlu sonla biter.
Böyle biliyoruz. Ama masalın özgün metninde daha derin ve çirkin bir sır var.
Düzeltme ve derlemelerden önceki halinde yakışıklı prens prensesi öperek uyandırmaz, uykudayken tecavüz eder. Prenses ancak bu birleşmeden meydana gelen çocuklarını doğururken uyanır büyülü uykusundan.
Neyse ki uyarlayanlar taciz ve aşağılamanın bu kadarı da olmasın demişler.
“Rapunzel” masalında ise ailesinden alınan bir kız çocuğu kötü cadı tarafından kuleye hapsedilir. Kulenin kapısı yoktur. Orada yaşadığı yıllar boyunca kızın saçları uzar ve cadı kulenin tepesindeki bir pencereden Rapunzel’in sarkıttığı uzun saç örgüsüne tırmanarak kuleye ulaşır.
Sonunda bir prens Rapunzel’in şarkısını duyar ve gençler birbirlerine âşık olurlar. Çeşitli maceralardan sonra, önce prens Rapunzel’i kurtarır, sonra Rapunzel prensin kör olan gözlerini gözyaşlarıyla iyileştirir.
Burada da kulede kapalı kalan ve başka hayat bilmeyen (saf/masum) bir genç kızın, hayatı bilen bir erkek tarafından kurtarılması söz konusudur.
Sadece bu ikisinde değil, hemen hemen tüm masallarda cinsiyet ayrımcı unsurlar var. Kadın karakter hep edilgen bir şekilde bekliyor.
Ya, ‘Uyuyan Güzel’de olduğu gibi uyandırılmayı, ya ‘Rapunzel’de olduğu gibi cadının kapadığı kuleden kurtarılmayı, ya da ‘Külkedisi’nde olduğu gibi baloda güzelliğiyle prensin dikkatini çekmeyi bekliyor.
Yani biz kadınlar hep bekliyoruz.
Mesela şöyle olsa: Rapunzel uzun ve gür saçlarını kesse onlardan ip örse, kuleden kendi başına kurtulsa ve hayata karışsa. Külkedisi saraydaki baloya gidip güzelce eğlendikten sonra prensin evlenme teklifini reddetse, gitse bir iş kursa ve kimseye muhtaç olmadan yaşasa. Uyuyan güzel lanet tehdidine gülse geçse, sarayda kapalı ve korunaklı yaşamayı reddetse…
Neyse ki eski masallardan uyarlanan yeni filmlerde giderek bu dönüşümü görüyoruz.
Eski Masalların Yeni Filmleri: Değişen Dünya Değişen Kadınlar
Son dönemde eski masallardan yapılan filmlerde/çizgi filmlerde elle tutulur değişiklikler var.
Bunda değişen toplumun gelişen talepleri ve Hollywood film endüstrisinin bu taleplere cevap verme zorunluluğunu görüyoruz.
Değişimin, sebebi ne olursa olsun, iyi yönde olduğu açık.
Örneğin Şrek (Shrek) adlı çizgi filmde güzel prenses Fiona geceleri ‘çirkin’ bir canavara dönüşür. Efsaneye göre gerçek aşkın öpücüğü onu esas haline getirecek ve artık değişmeden bu halde kalmasını sağlayacaktır.
Film boyunca çeşitli maceralar yaşanır ve tüm karakterler hevesle aşk öpücüğünün verilmesini, mucizenin gerçekleşmesini bekler. Herkes “gerçek halin” canavar değil de güzel prenses olduğundan emindir.
Ve sonunda mucize gerçekleşir. Fiona gerçek haline kavuşur. Gerçek hali canavardır.
Bu çok güzel, çok anlamlı bir son. Zaten bu noktada seyirci film boyuna tanıyıp sevdiği zeki, kararlı ve güçlü prensesin nasıl göründüğünü hiç ama hiç umursamaz.
Film, tüm medya kanallarından sürekli dayatılan fiziksel güzellik klişesini yıkar. Bizlere prensesin mankene benzemeyen bir dış görünüşle -herkesin, hatta kendi tahminin tersine- çok mutlu olduğunu gösterir.
İşte bu çocuklarımıza vermemiz gereken güzel bir ders olabilir.
Karlar Ülkesi (Frozen) adlı çizgi filmde iki kız kardeşin öyküsü vardır. Kız kardeşler Hollywood ya da Barbie bebek güzellik standartlarında olsa da, rekabet yerine dayanışmayı öne çıkaran konusu güzeldir.
Film gerçek sevgi (aşk) gösterisinin kurtuluş sağlayacağı bir düğüme doğru gelişir. Filmdeki karakterler bunun yakışıklı prensten gelecek bir aşk öpücüğü olduğunu sanır. Filmin sonunda ise beklenen kurtuluş, kız kardeşler arasında sevgiden kaynaklanan büyük bir fedakârlıkla gelir.
Sihirli Orman (Into the Woods) adlı film ise, pek çok masalı iç içe ve değiştirerek anlatır. Uzun ve karışıktır.
Bu filmle ilgili olarak tek değineceğim kısım, yine külkedisi ve yakışıklı prens klişesi ile ilgili. Prens külkedisi ile kavuşmasına rağmen tüm kadınlara flörtöz yaklaşımlarını sürdürür ve “başka bir şey yapmayı bilmiyorum” diye kendini savunur.
Külkedisi ise sarayın sıkıcı, kendini geliştirmesini engelleyen hayatını istemez, prensi ve sarayı terk ederek kendi yolunu çizer.
Böylece film hem yakışıklı prensi yegâne kurtarıcı hem de saray hayatını “tek mutlu son” olarak sunan tüm masallara hoş bir gönderme yapar.
Sonuç
Masallar işin eğlencesi. Ama lafügüzaf diyemeyeceğim çünkü etkililer. Masallara dikkat etmek lazım.
Batı masalları bir yana, ülkemizde yazılan bazı öykülerdeki kabul edilemez ifadeleri de görüyoruz, biliyoruz, endişe ediyoruz. En iyisi çocuk yayınlarını önce kendimizin okuyup/seyredip onaylaması.
Ama batı masallarındaki edilgen kadın klişesine yani konumuza dönecek olursak… görülen o ki gelişen toplum ve tepkiler nedeniyle bu klişeler de değişiyor.
Biz de değişelim, geleceği değiştirelim.
Önce anne babaya, sonra da kocaya bağımlı şekilde yaşayan minik prensesler yerine, güçlü kız çocukları yetiştirelim.
Varsın masal prensesi olmasınlar. Dalgalı, uzun saçları olmasın, incecik olmasınlar, gözleri sürmeli yanakları pembe olmasın. Gerçek insan olsunlar.
Meslek sahibi, kendine güvenen, ayağını yere sağlam basan kadınlar olsunlar.
Masal prensesleri sadece prensi bekler.
Kızlarımız kimseyi beklemesin. Kimseden para veya onay istemesin. Kendi hayatlarını kendi ellerinde tutsunlar.
Onlara güçlü kadınların, dayanışma içinde olan kadınların, sıradan ama sağlam insanların masallarını anlatalım… anlatalım ki bu masallar gerçek olsun.