Küçük cep halkı ile badem ağaçları

İçinde yaşadıkları cep telefonundan başlarını kaldırıp gökyüzü mavisini bile görmüyor bu çocuklar, değil ki ağacı görsünler…
Ağacından koparmanın tadını bilmedikleri meyvelerin marketlerden eve geldiğini bilecek ve ağaçlarını da o içinden çıkamadıkları nette görecekler

 

EMİNE SUPÇİN

Yok yok, öyle küçül de cebime gir türünden değil. Zaten küçükler ve zaten cepte yaşıyorlar.

Yok, öyle ‘Yedi Cüceler’ kadar az da değiller. Ortalama ülke nüfusunun yarısından fazlacadır sayıları. Çünkü üç yaşından yirmi-yirmi beş yaşa varana kadar pek çoğunu kastediyorum. Onlar cep halkı. Çünkü cep telefonu içinde yaşıyorlar.

Durun bir örnek vereyim. Aranızda 35- 40 yaş altı olanlar anımsayacaklardır. Bilirsiniz çocukluğumuzda bir erik ya da badem ağacı görünce zıplayıp birkaç tanesi koparırdık ve kendimizce bir masumiyet kaçışı olarak “Müslüman malı ortaktır” deyip kütür kütür yerdik. Çantasında tuz taşıyan arkadaşlarım bile vardı benim, öyle severdik erik, çağla. Dahası köy romanlarının hepsine bir şekilde sızmıştır ağaçtan meyve aşıran veletler.

Şen Bilim Çocuk Kulübümüzün bahçesinde hem erik hem de badem ağacı var. Ve orayı kiralarken, işte benim çocuklarımın seveceği iki ağaç diye geçirmiştim içimden. İlk yıl meyve vermediler çünkü bakımsızdılar. Sonraki baharda çiçeklendiler ve meyveye durdular. Geçen yıl pandemi nedeniyle çocuklarım eve tıkılmışlardı yine yiyemediler. (Hani ben öyle düşünüyordum.) Peki bu yıl?

Bu yıl açığız ve her gün kulübümüze çocuklarım gelip gidiyorlar ve ben kuantum çift yarık deneyi gözlemcisi gibi sürekli hem ağaçları hem de onları gözlemliyorum. Kulübün giriş kapısına sarkan badem ağacının dalları çağla çakılı. La bi’ tanesini koparsanıza! Bir kere benden tuz istesenize! Yok! Ne bakıyor, ne de görüyorlar.

Şimdi irdeleyelim:

1-Hepsinin gözü tok, bu yüzden ağacından koparmaya üşeniyorlar. (Cık! Çocuk kısmının göz tokluğu çağla, erik ve kiraza dayanıklı olmamalıdır.)

2- Aileleri tarafından ağaçlara dokunmama konusunda sıkı sıkıya tembih edilmişlerdir. (Cık! Bize tembih işlemiyordu. Haram korkumuza Müslüman malı ortaktır deyimini bulmuştuk.)

3-Hiç dalından meyve koparma sevinci yaşamamışlardır. (İşte bu doğru. Yaşantı geçmişi yoksa, konuya dair anı birikmemişse ne ağacı görürsün ne de meyvesini. Bu gariplerim pandemi öncesi de sonrası da servislerin içinde, mahkum kuşlar gibi gidip geldiler okula ve eve.)

4-İşte bu madde can alıcı nokta: İçinde yaşadıkları cep telefonundan başlarını kaldırıp gökyüzü mavisini bile görmüyor bu çocuklar, değil ki ağacı görsünler…

Şimdi iş yine bize, yine çocukluğunda erik ağaçlarına musallat olan biz büyüklere düşüyor. Hayır, hepsini ağaçlarla tanıştıralım demeyeceğim. Keşke yapabilsek ama bu içinde park bahçesi bile kalmamış, olduğu gibi betonarme çirkinliklerin arasında yetişen çocuklar için artık imkansız. Onlar ağaçtan koparmanın tadını bilmedikleri meyvelerin marketlerden eve geldiğini bilecek ve ağaçlarını da o içinden çıkamadıkları nette görecekler.

Olsun…

Her çağın bir dezavantajı var. Bizim çocukluğumuz bize güzel, onlarınki onlara. Madem öyle, madem çıkaramıyoruz onları internetten (ki gerekli de değil,) öyleyse onları oralarda yaratıcı kılacak, programlar yazmaya yönlendirecek yenilenmiş eğitim sitemlerine ihtiyacımız var. Sonuçta her çağın ihtiyacına göre insan yetiştirmemiz gerekmiyor mu? Öyleyse yapalım.

Yapalım da… Nasıl ve kiminle?

Düşünelim biraz. Pandemi koşullarını gözardı etsek bile hali hazırdaki eğitim anlayışımız çağa uygun insan yetiştirmeye cevap verebilecek nitelikte mi? Yanıt tek ve olumsuz. Keşke bakanlık, bilim ve teknoloji derslerine giren öğretmenlerimizi derhal zorunlu hizmet içi eğitime alıp önce onların vizyonunu ve ufkunu genişletse ve sonra çocuklara aktarılsa. Ama şimdilik, keşke’den öte yol yok biliyorsunuz. Umarım bir gün açılır…

Öyleyse, iş yine ebeveynlere düşüyor: Çocukları kodlama ve yazılım dersi veren kurslara yönlendirmemiz gerek diye düşünüyorum. Elbette en az orta gelir düzeyine sahip, bilinçli olanlar ve şehirde yaşayanlar yapabilir bunu. Ya köylerdeki çocuklar? Ha onlar mı? Onlar çoktan kaybettiler… Onlar Allah’a değil, tarikatlara emanet.

Offf…

İznizle ben gidip şu badem ağacı altında, küçük cep halkı için biraz ağlamak istiyorum…  

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN