Küba tarımda neyi başarıyor?

Tarih bazen doğru yolu bulmak için birtakım olumsuzlukların avantaja çevrildiğini gösterir. Bunun için kolektif bir bilinç, direnme gücü ve azim kuşkusuz önemlidir. Küba’daki eko-tarım aslında organik tarımdır. Dolayısıyla kapitalist ülkelerdeki para mantığıyla değil, gıda güvenliği ve bağımsızlığı mantığıyla üretilir

 

ALİ HAN EREÖRNEK

Tarımsal üretimle birlikte anılan sürdürülebilirlik, içi boşaltılarak küresel tekellerin kâr elde etmek amacıyla kullanmasına uygun bir kavram haline getirilmiştir. Aslında sürdürülebilirlik “sürdürülemezliğe” bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilir tarım da ancak sürdürülebilir gelişme mantığı içinde izah edilebilir. Sürdürülebilir gelişme; kuşak içi, kuşaklar arası eşitliği gözeten, sadece besin arzının garanti altına alınmasını değil, tüm temel insani ihtiyaçların herkes için garanti altına alınması eğiliminde olan, yönetimsel alanda katılımcılığı sağlayan, doğal çevrenin korunması ve idame ettirilmesini öngören bir yaklaşımı öngörür.

1990’ların başında eko-tarım (ekolojik tarım) disiplini bu anlayışla ortaya çıkmıştır. Sistemin özünde, ekoloji kuramının tarımsal ekosistemlere uygulanması yer alır. Eko-tarım, zararlılara ve haşerelere doğal direnci ve biyo-çeşitliliği artırarak çözüm bulur. Bunun sayesinde tarımsal arazilerde biyolojik faaliyet artar, organik maddeler çoğalır. Kısacası daha az girdiye karşılık yüksek verimli bir tarımsal üretim biçimidir. Eko-tarımı uygulayan küçük ve orta ölçekli çiftçiler olduğu kadar, bazı çiftçi örgütleri, kooperatifleri, hatta Şili gibi bazı ülkelerdeki desteklenen bölgelerde bu tarz tarımsal üretim yapılmaktadır. Bu sistemi kendine has bilimsel ve sosyal bir örgütlenmeyle uygulayan Küba ise sanırım özel bir ilgiyi hak ediyor.

 

Küba tarımının arka planı

Küba’nın ilk yerleşikleri, Güney Amerika’dan adaya gelen Guanahatabey ve Kiboni yerlileriydi. Çömlek ve alet yapımında uzmanlaşmış, tarımda ileri olan bu halkın nüfusunun, Kolomb’un sömürge seferinden önce 80-100 bin dolayında olduğu tahmin ediliyor. 1492 yılında adanın İspanya sömürgesi olmasından sonra baskılar, salgınlar ve göçler sonucu yerli nüfusun sayısı 5000 civarına geriledi. Afrika’dan çok sayıda köle getirilmesiyle artan hayvancılık, tütün ve şeker üretimi, Küba’nın ticari ve stratejik önemini yükseltti. 1865’te köle ticaretinin yasaklanması nedeniyle oluşan işgücü ihtiyacı, Meksika yerlileri ve Çinlilerin sözleşmeli işçi olarak istihdam edilmesiyle sonuçlandı. 19. yüzyılda ABD’li işadamları, şeker ticaretinde ciddi şekilde söz sahibi olmaya başladı. 1899’da Küba bağımsızlığını kazandığında adadaki askeri ve ekonomik güç ABD’nin elindeydi. Guantanamo’da askeri üs kurma karşılığında ABD askeri gücünü Küba’dan çekse de 1901-1959 arasında ülkedeki politikalarda ve ekonomide hep söz sahibi olacaktı. Diktatör Batista (1933-1959) döneminde ülkede tarımsal üretim görece artmış olsa da, adil olmayan bir gelir dağılımı, baskılar, halkı kötü bir durumda bırakmıştı. Bu zaman zarfında tarımsal üretim ağırlıklı olarak tütün ve şekerkamışı olmaya devam etmiş, ancak ithalata bağımlı gıda ihtiyacına gerçekçi bir seçenek olmamıştır.

Küba Devrimi

Fidel Castro önderliğinde yaşanan devrim sonrası Küba’da durum pek iç açıcı değildi. Castro sadece gıda üretimini değil, aynı zamanda gelir dağılımındaki muazzam dengesizliği de azaltmak yolunda önlemleri uygulamaya koymaya başladı. İlk tarımsal reform 1959’da yapıldı. Kişilerin mülkiyetinde olan tarım arazileri 402 hektarla sınırlandırıldı. 1963’te gerçekleşen ikinci tarım reformunda ise bu sınırlandırma 63 hektara düşürüldü. Bu boyutun üzerindeki tüm mülk sahiplerine tazminat ödenerek kamulaştırma yapıldı. Bir yandan ağırlıklı olarak şekerkamışı üretimine dayalı olan tarımsal faaliyetler çeşitlendirilmeye çalışılıyordu; ancak bu girişim teknik olarak kötü yönetildi. Devrimin bu erken dönemindeki tarımsal ürünleri çeşitlendirmedeki başarısızlık yerini petrole karşı şeker üretimini hızlandıran tarımsal faaliyete yol açtı. Bunu, o dönem için zorunlu bir yön olarak tanımlayabiliriz. 1960’ta sosyalizmi ilan eden Küba ile Sovyetler Birliği arasında başlayan yakınlaşma, ülke adına olumlu sonuçlar doğurdu. Küba, Sovyet Blok’uyla askeri ve ekonomik işbirliğini geliştirdi. 1972 yılında Küba, COMECON (Karşılıklı Ekonomik Dayanışma Konseyi) üyesi oldu. Sovyetler Birliği’nin merkezi planlamaya dayalı tarımsal üretim sisteminin birçok özelliği Küba’ya uyarlanıp kullanılmaya başladı. 1975 yılında, Küba’daki tarımsal arazilerin artık yüzde 80’i kamu malıydı. Ürettiği şeker ve turunçgilleri COMECON üyelerine satan Küba, karşılığında petrol, gübre, endüstriyel makineler alıyor ve ihtiyacı olan bazı gıdaları da ithal ediyordu. Devlet çiftliklerinin sayısı 1987 yılında 474’tü. Ortalama olarak her biri 17400 hektarlık alan büyüklüğündeydi. Ağırlıklı tarımsal üretim şeker, pirinç, hayvancılık, patates ve sebzelerden oluşuyordu. Bu işletmelerin hepsi endüstriyel tarım işletmesi olup makine, ekipman, kimyasal ilaca, gübreye ve ulaşım ağına yoğun bir gereksinim duyuyordu. 1980’lerde endüstriyel tarımdaki boyut o denli büyüdü ki Küba’da hektar başına kullanılan gübre kullanımı ABD veya herhangi bir Latin Amerika ülkesinden fazlaydı. Küba, gıda güvencesini sağlamıştı, ama aşırı derecede ithalata bağımlı pozisyonu gıda bağımsızlığı yönünden pek iç açıcı değildi. 1986 yılında Küba, halkının tükettiği kalorinin yüzde 54’ünü, proteinin de yüzde 61’ini COMECON ve diğer ülkelerden ithal ediyordu. Bu durum karşısında, ülkede bazı tartışmalar başlamış ve çözüm yolları aranmıştır. 1987 yılında ACTAF (Küba Tarım ve Orman Teknisyenleri Birliği) kurulmuş ve bu birliğin amacı sürdürülebilir eko-tarım uygulamalarını geliştirip desteklemek olacaktı. Ülkedeki bilimsel araştırma geliştirme faaliyetleri de gidilen yolun farkında olarak artmıştır.

Kırılma anı

1989’da Sovyet Blok’unda çalan tehlike çanları karşısında Küba 1990 yılında Barış Zamanı Özel Dönem’e girdiğini ilan etti ve vatandaşlarından savaş dönemlerine özgü bazı fedakârlıklarda bulunmalarını istedi. 1991’de Sovyetler Birliği resmen dağıldı, bununla beraber Varşova Paktı, COMECON gibi örgütler de işlevsiz kalmış, Küba, Sovyet Blok’unun sosyalist modelini ve ilkelerini terk etmeyen tek ülke olarak kalmıştı. Blok’un dağılması sonucu çok şiddetli bir ekonomik kriz baş gösterdi ve tarımsal üretim de bu krizden nasibini aldı.

20 Eylül 1993 tarihinde çıkarılan 142 sayılı Kanun Hükmünde Kararname Küba tarımı için oldukça önemliydi. Bu yüzden bazı analistler tarafından üçüncü tarım devrimi olarak adlandırıldı. Tam adıyla 142 sayılı Kooperatif Üretimi Temel Bilimlerine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname, tarımsal üretimde birçok değişiklik getirdi. Kararname temel olarak Tarım Bakanlığı ve Şeker Bakanlığı bünyesindeki devlet çiftliklerini feshediyor ve yerine, Unidades Bãsicas de Producciõn Cooperativa (UBPC’ler) adlı daha küçük kooperatif birimlerinin kurulmasını sağlıyordu. Yasa; yerel yönetimleri karar alma süreçlerine dahil ediyor, kooperatif üyelerini ise merkezi ödeme yerine, performansa dayalı bir kazanca yönlendiriyordu. Yasanın uygulanışı hızlı oldu ve 1990’ların ortalarına kadar 3000 UBPC çalışır duruma gelmişti. Ayrıca kentlerde yaşayan yurttaşların da bahçelerinde tarımsal üretime katılmaları desteklenmiş, bu sayede hem bireysel beslenmelerine katkı hem de takas etme yolu kanunen açılmıştı.

Küba halkının yüzde 90’ı kent ve civarlarında yaşıyor. Bu yüzden besin ulaşımı için gerekli yakıt yoksunluğu gerekçesiyle kent içi ve çevresindeki arazilerde tarım yapılması fikri benimsendi. Bununla birlikte endüstriyel tarımda kullanılan gübre ve kimyasal ilaçların yokluğu da tarıma bakış açısını değiştirdi. Kent içinde bu kimyasalların kullanımı kamu sağlığı açısında uygunsuzdu. Böylece organik gübreler, bitkisel atıklar, humuslu toprak (solucan gübresiyle zenginleştirilmiş) tarımsal zararlılar için biyolojik kontrol önem kazandı. Ayrıca bu çevre dostu teknikler yoğun bir emek gücü gerektireceğinden, ekonomik kriz sırasında işsiz kalan, üniversite mezunlarının da olduğu birçok kişiye istihdam sağlayacaktı.

Küba, sadece kooperatifleri devreye sokmadı, bireysel çiftçiler dahil yatay ve dikey üretim, denetim, eğitim ve destek birimlerini de faaliyete geçirdi.

Kentsel tarımda model: Organopònico

Küba eko-tarımının birkaç farklı türü olmakla birlikte en yaygın kullanımı organopònico adı verilen, bizim sebze yatağı olarak tabir ettiğimiz ekim alanlarıdır. Bunlar kabaca 1 metre eninde ve 15-30 metre boyunda, derinlikleri de genellikle 30 cm olan içi toprakla dolu beton bloklardır. Aralarında hem sulama hem de çalışma amaçlı 1-2 metre boşluklar bulunur ve bütün alanın şekli karedir. Verim almak için genellikle kuzey-güney istikametinde kurulurlar. Aslında ‘organopònico’lar, 1987 yılında ordu tarafından kullanılmaya başlandı, başarılı olunca da kölelik sonrası sözleşmeli bir işçi olarak Küba’ya gelen ve devrimde savaştıktan sonra general olan Çinli Sio Wong bu programın uygulanmasını üstlendi. General Sio Wong, kentsel tarımın önemini daha o dönemde kavramıştı. Özellikle Havana gibi büyük şehirde sebze üretiminin gıda sorununu çözmede en verimli çözüm olacağına inanıyordu.

Küba nüfusu, genellikle domuz, pirinç, fasulyeyle beslenir ve sebze beslenmelerinde oldukça az yer alır. Sio Wong’a göre Çinliler, sebze kültürüne sahiptir ve sebzeyle beslenmek de sağlıklıdır, ayrıca Çinliler nasıl sebze yetiştirileceğini de biliyordu; öyle ki küçük bir kasabada tek bir Çinli, bütün kasabaya yetecek kadar sebze üretebilirdi. Araştırmalara, geliştirmelere hız verildi ve bu tarım yöntemi başarılı bulundu. Mayıs 1994’te birinci ulusal organopònico toplantısı yapıldı ve bu hareketi tüm Küba’ya yaymak için Ulusal Kentsel Tarım Hareketi adında bir komisyon kuruldu. General de bu komisyonun üyeleri arasındaydı.

Küba tarımının bugünkü seviyesine gelmesinin en büyük sebeplerden biri kuşkusuz eğitimdir. Çiftçileri, kooperatifleri eğiten, denetleyen, destekleyen kurumlar çok önemli bir konumda oldu. Devrim sonrası üniversite sistemi, yeni bilimsel bulgular ve teknolojik yenilikler üretebilecek kapasitede değildi, ancak bu yetenek, ABD’nin Küba’yı yalıtmak için uyguladığı abluka nedeniyle giderek artan bir ihtiyaç haline gelmiştir. İlerleyen süreçte Küba, başta tıp olmak üzere bilim üretiminde oldukça başarılı bir konuma gelmiştir. CIGB (Genetik Mühendislik ve Biyoteknoloji Merkezi) adlı kurum, kentsel tarımdaki araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde vazgeçilmez bir konumda olmuştur. Çevre dostu yöntemler kullanarak hem zararlıları biyolojik olarak azaltan hem de tohumdan gübreye verim alıcı metotları geliştirmektedirler.

Sonuç

Temmuz 2008’de çıkarılan 259 sayılı Yasa’yla, kullanılmayan kamu arazilerinin kullanım haklarını bireylere ve kooperatiflere veren Küba, hükümeti eko-tarımsal gelişimini sürdürüyor. Kuşkusuz Küba’nın endüstriyel tarımdan vazgeçmesi, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu ve bir yerde zorunluluktan olmuştur. Ayrıca bilimde ileri gidişin de en büyük sebebi kuşkusuz katı ABD ambargosu ve saldırılarıdır. Tarih bazen doğru yolu bulmak için birtakım olumsuzlukların avantaja çevrilmediğini bize gösterir. Tabii ki bu olumsuzluklardan avantajlı çıkmak için kolektif bir bilinç, direnme gücü ve azim de kuşkusuz önemlidir. Küba’daki eko-tarım aslında organik tarımdır. Dolayısıyla kapitalist ülkelerdeki para mantığıyla değil, gıda güvenliği ve bağımsızlığı mantığıyla üretilir. Küba’nın çevre ve insan dostu tarım uygulaması, çoktandır yazılarımda belirttiğim doğruların, kendine has bir uygulama biçimidir. Peki, bu tarım uygulamaları başka ülkelerde yapılabilir mi ya da Türkiye böyle bir tarımın uygulayıcısı olabilir mi? Dilerseniz bunun cevabı da başka bir yazının konusu olsun.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

Sinan Kunt, Küba’da Sürdürülebilir Kent Tarımı,  Yeni İnsan Yayınevi
Solon L. Barraclough, Meanings of sustainable agriculture
Nuray E. Keskin-Cuma Yıldırım, Küba’da Kentsel Tarım Uygulamaları Havana Örneği
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/761187

Küba Kent Tarımı Mucizesi

http://www.kubadostluk.org/kubada-kent-tarimi-mucizesi/

PAYLAŞMAK İÇİN