Kral Hikayesi

Kral ne kadar beceriksiz ve geri zekalı ise bencilliği ve açgözlülüğü de o kadar büyükmüş. Öğrenmeye değilmiş merakı; ezmeye, öldürmeye, zulmetmeye basıyormuş yalnızca aklı. genetiği bozukmuş namussuzun! Bu yüzden o günün eğitmenlerinin hiç birinden geçer bir belge alamamış ama kral olmak için belgeye ne gerek varmış zaten?

 

EMİNE SUPÇİN

Şu zamanın vergici kralı hikayesini biliyorsunuzdur. (Ama yine de aynı hikaye olmayabilir.) Hani kişisel beceriksizliği ve zalimliği ile halkına durmadan vergi koyarmış. Her vergi sonrası halkın üzüntüsü günler sürermiş. Kimi sarayın kapılarına dayanmak için yollara çıkarmış ama daha yolun yarısında tomalarla barikat kurmuş saray beslemeleri, fakir halkı geri püskürtürmüş. (Pardon, toma yanlışlıkla kaçmış klavyeden. Dursun artık orada.)

Kral ne kadar beceriksiz ve geri zekalı ise bencilliği ve açgözlülüğü de o kadar büyükmüş. Daha küçük yaştayken onu eğitmeye gelen hocaların hiçbiri ona bir şey katamamış. Öğrenmeye değilmiş merakı; ezmeye, öldürmeye, zulmetmeye basıyormuş yalnızca aklı. Çünkü genetiği bozukmuş namussuzun! Bu yüzden o günün eğitmenlerinin hiç birinden geçer bir belge alamamış ama kral olmak için belgeye ne gerek varmış zaten? Haliyle eğitimden nasibini alamayan ahlaksız kral sanattan nefret eden, bilimi elinin tersiyle iten itin teki olmuş çıkmış. Da… İt olması kral olmasına engel değilmiş. (İt sözcüğü o zamanlar sadece “itleri” kasteder, köpekleri içermezmiş. Aman ha, hikayenin güzelim köpeciklere hakaret ettiği sanılmasın.)  

Boş verelim çocukluğunu şimdi. Hikayeye geri dönelim. İşte bu namussuz bir gün başa geçince ilk iş vergileri artırmış. Önce şaşalayan halk pek bir şey anlamasa da çok ses çıkarmamış. Fakat devamı gelmiş vergilerin. Her vergi sonrası, alım gücü düşen halk gittikçe fakirleşiyormuş.

Bir tek gençlik yılları fakirlik içinde geçen yaşlı amcalar farkında değilmiş işin. Malum genetiği bozukmuş dedim ya, harbiden kralın babası da dedesi de aynı ahlaksızlıktan ve açgözlülükten gelme oldukları için halk hiçbir zaman zengin olmamış zaten. Bu yüzden yaşlılar, fakirleşmenin olağanlığına inanırlarmış. Ha bir de kralın zenginleştirdiği bir çete grubu varmış ki memleketi soyup soyup paralarını o zamanların bankacılıkla ünlü ülkelerine kaçırıyorlarmış.

Kral o günün dünyasının en zengin 10 insanı sıralamasının başını çekiyormuş. Halkın fakirliği, açlığı şeyinde bile değilmiş. Altın kaselerden ayran içip, elmas işlemeli klozetlere işiyormuş. Dünyanın en uzak köşelerinde yetişen en nadir meyvelerinden yiyor, çevresindeki soytarılarına dillere destan sofralar kuruyormuş.

Gel zaman git zaman… Hiçbir şey değişmemiş. Kral zulme, halk fakirliğe devam etmiş. Halkın tek yakarısı Allah’aymış artık. Canını alsın da kurtulsunlar diliyorlarmış. Çünkü henüz halkın egemenliği diye bir kavram yokmuş. Cumhuriyet diye bir sözcükten haberdar değilmiş halk. Gerçi demiş, o günün ileri görüşlü, sessiz bilgesi ve hikaye anlatıcısı: Gerçi halkın egemenliğini bilseler de fark etmez. Bu halk yine gider kendisini soyup soğana çevirecek birini seçer. Çünkü bin yıllardır eğitimsiz ve cahil bırakılmış kimseler, eskiden gördüklerine benzer birini tercih eder.

Aynı hikaye değilmiş di mi? Siz en sonunda vergi yükünden ağlamak yerine sokaklara çıkıp neşeyle dans eden halkı görünce vezirlerine “Durun artık, daha fazla vergi yüklemeyin,” diyen kral hikayesi sanmıştınız. Yok yok, benim bahsettiğim ve bana anlatılan masaldaki kral, sizin bildiğinizden daha zalim.

PAYLAŞMANIZ İÇİN