Köşe kadısının önlüğü

Köşebent aşklar yaşıyoruz. Aşk başlı başına köşeli bir duygu, köşeleri yırta yırta geçiyor varlığımızın ortasından

 

GÜLÇİN SAHİLLİ

Geçen yıldız dökümünde, levrekler tavada, aklımsa son dışarıda akşam yemeği tablomuzdaydı. Malum bugünlerde mekanlarda oturmalı, sohbetli yemekler mümkünsüz.

O ikindi tükenişi, eşofmanlarla adımlamaya çıkmıştık. Ah o burnumuza hınzırca sızan mangal dumanı…Tavanın hava boşluklarından sarkıtılmış deniz kabukları arasından ortadaki mavi masamıza yerleştik. Benim alıcı gözüm en köşedeki masada kalmıştı ama neyse ki öyle bir hata yapmamışız. Az bir mesafe sonra arka arkaya biri dört, biri beş kişiden oluşan iki grup topuk sesleriyle aramıza karıştılar. Beyler lacili, hanımlar kırmızı ruj destekliydi. Daha ilk gazozlarımızı yudumlamaya başlamıştık ki o ışıl pırıl tipler küfürden kılıçlarını çekiverdiler. Gün sonu savaşının sebebi, köşedeki masaydı. Artık nasıl bir köşe cazibesiyse ondaki. Rezervasyon sorumlusu bir anlık dalgınlıkla olsa gerek, iki ayrı gruba, aynı masayı rezerve etmişti. Gruplar da balık yemeğe geldiklerini unutup, kuru bir masa başında birbirlerini çitlemeye başladılar. Sonunda mekan sahibi Tekin Bey, uzlaşmazlar topluluğuna kapının önüne kadar dişlerinin arasından gülümseyerek refakat etti.

Ortalık limana süt akıtınca, kendi özümüze, kendi sözümüze döndük. Tabi gecenin yıldızı köşe masa üzerinden dallanarak yeşerdi sözler… Köşe zaafımızın sebebi henüz yerleşik yaşama geçmediğimiz zamandaki uzak atalarımız değil miydi? Bir kovuk, bir mağara bir ağaç altı, bir kuytu köşede saklanıp, vahşi hayvanlara yem olmadan geceleri aşan masal zamanlarındaki akrabalarımızı yad ettik. Köşelerin şerefine kaldırdık gazozlarımızı!

O yıldızdan bu yıldıza, balık kokulu köşelerden geçerek geliverdi düşünceler. Köşe sevgimizi yâd ettim yeniden… Köşenin hayatımızda yerlerinden geçmeye başladım. Evimiz sokağın köşesinde olsun, odamız köşedeki olsun, bir köşesinde köşe koltuğu, diğer köşesinde köşe berjeri, yerde de köşe minderi bulunsun. “Şu köşe yaz köşesi, bu köşe kış köşesi, ortada su şişesi.”  Siniyoruz köşelere, huzuru köşede buluyoruz.

Kalbimizin köşesine yerleşiverenle önceleri köşeden köşeye bakışıyoruz. Ardından gönül suyu, boyu geçince kuytu köşelerde buluşuyoruz. Köşebent aşklar yaşıyoruz. Aşk başlı başına köşeli bir duygu, köşeleri yırta yırta geçiyor varlığımızın ortasından.

Ömür suyunda çok demlenenler de köşeye ersin istiyoruz. Adlarını hadsiz bir sözlükte genel olarak yaşlı koyup onlara hayattan ayrılmaları için çekil köşene artık diyoruz. Bir yokluktan sayıyoruz cümlesini. Bizim de varacağımız son köşeyi zalimce unutup.

Parayı bulup, hayatını maddi anlamda kolaylaştırana, köşeyi döndü; mutluluğu bulup ruhunu yumuşatana zevkten dört köşe oldu diyoruz. Köşe sözcüğünün tekil kalabalığı böyle böyle andıkça büyüyor.

Bu köşeli durum yalnızca insanlar için geçerli değil elbet. Kediler de köşeleri seviyorlar, köşelere kaçıp saklanarak huzur buluyorlar, hele de münzevi bir ruh haline girdilerse…

Hayatın her yerinde bir kıyıda duralım kimseler ellemesin derken, konu sosyal medyaya gelince düğün salonunun tam ortasına bir sandalye koyup oturuyoruz. Herkes bizi görsün beğensin istiyoruz. Köşe bucak kaçmadığımız tek yer sosyal medya. Oysa orası köşeleri olmayan uçsuz ve tehlikeli boşluk.

Köşe kapmaca oynamak için ne idealize zamanlardayız; sen bana gel, ben sana ama buluşmayalım, mutlak yalnızlığımızda kala kalalım. Zira yalnızlık en köşe duygudur; ona çekilirsin, kimseler bulamaz seni yalnızlığının köşesinde.

Hayatın dönemeçlerinde bazı sokakların keskin yerlerine geliriz, orası sokak lambasının altına denk geldiğimiz yerdir. O köşe başında hem kendimizi sorgular hem hayatı eni konu kolaçan ederiz. Orada öylece durup geçmişe bir, geleceğe iki kez bakarak yola ineriz. Bu da tedirginliğin köşesidir.

Aklımın köşesindeki bir yakın anıdan çıktığım yolculuk, pencerenin önündeki yuvarlak yemek masamızda sonlanıyor. Önümüzde mis gibi kızarmış fileto levrekler… Hayatın tadını, köşe kadısı pozisyonu alıp çıkaracağız.

Ne kaldı ki bugünlerde elimizde köşemizden başka…