Koronalı günler içerisinde sanat

Sosyal medyanın maddesel kelepçelenme yöntemlerinden hiç anlamam. Acaba diyorum bu hobisel çaba çok cüzi miktarlarla kontöre dönüştürülemez mi? Tüm sahne sanatları için uydurduğum bu naif çözüm önerisi -bilim insanlarının sıhhi sağaltım süreci sonrasına kadar- sanatçılar ölmeden yaralı bir şekilde ayakta kalabilsinler diyedir.

SAMİ GÜNAL

Her üretim arza mahkûmdur. Bu mahkûmluğun derecesini talep belirleyecektir. Üretim aynı zamanda tüketilendir. Taleple tüketimle kardeştir. Bu tanım itibarıyla sanat da böyle bir şeydir. Hele hele mali açıdan devlet örgüsünün duygudan arınmış ruhsuzluğu sanatı tamamen “mal” gözüyle görür. O, satılır ve gelirinden devlet pay alır. Yani vergi. Söylesenize, sanata “mal” denilmesi biz sanatseverleri irite etmez mi? İstediği kadar etsin. Devlet yapay bir zekâdır ve estetika kaygısı gütmez. Ancak devlet aygıtını elinde tutanların organik zekâları oranında vergi bağışıklığı, teşvik ya da bağış adı altındaki korunmalara mazhar olabilir.

İyi de sanatın bu “mal”lığı başka bir mallıktır. Öyle domatese, hıyara benzemez. Diyelim ki bu iki mal, sadece tüketene fayda verir. Sanat denen malın ise dışsallığı vardır. Yani kamucudur. Onu tüketenler hayatın inceltilmiş yüksek değerlerine sahip olurlar. Sanat “mal”ını tüketenler sivriltilmiş duygular içerisinde çevreye o derecede narin davranırlar. Sanatın iyileştirici gücüyle kazanılan erdemli davranışlar çevresel yaşamın güzelleşmesine yol açar. Bunlar hepten dışsal faydalardır. Demek ki sanat, yüceltendir. Felsefede yer aldığı şekliyle erdemlilik mertebesindedir. Soyluluk mertebesinde kutsanası bir maldır.

SANATÇI YAŞASIN Kİ SANAT YAŞASIN

Hani mal dedik de üretilen bir hıyar, yalnızca bir insana değer. Bilemediniz doğranan bir salata içerisinde birkaç insana değer. Fazlası ne istenir, ne beklenir. Dışsal bir faydası yoktur. Sanat adı altında üretilen “mallar”, örneğin sinemayı da içine alan sahne sanatları öyle mi ya? Geniş ve yaygın insan topluluklarına değmesi gerekir. Yani bir sunum gerekliliği vardır. Koronanın doğurduğu yeni hayat tarzını esas alacak olursak bu olanaklar şimdilik kaydıyla sakatlanmıştır.

Perakende sunumu olan müzik ile edebiyatı, özellikle de edebiyatı sahne sanatlarının karşılaştığı zorluklardan ari tutabiliriz. Hatta sırf geniş “kitle sunumu” tatmini yönünden avantajlı bir sonuca da evirilebilecektir müzik ve edebiyat tüketimi. Boş boğaz gevezelikten (!) öte bir hüner sergileyemeyen yazın sanatçıları yine aha şu okuduğunuz harflerin döküldüğü gibi evinde sayfaları doldurur durur; on binlere, yüz binlere ulaşır mı ulaşır.  Müzik sanatçıları da evinde yayın yaptığı dijital kanalarda alır “beğendi” sayısını oturur yerine. İyi de iki çıplak bir hamama yakışır.

Sanatçıların evlerinde geliştirdikleri müzikal internet sunumlarını ya da yazımlarının tecimsel bir dönüşü varmış gibi kolaya çevirerek onlara haksızlık yapmamayım. Ülkemizde perakende müzik tüketiminin maddi bir karşılığı pek yok gibidir. Müzisyen CD bassa ne ki? Yazarın yazdıkları basılacak mı, mağaza ya da kargo yoluyla okuyucularına ulaşabilecek mi? Müzik aynı zamanda bir sahne sanatıdır. Edebiyat ise “piyasa” sanatıdır. İllaki sunum hâlini almaları gerekir?

Peki, neden? Ara başlığımız zaten tüm sahne sanatlarını kapsar hâlde cevabını vermektedir. Sanatçı bir insandır. Onun da geçim derdi vardır.

Yazarlara değinmişken onların eli kolu olan yayıncılara da değinmeden geçmeyeyim. Yayıncı açısından durumlar, yazarlara değin anlattığım gibi pek iç açıcı olmayabilir ki şimdilik öyledir. Basımı ertelenen dağ gibi yayın var. Onların pratik zekâları çözüm sunumu yolunda beni aşar. Tecimsel pratiklerini şimdilik ben de merak ediyorum. Zira naçizane yeni bir çalışma içerisindey(d)im.

Sosyal medyanın maddesel kelepçelenme yöntemlerinden hiç anlamam. Acaba diyorum bu hobisel çaba çok cüzi miktarlarla kontöre dönüştürülemez mi? Tüm sahne sanatları için uydurduğum bu naif çözüm önerisi -bilim insanlarının sıhhi sağaltım süreci sonrasına kadar- sanatçılar ölmeden yaralı bir şekilde ayakta kalabilsinler diyedir. Korona sonrasından da yeniden sahnelere can versinler ki insanlığın iyileşme süreci sakatlanmadan sürgit olsun.

BİR GÜDÜ LAZIM

Ayrıca sanatçı denen varlıklar ulvi hissiyatlar içerisinde yaşayan “yaratık”lardır. İzleyeni ve dinleyeniyle karşı karşıya gelmeleri bu garip yaratıkların üretim mekanizmalarının lokomotifine yakıt ikamesi kabul edilmektedir. Bunlar, ilham denen perilerini kalabalıklar içerisinde yakalama hünerleri yüksek olan yaratıklardır. Sunumları severler. Yeni yeni ilham bulurlar ki o sunum denen sahne yerini yeniden bulmak için. İşte korona bunu öldürdü.

Özellikle müzik sanatçıları bu ilham kaynaklarını kaybetmemek için -ki hayatın yeniden yeni bir biçimde üretilmesine de katkıda bulunmuş olma güzelliğiyle- balkonlara ya da canlı sosyal medya mecralarına çıktılar. Bu nereye kadar sürer ki? Bu soruya yanıt olarak ara başlığımızın değinmeli ruhunu tekrar anımsatmak isterim.

Ev hâliyle; don-atlet, pijamalı, tıraşsız-makyajsız canlı yayınlara atılmayı sırf kamusal sanmayalım. Geçenlerde İtalya’da futbolcular üzerinde yapılan bir araştırma, sahaya çıkamama nedeniyle onların derin travmalar içine gark olunduklarını ortaya koymuştur. Sadece virüs olan şey korona mıdır ki? Bir de şöhret denen virüs var. Bunu kapanlar “tövbe” dinlemezler. En azından yüzünü unutturmama, gösterme sendromuna kapılırlar. Bu şöhret virüsü eninde sonunda sanatçıyı halkının karşısına çıkartma dürtüsüyle yeni üretimlere yöneltir alıcıları olan biz aciz kulları iyileştirmek üzere.

Dikkat edilirse sanatın ve sanatçının maddi gereksinimlerinin tespitinde bulundum ama giderilmesi konusundaki benim aklımın yeteceği bir öneri sunmakla birlikte idari-politik açımlamalara girmedim. Onu, öz gereksinimleri olarak eni iyi şekilde ifade edecek olan sanatçılara bırakıyorum.