Kontrgerilla’yı ne görmüş ne de şahit olmuş!

İlker Başbuğ’a inanmalı mıyız? Türkiye’nin en sancılı yıllarında teğmenlikten Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükselirken TSK içindeki Fetö örgütlenmesini görmeyen, Nâzım Hikmet’i cezaevinde “keşfeden” bir subayın, ülkedeki birçok kitle katliamında, faili meçhul cinayette parmağı bulunan bir örgütün varlığına “şahit olması” da şaşırtıcı olurdu zaten!

 

26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan tartışma yaratacak sözler…

Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey ile yeni kitabı üzerine konuşan Başbuğ, “Kontrgerilla” için, ” öyle bir yapılanmayı ne gördüm ne de şahit oldum” dedi

İlker Başbuğ, Kırmızı Kedi Yayınevi’nden “Türkiye Cumhuriyeti’nde 1961-1980 Güç Odaklarının Mücadelesi” adlı yakında çıkacak kitabı ile ilgili Cumhuriyet’ten İpek Özbey ile konuştu. Başbuğ’un açıklamalarında Kontrgerilla ile ilgili sözleri hayli dikkat çekiciydi.

Başbuğ, Özbey’in “5 Temmuz 1972… Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, ayağında prangayla sorguya götürülür. Sorgulayan, ‘Burası Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Kontrgerilla Örgütü’ diyor. Siz Genelkurmay Başkanlığı yaptınız. Kontrgerilla var mıydı?” sorusuna  şu yanıtı verdi:

“Kontrgerilla konusu da kitapta detaylı olarak incelenmektedir. 3 Aralık 1990 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan meşhur Özel Harp Dairesi’ne ilişkin basın toplantısında, Özel Harp Dairesi’nin bünyesinde ‘kontrgerilla’ diye bir kuruluş veya böyle bir görevin bulunmadığı net olarak açıklanmıştır. Ben de öyle bir yapılanmayı ne gördüm ne de şahit oldum.”

TALAT TURHAN “KONTRGERİLLA” YOKTUR YAZDI MI? 

Röportajın konuyla ilgili kısmı şu şekilde:

“- Peki, Ecevit, neden kontrgerilla tartışmasını Türkiye’nin gündemine getirme gereksinimini duydu? 

– Bu kontrgerilla konusu, Demirel ile Ecevit arasında bir tartışma konusuna dönüştürülmüştür. Türkiye, 1970’li yıllarda çok karanlık, hâlâ tam olarak çözülememiş olaylar yaşamıştır. 3 Şubat 1978 günü Ecevit, yaptığı bir açıklamada, şunları söylemiştir: “Yaptığım araştırmalara göre, Türkiye’de devletçe düzenlenmiş kontrgerilla resmen yoktur.” Ancak buna rağmen, Ecevit’in de dediği gibi, “gayri nizami harp eğitimi” almış, halen devlet kurumlarında görev yapan veya devlet kuruluşlarından ayrılmış bazı kişiler, herhangi bir şekilde yasadışı eylemlere karışmış ve kullanılmış olabilirler. Bu ihtimal toptan reddedilemez. Bu konuya ilişkin, soruları olup bu sorulara cevap arayanlara bu kitabı dikkatle okumalarını öneririm.

Erenköy/Ziverbey’de sorgulamayı yapan 1. Ordu personeli niye kendisini kontrgerilla örgütü olarak tanıtıyor o halde?

– O kişiler, sorguladıkları kişilerin Türkiye’de Marksist/komünist bir rejimi kurmaya çalıştıklarını düşünmektedirler. Ayrıca, kendilerine bir paye ve görev yüklemeye çalışmaktadırlar. Ama aslında, Erenköy-Ziverbey sorgulaması TSK içindeki güç odaklarının bir iktidar mücadelesiydi. Türk kamuoyu “kontrgerilla” sözcüğünü Talat Turhan’dan duydu. Talat Turhan’da daha sonra yazdığı kitabında, “kontrgerilla diye elbette bir örgüt bulunmamaktadır” diye yazmıştır.

– 12 Mart muhtırasından önce ve sonraki olayların arkasında gizli güçler var mıydı? 

– 12 Mart muhtırasının arkasında, ABD’nin olduğuna ilişkin bazı somut nedenler var. TSK komuta kademesinin “tam ve doğrudan bir askeri rejim” kurma isteğine sahip olmaması, böylece Türkiye’nin Yunanistan ve Pakistan gibi askeri diktatörlük rejimine dönüşmemesi, ordu içindeki sol kanatın tasfiye edilmesiyle, Türkiye’de Irak, Suriye ve Mısır’da olduğu gibi “Baas Tip” bir rejimin kurulması risk ve tehdidinin ortadan kalkması gibi… Detayını kitaba bırakalım.

– 2009’un son günlerinde yargı kullanılarak TSK’yi ve özellikle Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı hedef alan olayların yaşanmasında kontrgerilla tartışmalarının etkisi var mı?  

– Belirli ölçüde geçmişte yapılan kontrgerilla tartışmalarının etkisi olduğu ileri sürülebilir. Orada, “faili meçhul bazı cinayetlere” ilişkin bazı bilgilerin bulunması ve bulunamazsa da fırsat yaratıp bazı hazırladıkları komploları oradaki bilgisayarlara yerleştirmeyi düşünmüşlerdi.”

NÂZIM HİKMET’İ CEZAEVİNDE KEŞFEDEN SUBAY

Türkiye’nin en sancılı yıllarında teğmenlikten Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükselirken TSK içindeki Fetö örgütlenmesini görmeyen, Nâzım Hikmet’i tutuklandığı günlerde cezaevinde “keşfeden” bir subayın, ülkedeki birçok kitle katliamında, faili meçhul cinayette parmağı bulunan bir örgütün varlığına “şahit olması” da şaşırtıcı olurdu zaten!

Röportajda Başbuğ’un, Özbey’in laiklik tehlike altında mı sorusuna da yuvarlak cevap vermesi dikkat çekiciydi:

“- Siyasal İslama epey geniş yer ayırmışsınız. Laikliğin önemine de vurgu yapıyorsunuz. Laiklik tehdit altında mı?

Kitapta “Dünden 1970’lere siyasal İslam” hareketlerini incelemeye çalışıyoruz. Siyasal İslamın ana hedefi; dini değerlerle siyasal alanın yönünü değiştirmektir. Elbette bu düşünce laik düşünceye aykırıdır.”