Kıyamet Hesaplanabilir mi?

Uzmanlar, küresel ısınma bu hızla devam ederse, yüzyılın sonuna doğru gezegenin insanlar için yaşanmaz hale gelebileceğini hesaplıyorlar. İnsanoğlu, kendini hala evrenin ve yaşadığı gezegenin sahibi sanıyor. Oysaki, insan popülasyonu gezegenimizdeki canlıların toplamının sadece binde birini oluşturmakta

 

DR. ABDULLAH KÖKTÜRK

Dünyanın çeşitli yerlerinde aynı zaman diliminde başlayan yangınlar, dikkatleri bir kez daha küresel ısınma problemine çevirdi.

Esasında felaket göstere göstere geldi. Uzmanlar senelerdir uyarıyorlar. Ancak herkes birbirinden fedakârlık bekliyor, toplu olarak da devletlerin bir şeyler yapması bekleniyor. Gelişmekte olan devletler de gelişmiş devletlerin buna bir çare bulacağını düşünüyor. Gelişmiş dediğimiz dünyanın kapitalist devletleri karbon emisyonlarını arttırarak geliştikleri için, üretim araçlarına sahip çok uluslu şirketlerin gözünün içine bakıyorlar. Ancak paranın ruhu yok. Kâr hırsı empati kurmaz, kapitalizm kaplumbağaları ve sincapları meta olarak veya reklam aracı olarak kullanır sadece.

İnsanoğlu Kıyametine Koşuyor

 Atmosferdeki CO2 miktarı ilk olarak düzenli olarak 1958 yılında Hawaii’de ölçülmeye başlandı. İlk ölçümün yapıldığı 1958 Eylül ayında 315 ppm (milyonda partikül miktarı) iken bugün 413.5 ppm. Uzmanlar 400 ppm in geri dönülmez nokta olduğu söylediler. Ancak koşar adım artış devam ediyor. Küresel karbondioksit konsantrasyonu milyonda 550 ppm olduğu takdirde küresel sıcaklığın 3 °C kadar artacağı tahmin ediliyor. Daha da kötüsü atmosferdeki CO2 miktarı bu hızla artmaya devam ederse sıcaklığın yüzyılın sonuna kadar 6°C yükseleceği tahminleri yapılıyor. Elimizde bir grafik var. Önümüzdeki yılları bu grafiğe göre öngörmek olası. Yani artık kıyamet hesaplanabiliyor. İnsanlar kendileri yanmadan bu kıyameti anlamayacaklar ne yazık ki.

Karbon emisyonu, atmosfere yayılan karbondioksit yani CO2 gazının miktarına verilen isim. Doğal yollarla atmosfere yayılan tonlarca karbondioksit var. Örneğin okyanus ve atmosfer arasında karbondioksit değişimi yaşanabilir. Yanı sıra insanlar, hayvanlar ve bitkiler de solunum işlemi sırasında karbondioksit salınımı yaparlar. Doğada ölen hayvan ve bitkilerin toprağa karışması sonucunda da atmosfere yine karbondioksit karışır. Bunların tamamı doğal karbon emisyonudur ve doğadaki dengeyi sağlama konusunda önemli işlev sağlarlar. Ancak işin “zararlı” kısmı insanoğlunun üretim ve tüketimi sonucu oluşmaktadır. Göreceli rahatlığından kısıntıya gitmeyi düşünemeyen insanoğlu teknolojiyi olabildiğince kullanmakta, mümkün olduğu anda araba sahibi olup karbon salınımına yardımcı olmakta.

Karbon emisyonu ton olarak da hesaplanmaktadır. Sanayi Devrimi’nden önce emisyonların çok düşük olduğu bilinmekte. Emisyonlardaki büyüme, 20. yüzyılın ortalarına kadar hâlâ nispeten yavaş giderken  1950 yılında yılda 6 milyar tonu bulmuştur. 1990’a gelindiğinde bu, neredeyse dört katına çıkarak 22 milyar tona ulaşmıştır. Emisyonlar hızla büyümeye devam etmiş, 2019 yılında 35 milyar tondan fazla CO2 atmosfere salınmıştır.

Küresel Isınmanın Sorumlusu Sanayileşmedir

Atmosferdeki karbondioksit artışının en büyük sebebi, sanayi üretimi atıkları ve kentlerde kullanılan motorlu taşıtlardır. Yani küresel ısınmanın ana sebebi teknoloji ve sanayidir. Sanayileşme, fabrika atıklarından başka, ormanların ve diğer doğal kaynakların yok olması, bitki örtüsünün tahrip olması, canlı nesillerin tükenmesi, hava kirlenmesi, su kirlenmesi ve gürültü gibi pek çok konuda çevre kirlenmesine sebep olmaktadır. Sanayileşme, bunlarla da kalmamakta, dolaylı olarak da pek çok probleme kaynaklık etmektedir.

Çevre sorunları, farklı gelişme ve sanayileşme düzeylerine göre farklı boyutlar gösterebilmektedir. Ancak, ülkelerin ekonomik sistemleri ve siyasal rejimlerine göre bir değişiklik göstermemektedir. Sosyalist rejimler de kapitalist devletler kadar çevreye duyarsız olabilmektedir. Kapitalizm de, sosyalizm de, komünizm de çevreyi korumada aynı ölçüde beceriksiz olmuşlardır.

Genel düşünceye göre, çevre sorunları daha çok serbest piyasa sistemine sahip ülkelerde ortaya çıkmaktadır. Bu ise daha çok kapitalist ekonomilerde tüketim olgusunun ön planda olması ile açıklanmaktadır. Ancak, çevre sorunları tüketim aşamasından daha çok üretim aşamasında ortaya çıkmaktadır.

Lenin’in 1920’lerdeki, “Komünizm, Sovyet iktidarı artı tüm ülkenin elektrifikasyonudur” sözü, Bolşeviklerin sanayileşmeye olan inancını ortaya koymaktadır. Takiben, Stalin de, 1928 yılında Birinci Beş Yıllık Planın yürürlüğe konulmasıyla, Sovyetler Birliğini her ne pahasına olursa olsun endüstrileştirmek için muazzam bir hareket başlatmıştır. Doğal çevrenin değeri, Sovyetler Birliğini modern bir endüstri toplumuna dönüştürme çabaları içinde unutulmuştur. Bugün Çin Komünist Partisi’nin planladığı Çin Sanayi dünyayı kirletmede birinci sıradadır.

Hazar Denizinin aşırı kirlenmesi, Aral Gölünün yok olması gibi ekolojik felaketler ve Çernobil gibi nükleer felaketler Sovyetler Birliği döneminde oluşmuştur. Bütün bunlar Sosyalist bir toplumda da geniş ve ürkütücü bir çevre sorunları gerçeğinin varlığını gözler önüne sermiştir. Bu ise çevre sorunlarının en az liberal ekonomiler kadar planlı ekonomilerin de sorunu olduğunu ya da çevre sorunlarının sistemler-üstü ve evrensel bir olgu olduğunu bize göstermektedir.

Sürdürülebilir Kalkınma En Büyük Yalandır

 Birleşmiş Milletler Kalkınma Komisyonu (UNDP) tarafından da zorunlu hale getirilen “sürdürülebilir kalkınma” ise kapitalizmin en büyük yalanlarından birisidir. Teknolojik kalkınma ile çevre koruma birbiri ile bağdaşmayacak kavramlardır. İnsanı kendisine ve doğaya yabancılaştıran sanayi hangi bilimsel yöntem kullanılırsa kullanılsın çevreyi zehirlemeye ve küresel ısınmanın en büyük sebebi olmaya devam edecektir.

Kapitalizm insanlığın en büyük sorunlarından birisidir. Ancak, sanayi ve teknolojinin küresel ısınmaya verdiği zarar konusunda kapitalizmin sürdürülebilir kalkınması ile sosyalizmin ekolojik iktisadı aynı noktada buluşmaktadırlar. Ekonomik gücün gittikçe tek elde yoğunlaşması demek olan ve çevreyi gittikçe daha çok kirleten makinalar, bugün ilerlemenin değil, doğanın yok oluşunun simgesidirler.

Kıyameti İnsan Zekası Yaratıyor

İnsanoğlu da zekâsı sayesinde doğal çevre ve yaşam alanlarını yok etmektedir. Bugün çevre için büyük bir tehlike olan küresel ısınmanın en büyük sebebi, insan zekasının bir ürünü olan teknolojik gelişimdir. Sera gazları ve atmosferdeki CO2 miktarının artışı, insanın zekasının ürünü olan aletleri ve cihazları kullanma isteği ve bunları üreten fabrikalar sebebiyledir.

Zekâ doğaya en fazla zarar veren şeydir. İnsan ve onun zekâsı olmasaydı doğa daha çok yaşanabilecek bir gezegen olarak kalırdı. Zekâsı düşük canlıların doğaya hiçbir zararı yoktur. İnsanoğlu öleceğini bildiği halde yaşamaya devam eden tek canlı ve zekâsı sayesinde kendi yarattığı kıyamete de güle oynaya gidiyor.

Uzmanlar, küresel ısınma bu hızla devam ederse, yüzyılın sonuna doğru gezegenin insanlar için yaşanmaz hale gelebileceğini hesaplıyorlar. İnsanoğlu, kendini hâlâ evrenin ve yaşadığı gezegenin sahibi sanıyor. Oysaki, insan popülasyonu gezegenimizdeki canlıların toplamının sadece binde birini oluşturmakta. İnsan ve zekâsı doğaya devamlı zarar vermekte. Belki de insanoğlunun kendi yarattığı kıyamette yok olması gezegene zarardan çok fayda sağlayacak, hatta gezegenin toplu bir kıyametten kurtulmasını sağlayacak.

PAYLAŞMANIZ İÇİN