Kim, kimi taşır ve temsil eder?

Amerika’daki Türk Evi açılışında ruhani temsilcimiz kimdi? Ali Erbaş. Kimdir kendisi? Diyanet İşleri Başkanı. Resmi görev tanımı nedir? İslam dininin ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak. Eee? Ne alaka?

 

EMİNE SUPÇİN

Taşımak demek bir ağırlığı olmak demek. 

Kimliğini, kişiliğini taşımak. Buradan bakınca tartışmasız, her insan önce kendini taşır. Fakat bir de eşini, arkadaşını, şehrini, ülkesini temsil eder.

Mesele temsil etmek olunca işler değişir. Kılığın, kıyafetin, birikimin, kişiliğin, dile olan hakimiyetinle tam bir örneksindir. Başka bir şehirdeysen, şehrinin; başka bir ülkedeysen, ülkenin doğal elçisi sensindir. Farkına varmadan şehrinin veya ülkenin kimliği olur çıkarsın. Yani ister karakterinle tüm milletini rezil edebilir, istersen yüceltebilirsin.

Mini bir anı: Çocukluğum Almanya’da geçti benim. 60’larda Almanya’ya işçi olarak giden ailelerden biriydik biz de. (O döneme dair yazılıp çizilebilecek, film ya da tiyatro eseri olarak sunulabilecek milyonlarca hikaye var. Hikayelerin yetişkinler boyutu dram ama özellikle çocuk boyutu bildiğin trajedi. İlkokul 2. sınıftaydım, çevremde hiç Türk çocuğu yoktu, tek bir sözcük Almanca bilmiyordum. Hayal edebiliyor musunuz zavallılığı, korkuyu, endişeyi. Bu benim trajedimdi ama elbette atlatıyorsunuz ve öğreniyorsunuz.)

Uzatmadan, temsil etme meselesine geleyim. Yoksa Almanya hatıralarım hem çok uzun hem de bugünden bakınca biraz komik, biraz trajik… O günlerden anne babamın verdiği öğütler çakılı beynimde. Sık sık derlerdi ki, “Sokakta kavga eden birileri varsa onlardan uzak dur. Onlar ya Türk’türler ya da İtalyan.” Zaman içinde gerçekten sokak ortasında ağız dalaşına giren pek çok Türk görmüşlüğüm oldu. O kadar banal, o kadar düzeysizdiler ki insan kendi milletinden utanır. Utanıyordum da. Belki de İtalyanlar bize göre daha az sayıda olduklarından ben hep Türkleri görmüşümdür, bilemiyorum. Fakat şu bıraktığımız izlenimi düşünebiliyor musunuz?

O günün iktidarları, hayatında elektriği bile görmemiş o dağ köylerinden kopup dünyanın hızla gelişmekte olan memleketi Almanya’ya insanımızı gönderirken en azından minnacık bir rehberlik programı düzenleyemezler miydi? Bunu bile düşünemeyecek kadar gerzek miydik o dönem acaba? Haydi dili öğretemedin, geçtik; ama hiç olmazsa genel olarak kültürel davranış tarzları ile ilgili kısa bir öğreti planlanamaz mıydı?

Neyse… Almanya anıları ve geçmişe dönük “Ah vah” kısmını geçelim. Çünkü yine toplumunu önemsemeyen, beceriksiz yöneticilerin elindeydik, kesin. Şu iş bilmezlik, düşüncesizlik belasından bir kurtulabilseydik, ah… Dün öyleydi de sanki günümüz değişti mi? Belki gittikçe daha da beceriksiz hale geldik. Yakın zamanda başımıza gelen orman yangınları, sel felaketlerindeki beceriksizliği düşündükçe, hop oturuyor hop kalkıyorum. Hep mi liyakatsiz, vizyonsuz insanlar yönetti bizi? Bu nedir allasen ya?

Bunca girişin sebebi Amerika’da şaşaalı törenlerle açılışını yaptığımız ve bilmem kaç milyon dolarlara mâl olan Türk Evi. Peki açılışta kim vardı? Ali Erbaş. Kimdir kendisi? Diyanet İşleri Başkanı. Resmi görev tanımı: İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek.

Görev tanımı içinde ne şeyhülislamlık ne de temsil yetkisi var. Peki son günlerde neden kendisine bu görevler veriliyor? Amaç ne? Özellikle bizzat kendisinin dillendirdiği şeriata yeşil ışık, laikliğe kırmızı yakan tavırların hem altında hem arkasındaki nedir ve kimdir? Giderayak işleri moka çevirme planları mı yapılıyor?

Peki, bir başka soru: Haydi siyasi islamcısınız, hasbelkader memleketi siz idare ettiğiniz için büyük açılışlarda dua okunsun, hayırlı olsun gibi çok temiz niyetlerdesiniz. Hani mesela, söz temsili, güya, falan fıstık, inandık diyelim(!) İyi de bu ülkenin tek temsilcisi din adamı mı? Özellikle Amerika’daki açılışa en azından oradaki üniversitelerde görev yapan, dünyaca ünlü Türk vatandaşı bilim insanlarımız, sanatçılarımız yok mu?

Adli yılın açılışında da aynı liyakat karşıtı tavır sergilendi. Tamam yine esnaf usulü, hayırlı uğurlu olsun mantığı ile diyanet işleri başkanı dua etsin istediniz, diyelim. İyi de bu ülkenin gerçek hukuk profesörleri yok mu, konuşacak? Ayrıca adli yılın açılışında “hayırlı olsun” nedir yafu? Hukuk öyle bir şey mi? Hakimler manav, savcılar bakkal mı ki dükkan açılışında hayırlı olsun duası ediyoruz? Akıl alır şey değil.

Tüm bu noktalardan geldiğimiz yer tam da şurası: Bilim insanlarını, sanatçıları temsilci olarak seçebilmek, en az onlar kadar bilim ve sanatsever olmanı gerektirir. Temsilci olarak seçtiğin her kim ise, sen de o’sun işte. O kadarsın.

Düşüncesizliğin beceriksizliği; akılsızlığın, aptallığı; cahilliğin, perişanlığı getirdiği ülke mi aramıştınız? Buyurun, yeni Türkiye’miz! Pih!

PAYLAŞMANIZ İÇİN

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*