Kentten, güvensizlikten kaçış…

Korona günleri insanları bezdirmiş. Beni arayan arkadaşlarımın önemli bir kısmı: “sizin oralarda birkaç dönüm yer bulabilir miyiz?” diye sorup duruyor. Bu ve benzeri sorulara haftada birkaç kez muhatap oluyorum. İnsanların büyük şehirlerden kaçıp burada nasıl hayat sürecekleri ayrı bir yazı konusudur. Ancak oradan kaçma düşüncesinin dile vurumu irdelenmesi gereken bir olgudur artık.

ALİ HAN EREÖRNEK

ÜTOPYA

Muğla’nın köyüne yerleşirken ekoloji ve üretim konusunda düşüncelerim ve hatta bir roman yazma hayalim bile vardı.  Distopik bir roman hayal etmiştim. Başkarakteri bendim belli ki. Gerçek hayatta öyle olmasam da, İstanbul’dan kaçıp köye yerleşmiş ama ürettiğinden büyük şehirlere zırnık bile göndermeyi reddeden ve etrafındakileri de buna göre örgütleyen bir anarşist karakter. Kafamdaki kurguda devlet köyleri basıp toprakları ve mahsulleri elimizden alıyordu. Sonuç hem hüsran hem de düşündürücüydü. Henüz yazamadım ama yazmayı başarabilirsem bu minvalde olacak.

CORONA GÜNLERİNİN GETİRDİĞİ          

İnsanlarımızın kayda değer bir kısmı neden şehirleri terk etmek ve kırsala yerleşmek için yoğun istek duymaya başladılar?  Neden kentlerden çıkış yasağı kalkınca hemen bir yerlere kaçma isteği duyuyorlar? Kuşkusuz bunun sosyolojik analizleri de yapılmalıdır. Benim gözlemlediğim Korona günleri, tıpkı avcı toplayıcı oldukları zamanlardaki gibi Homo Sapiens’e bir kez daha hayatta kalma refleksi getirdi. Bu sadece virüse karşı değildi. Aynı zamanda apartman dairelerine tıkılan insanların zinciri kırıp kaçmak tepkisi ve ekonomik nedenlerle işinden uzak kalan insanların geliştirdiği bir refleksti. Yani işin hem sosyal hem ekonomik boyutu var. Benim gibi evinin yanında bir dönüm tarlası olan bir zatı muhterem zaten sokağa çıkma yasağını bahçede geçirebiliyorken, apartman balkonu ile ( o da kapatılmamışsa) sınırlı şehir insanının doğayla iç içe yaşayanlara gıptası oldukça anlaşılabilir bir tutum. Bir de işin ekonomik boyutu var ki maaş kesintileri, işsizlik, kaliteli gıdaya ulaşmanın pahalı olduğu bir durumdan bahsediyorum. Bahçede temel sebzesini yetiştirip daha az masraflı hayat hayali artık iyice zorlaşmış büyük kent yaşamından çekici geliyor. Ama burada gözden kaçan çok önemli bir konu var: Köy ve orman yaşamı kadar ülke yaşamının da olmaz ise olmazı tarım ve orman arazilerinin korunması. Bu fikre sahip olanlar için buraya kadar sıkıntı yok. Asıl sıkıntı, üretim ve tüketim ilişkilerinde saklıdır.

KAPİTALİZM İHTİYACINDAN FAZLASINI TÜKETTİRİR
Marketleri, sokağa çıkma yasağı var diye talan eden insanlar nelere ne kadar ihtiyaçları olduğunu bir kalem kağıt vasıtası ile hesaplayabilirdi. Ne kadarı gerekli ihtiyaçtır? Hepimiz bu günlerde hayatta kalmak adına ve kıtlık olacağını varsayarak market raflarına gözü dönmüş bir şekilde saldırıyoruz. Alış veriş listemizin dışında illa ki kasanın yanında ufak tefek bir şey gözümüze çarpıyor ve kredi kartımızla borçlanarak onu da sepete atıyoruz.  Akıl verici gazete sayfaları ya da tv uzmanlarının ifadesiyle: Kendimizi birazcık şımartıyoruz! Köye, kırsal alana, doğaya dönüp ama arabayla en yakın süper marketlere gidip aynı alışverişi yapınca kentte olmaktan ne farkı kalacak doğaya daha yakın olmanın? Bahçe ve manzara mı?
Ne zaman dur diyeceğiz kapitalizme?  Dur demeden kırsalda yaşamın bir keyfi olabilir mi? Bir kitapta şöyle diyordu yazarlar: “ köylü kendi sattığı buğday karşısında köy bakkalından ekmek aldığı gün bu iş değişti.” Kapitalist ilişkiden sıkılan bu işi kotarır diyorum. Kendi zeytinini yapmaktan keyif alacaksın. Kendi ekmeğini üreteceksin, kendi yoğurdunu, peynirini, yumurtanı… Bir öğün yemeğin tüm giderini kendi bahçenden toplayacaksın. Bu bir hayli yoğun, yorucu emek gerektiren bir iştir sevgili dostlar. Ama bir o kadar da keyiflidir.

SONUÇ

İnsanlar bir ütopya istiyor. Ekmeğini taştan çıkaran emekçiler. İster mavi ister beyaz yakalı olsun. Emeğinin durduk yerde çiğnenip atılmadığı, gerekirse onu asfaltı yarıp topraktan çıkaracağı bir filiz gibi, yaşanacak bir hayat istiyor. Bu benim kurgum değil artık. Bir distopya da değil. İnsanlar güvensizlikten kaçmak istiyor, gelecek güzel günlere…