Kemençe için Kanlıca, tanbur için Çamlıca, vatanı temsil için Kocamustafapaşa

Ne var ki, hangi ihtimal dâhilinde yazılmış olursa olsun Kocamustafa paşa şiirinde ne yoksulluğun ıstırap verici çizgileri görülebiliyor ne de yoksul bir yaşantının kıskacındaki insanların ruh halleri, duygu dünyalarındaki yaralar, sıtma tutmuş özlemler görülebiliyor.

 CAFER YILDIRIM

Kocamustapaşa şiirinin son bölümü bir öz eleştiri niteliğindedir. Söyleyici bu bölümde diğer bölümlerde olduğu gibi birinci kişi ağzından, kendi adına konuşmuyor; “Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan” diyerek bir çoğulluktan söz ediyor:

“Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur alemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.
Sızlatır bazı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Ruh arar başka teselli her esen rüzgarda.

Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!”

“Bizler”le kimlerin kastedildiği belirgin değil. “Kökü toprakta kalıp” “kendi kesilmiş ağaç”a benzetiliyor söyleyicinin de içinde olduğu bu kişiler. Bu durumda olan kişilerin ise derin bir köksüzlük yarasıyla malül olduklarını, dünyada sınırsız bir öksüzlük duygusuyla yaşadıklarını, bu nedenle de başka rüzgârlarda, başka yerlerde teselli aradıklarını öğreniyoruz. Bir hayıflanma içeren son dizede sözü edilen “o topraklar” ifadesi ile Kocamustafapaşa manevi değerlerin bütün canlılığıyla yaşadığı bütün yerleri temsil değeri üzerinden bir kez daha yüceltiliyor.

“Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!”

Şiir kişisinin söylediklerinden olduğu kadar söze dökmediklerinden de hayatı ile ilgili bazı bilgilere ulaşabiliyoruz. Örneğin bu kişi Kocamuştafapaşa gibi “fakir bir İstanbul”da doğmamıştır. Böyle bir semtte yaşamamaktadır. İçinde yaşadığı çevrede, algı dünyasındaki manevi değerlerin özlemini çekmektedir ki ziyaret ettiği Kocamustafapaşa’da bu değerlerin semtin her köşesine sindiğine tanık olmuştur. Bir günlük semt ziyaretinde görüp yaşadıkları ona büyük bir mutluluk vermiş, o bu ziyaret esnasında varoluşunun sırrına kavuşmuştur.

Şiirin bütününde açıkça ifade edilenleri bir araya toplamakta yarar var: Yoksullar sabır ve tevekkülle Tanrı ile aralarında en güçlü manevi bağları kurarlar. Dinin özü olan maneviyat Türk millî kimliğinin de en belirgin özelliğidir. Yoksullar haysiyet sahibidirler, meşakkatli yaşamlarını dinginlik içinde yaşarlar. “Bir hiç”ten çatarak altına başlarını soktukları derme çatma evlerinin perdelerini bile asaletle çekerler. Geçmişin mezarlıklara gömülmüş nice parlak değeri onların yanı başındadır. Hayatla ahiret arasında köprü olan bu kişiler yoksullar için daima yol gösterici bir nur kaynağıdır. Belirlemelerimi İsmail Yelaldı’nın Mignon’dan aktardığı bir çözümleme paragrafıyla tamamlayacağım:

“Laurent Mignon, Ana Metne Taşınan Dipnotlar adlı kitabında (…) Yahya Kemal’in  ‘Koca Mustâpaşa’ şiirine yönelik -ilk üç dizeyi vurgulayarak- şu tespitlerde bulunur:

‘Koca Mustâpaşa’nın bu temsili, ancak oryantalist yazarlar ve ressamlara yakışır. Hayali Doğu imgelerinde olduğu gibi fakirlik, kadercilik ve Müslümanlık bir arada gösteriliyor. Fakirlik, belli bir ekonomik ve toplumsal düzenin sonucu ve de ona karşı mücadele edilmesi gereken bir durum olarak değil, bir semtin manzarasına özel bir ruh veren bir öğe olarak gösteriliyor.’ “[1]

Kocamustafapaşa halkından ayrı bir yerde

Şiirin kurgusal gerçekliği içinde ziyaretçi kimliğiyle karşımıza çıkmış olan şiir kişisinin işlevi yazının bu aşamasında son buluyor. Bundan sonraki anlatımlarımız doğrudan şiirin şairi Yahya Kemal Beyatlı ile ilgili olacaktır.

Şiirde vatan kavramıyla ilgili tarihsel ve kültürel kaynaklı düşünsel açılımlar bireysel duygularla bütünleştirilerek ortaya konuluyor. Kocamustafapaşa, vatan kavramının öz değerlerine sahip bir semt olarak betimleniyor. Betimleme, açıklama ve yer yer başvurulan tahkiye üslubundan oluşan şiir dili, dönemi için oldukça sade bir özellik gösteriyor. Fakat bütün bunlara rağmen etkileyici, okuru içine alan kuşatıcı bir anlatımın kurulamamış olduğu da açıktır. Bunun sonucu şiir çerçevesinde konunun gerektirdiği bir duygu atmosferinin oluşturulamamış olmasının bizim açımızdan biri diğerine göre ikincil olan iki nedeni vardır.

İkincil olandan başlayalım: Şiirin temel ahenk unsurlarından aruz ölçüsü ve aa-bb-cc… biçimindeki uyak düzeni, zaman zaman söyleyişin doğallığını ve içtenliğini engelleyici unsurlar haline gelmiştir. “Bayat peyniri lezzetle yiyen, ruh esen kuytu mezarlıklar, yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten, kalbi çok dolduran iman, siyah toprak… ”  gibi ifadelerin orijinallik sağlamaktan çok, ölçü ve uyak zorunluluğunun bir ürünü olduğunu düşünmekteyim. Bu türdeki yapay ve zorlama ifadelerin şiirin gerekli kıldığı duygu atmosferini örselediği ise açıktır.

Birincil olan diğer neden ise Yahya Kemal’in çokça övdüğü ve yücelttiği, Türk-İslam kültürünün hayat bulduğu mekânların temsil değeri konumunda gördüğü Kocamustafapaşa’ya dışarıdan bir göz olarak bakmasıdır. Prof. Dr. Nurullah Çetin’in şairle ilgili aşağıdaki analizi bu duruma ışık tutacak niteliktedir:

 “Yahya Kemal, toplumsal konumu, yaşadığı mekân, yaşama biçimi, eğitim seviyesi ve kültürel yapısıyla Kocamustafapaşa halkından ayrı bir yerde duruyor. O, zaman zaman İstanbul’un halis Müslüman Türk mahallelerine ziyaretler yapar ve ora halkını gözlemleyerek kendisinde oluşan izlenimlerini şiirleştirir. Bu şiir de onlardan biri. Şair, bir gün geçirdiği Kocamustapaşa semtinin manevî, ruhanî, kültürel, tarihî, tabii, coğrafî, toplumsal havasından büyük bir haz alır, orada bulunmaktan mutlu olur ve kendisini bir rüyada gibi hisseder. Çünkü mensup olduğu Müslüman Türk milletinin bütün değerlerini yaşattığı bir havayı solumuş ve bundan mutluluk duymuştur. Kendisi onlar gibi yaşamasa bile hiç olmazsa onlara mensubiyet, bağlılık duygusuyla teselli bulmaya çalışmaktadır.”[2]

Yahya Kemal, bütün yaşamı bolluk ve refah içinde geçmiş bir şairdir. Yaşamını konformist mizacına uygun biçimde düzenlemeyi ve sürdürmeyi de başarmıştır.

müderrisliği kadar sefirliğini de edebiyata borçlu

Türk edebiyatında portre türünün ilk ve en yetkin örneklerini vermiş olan Hakkı Süha Gezgin, 1939 yılında Vakit gazetesinde, divan şiiri zevkinin son şairini bakın nasıl betimliyor:

“Geniş, ağır bir gövde, kalın bir gladyatör boyunu, irice bir baş, uçları keskin çizgilerle sımsıkı kapalı ihtiraslı bir ağız, katı bir çene, dolgun yanaklar üstünde gömülü gibi duran dalgın gözler. Serilir gibi oturuşunda bitmeyen bir hazım yorgunluğu var gibidir. Onda eski Roma kayserlerini andıran bir hal sezilir.”

Portrenin devamında şöyle bir bölüm var:

“Bu sıralarda (1916) Yahya Kemal Darülfünun’a müderris oldu. Üniversite kürsülerine eser basamaklarından çıkılır. Biz onun ilmȋ değerini ortaya koyan böyle bir fikir merdiveni görmemiştik. Bugüne kadar hâlâ kitabını okumuş değiliz. Şu halde bu müderrisliği onun şairliğinin bir caizesi saymaktan başka çare yoktur.

Zaten yeryüzünde edebiyat ve sanata Yahya Kemal kadar borçlu, başka bir şair daha var mı bilmem. Bundan ötürüdür ki üç beş yıl önce bir mecmuada çıkan mülâkatı beni hayrete düşürmüş ve kendisine düşündüklerimi söylemiştim. Yahya Kemal orada edebiyatın nankörlüğünden bahsediyor ve sanat uğrunda, kendini boşu boşuna harcadığını söylüyordu. Hâlbuki sanat, onun kadar hiç kimseye yar olmamış, hiç kimseye bu kadar kolay şöhret, bol refah, zengin alkış getirmemiştir. Darülfünun profesörlüğüne esersiz çıkışı, ilham perisinin cilvesiydi.

Sonra yine onu İspanya’da sefir gördük. Hangi siyasȋ kariyerden hız alarak bu geniş ve yüksek sıçrayışa erdi? Siyaset onun mesleği değildi. Hayatta böyle bir terbiye almamıştı. Hariciyemizle ne yakından ne uzaktan alâkalı idi. Ama Madrid’e sefir oldu. Çünkü şairdi. Demek ekselanslığını da edebiyata borçludur.”[3]

Hakkı Süha Gezgin’in anlatımları Nurullah Çetin’in çözümlemelerini tamamlayıcı niteliktedir. Kocamustafapaşa şiiri açısından baktığımızda ise Yahya Kemal’in şiirine konu ettiği ve yücelttiği semt yaşantısı ile kendi yaşantısı birbirine bütünüyle tezat halindedir. Fakat düğüm tam da burada çözüme kavuşmaktadır. Yahya Kemal’in teorik planda yaptığı vatan tasviri ile kendi yaşantısı arasındaki uzlaşmazlığın ürünüdür Kocamustafapaşa şiiri. Bu şiirin son bölümünde üstelik şair bir özeleştiri de yapmıştır. Bu özeleştiri vicdanındaki sızıya merhem olduğu kadar bundan daha önemlisi onun düşünsel dünyasının inandırıcılığına da bir dayanak olmuştur. Daha az ağırlığa sahip olan diğer ihtimal ise şair, şiirleriyle oluşturduğu İstanbul tablosunu Kocamustafapaşa şiiriyle tamamlamak istemiştir. Tabloda hangi semtlerin bulunduğunu yine onun şiirlerinden öğreniyoruz. Kemençe dinlemek için Kanlıca, tanbur için Çamlıca. Özleyiş duygusunu İstinye’de tadıyor. İri zümrüt içinde bir baharı Fenerbahçe’de karşılıyor. Gayş eden maviliğe kanamadığı yer ise Maltepe. Şafaktan önce uyandığı ve baharı odasında bulduğu mekân ise Moda. Bu listeyi uzatabilirim fakat gerekli görünmüyor. “Koca Mustâpaşa” şiiri ise şairin debdebeli yaşantısına uygun biçimde oluşturduğu bu tabloyu milli kimlik, Türk-İslam sentezi, maneviyat dünyası, uhrevi zenginlikler gibi o tabloda boş kalmış kavramlar bakımından tamamlamaktadır.

talihin Yahya Kemal’e iması

Kocamustafa paşa şiiri hangi ihtimal dâhilinde yazılmış olursa olsun bu şiirde ne yoksulluğun ıstırap verici çizgileri görülebiliyor ne de yoksul bir yaşantının kıskacındaki insanların ruh halleri; onların duygu dünyalarındaki yaralar, sıtma tutmuş özlemler, dinmeyen sızılar ve katlanma katsayısını aşan ağrılar görülebiliyor. Şairin vatanı temsil konumunda gördüğü Kocamustafapaşa’nın ölülerle dirilerin mekânlarının birbirine karıştığı o içler acısı manzarası ile modern hayat arasındaki uçurum, şairin en olması gereken şiirinin dışındadır.

1884’te Balkanlar coğrafyasında, Üsküp’te doğmuş olan Yahya Kemal, 1958’de yetmiş dört yıllık ömrünün ardından Kocamustafapaşa’nın sınırları içinde bulunan Cerrahpaşa Tıp Fakültesin’de hayata veda etmiştir.

Bu da talihin şaire bir iması olsa gerektir.


[1][1] Aktaran: İsmail Yelaldı, Hürriyet Gösteri Sanat-Edebiyat Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül, sayı: 307, 2012.

[2] Prof. Dr. Nurullah Çetin, edebiyatfatihi. net

[3]  Hakkı Süha Gezgin,Ötüken Yayınları,  İstanbul, 1997.

PAYLAŞMAK İÇİN