Keban Barajı

Baraj ile birlikte Anadolu uygarlık tarihine ışık tutacak tarihsel kültürümüz de sular altında kaldı. Kısa sürede Halet Çambel, Muhibbe Darga gibi bilim insanları büyük özverilerle kazılar yaptılar, çalıştılar, ancak, hemen tüm tarihsel yerleşim yerleri hiç incelenemeden sulara gömüldü.

CEM BAYINDIR

Binlerce yıllık geçmişi olan bir ilçe Keban. Altın, gümüş, kurşun yatakları, mağaralarla dolu, delik deşik edilmiş dağları, Keban’ın maden kenti olduğunu gösteriyor. İlçeyi önemli kılan öteki ve belki de daha önemli neden ise kuşkusuz su ya da Fırat.

Fırat, batı dillerinde Prathuss ya da Euphrates olarak geçer. Batı kaynaklı bir sözcük olsa da bu ad da kanımca Anadolu toplumlarından gelmektedir.

Muş bölgesinden gelen Murat ile Ağrı, Erzurum, Erzincan, Tunceli bölgesinden gelen Karasu’nun ve Peri ve Munzur Çayları gibi çayların ve derelerin birleşerek oluşturduğu ırmak, Elâzığ Keban’da birleşip, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep kent sınırları içinden geçerek Suriye ve ardından da Irak topraklarına girerek burada da Dicle Irmağı ile birleşerek Irak-İran sınırındaki Şattül Arap bölgesinden Basra Körfezi’ne dökülür.

İşte bu ırmak üzerine yapılan baraj ile yöre, yerleşim alanları ve yeryüzü biçimleri bakımından da iklimsel, ekonomik, toplumsal, kültürel anlamda da büyük değişikliklere uğramıştır.

Barajın temelinin atıldığı tarihten bu yana 58 yıl, su tutulmasından bu yana da 47 yıl geçmiş. Keban Barajı, 1963 yılından 11 yıl sonra 27 Ağustos 1974’te deneme elektrik üretimini gerçekleştirdi. Resmi açılışı da 9 Eylül 1974 tarihinde başbakan Bülent Ecevit yaptı.

haritadan silindiler

Kurulduğu günden beri Türk ekonomisine 30 milyar dolar katkı sağlayan baraj ilk dönemlerde Türkiye’nin toplam enerji üretiminin %20’sini karşılarken günümüzde elektriğimizin %8’ini üretmektedir.

Baraj ülke ekonomisine ne denli yarar sağlamışsa da bulunduğu bölgeyi ise daha çok olumsuz etkilemiştir.  Keban Barajı’yla birlikte, Elâzığ, Tunceli, Erzincan, Malatya ve Sivas illerine bağlı 20’ye yakın mahalle, 200’e yakın köy, 50 mezra ve 5 hayvan yaşama alanı sular altında kalmıştır. Tapulu 60 bin parsel kamulaştırılmış, 6 bin ev ve 40 bin kişi baraj gölünden olumsuz etkilenmiştir.

Büyük ozan Enver Gökçe ne duyarlı anlatmakta:

“Hepten / Suya / Verdik / Çünkü / Suyu/ Yoktu. / Toprağı /Gazı /Tuzu / Işığı /Yoktu /Bu / Köyleri /Suya / Verdik / Eli /Ayağı / Tekerleği / Kağnısı / Yoktu / Ve /Atı /Arabası / Yoktu / Bir / Kaç / Kıl / Keçi / Bir / Torba / Çökelik / Ve / Tulum / Peynirine / Hasrettiler… / Ve / De / Gâvur / içinde Yesirdiler / Sanki / Çarıklarını / Yemiştiler / Gün /Olmuş /Ve / Dut / Kurusu / Süpürge / Tohumu… Haybedendi / Yaşamları / Ümmiydiler / Gurbetçiydiler / Gülmemişti / Hiç / Biri. . . / Ve /Soğuk / Aşvan / Pulur / Hıdıröz / Ve / Huni / Su Paniği / Zalbar / Ve / Pul / Ve /Güci / Gırani / Haksini / Henisik / Hulmin / Karapınar / Ecüzlü / Vahşen / Venk / Ve / Payamlı / Ve / Süderek / Haritadan / Silindiler/ Bir/ Sabah…”

tarlalardan pavyonlara

Baraj yapımı süresince Keban ilçe nüfusu 30 bini bulmuş, başka kentlerden ve köylerden gelen emekçilerin yanında, Fransız, İtalyan, Alman mühendis ve çalışanlar kentte büyük canlılık ve kültürel, ekonomik değişim yaratmıştır.

Kamulaştırma bedelleri ödenen ve göç eden ya da ettirilen köylülerin yerine çalışmaya gelen yerli yabancı bu işçiler ayrı bir kültürü, toplumsal yapıyı doğurmuşlardır.

O dönem, baraj suları altında kalacak olan verimli tarım alanları, DSİ kurumunca birer birer kamulaştırılıyor, yöreye büyük paralar giriyordu. Kamulaştırma bedelleriyle birden zenginleşen yöre insanı, parayı sağlıklı kullanamıyor, yeni açılan eğlence yerlerinde, gazinolarda, birahanelerde, pavyonlarda, kulüplerde harcıyorlardı.

Keban’da bile başka kentlerden gelen girişimciler barlar, pavyonlar, işyerleri açmışlardı. Bize özgü sekiz köşe şapkalı, şalvarlı, sivri burun yumurta topuk ayakkabılı yeni zengin köylüler, bellerindeki köstekli saatleri ve ceplerindeki büyük paralarıyla bu yerlerin en özel müşterileri oldular.

Köy dışına çıkmamış insanlar, ellerinden alınan babadan kalma tarım alanlarının, evlerinin, köylerinin ya da özetle neleri yitirdiklerinin değerini ve ayrımını bilemedikleri gibi, ödenen kamulaştırma bedellerinin değerini de bilemedi, tıpkı sular altında kalan yurtları gibi, kent yaşamında boğuldular. İçlerinde akıl sağlığını yitirenlere de rastlandı.

Büyük umutlar ve sevinçle karşılanan Keban Barajı sonrası, insanlar gün geçtikçe düş kırıklıklarına uğradılar. İş olanakları azaldı. Üstelik tarlalar da elden gitmiş, sular altında kalmıştı.

Kamulaştırma bedellerini değerlendirmek üzere kurulan beton direk fabrikası, plastik boru fabrikası ve Ağın ilçesi deri fabrikası gibi iş olanakları yaratan Keban Holding A.Ş’nin hisseleri de kısa sürede el değiştirdi ve böylece bu yatırım da amacından uzaklaştı.

ülkenin en zengin ilçesi

 Büyük umutlar sonrası hep düş kırıklığı yaşayan Elâzığ ve Keban insanı, kısa sürede tükettikleri paraların, hiçbir zaman anayurtlarının yerini tutmayacağını, evlerinin, köylerinin, kültürlerinin yitimlerini, hep özveride bulunan konumda olmasına karşın zararı çekenin de hep kendisi olduğunu geç olsa da anladı.

Yasa gereği, bu bölge yıllar yılı, kişi başına geliri 1500 doların altında olan iller için getirilecek teşvik düzenlemeleri, vergi indirimlerinde yararlanamamış -Keban Barajı’nda üretilen elektrikten elde edilen gelir Elazığlıların geliri kabul edildiği için- Keban, ülkenin en zengin ilçesi ve elektrik milyarderi sayılmış ve Elâzığ uzun yıllar teşvik verilecek, vergi indirimine sokulacak kentler listesine girememişti.

Baraj ile birlikte Anadolu uygarlık tarihine ışık tutacak tarihsel kültürümüz de sular altında kaldı. Kısa sürede Halet Çambel, Muhibbe Darga gibi bilim insanları büyük özverilerle kazılar yaptılar, çalıştılar, ancak, hemen tüm tarihsel yerleşim yerleri hiç incelenemeden sulara gömüldü.

sonuç

Keban’da ve Elazığ’da kiliseler, tarihsel yapılar, tarihsel araçlar, halılar yağma edilerek, barajda çalışan yabancılara satıldı. Kent mimarisi açısından yöre alabildiğine çirkinleştirildi.

Hem Keban’da hem Elazığ’da eski tarihsel dokular, kiliseler, kalhaneler, camiler, mezarlıklar, çeşmeler, köprüler, çarşılar, eski sokaklar ve evler kalmamış, eskiye ve yöreye özgülük korunmamış; yapılaşma, altyapı, estetik denilen değerler tümden yok olmuştur.

Kente özgülük hiçe sayılıp, herkes canının istediği biçimde yapılarını kondurmuş; eskilerini yıkmış ve sonucunda geçmiş ve eski kent yapı kültürü yok edilmiştir.

Ayrıca yöre, taşradan göç almış, yerliler, kentlerini terk etmiş, olanakları daha çok olan yerlerde yaşama isteğiyle başka kentlere göç etmiş, toplumsal yaşam geri konuma düşmüştür.

Günümüzde çok övündüğümüz Harput kültürü yittiği gibi, halk da günden güne içe dönükleşmiştir. Kent ve insan sıkı sıkıya bağlı bir nitelik gösterdiği için yöre insanına özgü özellikler ne yazık ki gün geçtikçe yitime uğramaya devam ediyor…

PAYLAŞMAK İÇİN