Kazdağı’nın eteklerinde üç bin yıllık bir antik kent: Antandros

İçinde yaşadığımız sıkıntılı zamanların korkunç gerçeklerinden bunalınca, eski zamanların hikâyelerine sığınmak insana iyi geliyor. Aslında yüzlerce yıl öncesinden bugüne hırslar, hazlar çok az değişmiş durumda. Bugün bize hoş gelen antik çağ hikâyeleri o dönemde yaşayanların korkunç gerçekleri değil miydi zaten!

LEYLA TUNÇ YELTİN

Eskimiyen’de bana ayrılan bu köşede kitap değerlendirmelerinin ve ilgi çekici bulduğum bazı konuların yanı sıra, zaman zaman da, gezdiğim ören yerlerinden, antik kentlerden bahsedeyim diyorum. Bence muhteşemdirler. Çağlar önce yaşamış insanların gezindiği aynı yollarda yürüyerek onların gündelik hayatlarını, nelere gülüp üzüldüklerini anlamaya çalışmak hep ilgimi çeker.

Size tanıtmak istediğim antik kentlerden ilki yaşadığım bölgenin bir değeri olan Antandros. Yazıda bol fotoğraf göreceksiniz. Ve bu fotoğraflar çok güzel olacak. Çünkü kullandığım tüm görseller, fotoğraf sanatçısı Firdevs Sayılan tarafından Antandros Derneği için çekilmiş sanat fotoğrafları. Buyurun başlayalım.

Yolunuz Altınoluk’a Düşerse

Bir kısa tatil yapmak için Kuzey Ege’ye giderseniz; Ayvalık’tan Assos’a doğru sahil yolunu izleyin. Bu, hoş bir seyahat olacaktır. Yol, çoğunlukla deniz çizgisini takip eder. Sol tarafınızda göğün denize karıştığı mavi menevişli bir renk cümbüşü, sağ tarafınızda sizinle birlikte yolculuk edercesine yanınızdan hiç ayrılmayan ölmez ağaçları; zeytinler, zeytinlikler.

İşte bu yolda, Edremit Körfezi’nin kuzey batısında yer alan Altınoluk merkezine iki – iki buçuk kilometre kala sağ tarafınızda Antandros Antik Kenti’ni göreceksiniz. Dikkat etmezseniz kaçırabilirsiniz. Kaçırmayın… çünkü Antandros’un vaadi büyüktür. Arkeolojik buluntular açısından değerli, mitolojik hikâyeler açısından zengindir.

Antandros; Mysia ve Aiolis’i Troas’a bağlayan yolu kontrol edercesine denizin üzerinde dimdik yükselen Kaletaşı tepesinin zirvesine ve batı yamaçlarına kurulmuştur. Kent, düşman gemilerini çok uzaktan tespit etmek için uygun bir konumdadır.

Antandros’tan deniz manzarası.

Ören yeri tabelasını (gerçi henüz ören yeri ilan edilmedi… ona sonra değineceğim) görür görmez trafiğe dikkat edip hemen sağa kıvrılın ve demir kapıların oraya arabanızı park edin. Gelin birlikte gezelim. Antandros yüzyıllardır sizi bekliyor.

Geniş ve Tamamı Deniz Gören Odalar

Deniz seviyesinden yukarı doğru yürüyoruz. Yol kıvrılarak bizleri görkemli bir yapının kalıntılarına ulaştırıyor. Bu bir Roma villası. Tamamı 2000 m2 alana yayılmış durumda. Son derece büyük bir ev. Belli ki zengin bir aileye ait. Yamaçtaki eğim nedeniyle teraslar üzerine kurulmuş.

Giriş kısmı geniş bir koridor ile villanın odalarına bağlanıyor. Bu koridora portiko deniyor. Odalar yan yana inşa edilmiş. Bu nedenle alt terasta da, üst terasta da tüm odalar, hatta banyo bile deniz görüyor.

Çarkıfelek motifli mozaik yer döşemesi.

Haydi, şimdi yamaç evin kışlık kabul salonuna bir göz atalım. Elli m2’ye yakın kare şeklinde bir oda burası. Taban mozaiğinde büyük bir çarkıfelek motifi var. Motifin tam ortasında da iki kuş karşılıklı durmuş, bir kantharostan (içki kabı) su içiyorlar.

Mozaik kaplamanın ortasındaki detay: iki kuş kanthorostan su içiyor.

Duvarlarda, ellerinde meyve, et ve içki taşıyan şık giyimli hizmetkârlar resmedilmiş. Kalıntılardan, odadaki oturma düzeninin olasılıkla klineler (yan yatılarak uzanılan sedirler) şeklinde olduğu düşünülüyor.

Roma villasını gezerken tabii ki yüzlerce yıllık mozaiklere basmıyoruz. Bu yüzden de bazı önemli, hoş detayları kaçırabiliyoruz. Antandros Kazı Başkanı Prof. Dr. Gürcan Polat bu konuda çok güzel bir projesi olduğundan bahsediyor. Kentin kuzey kısmından başlayarak tüm odaları dolaşan bir ahşap yürüme platformu. Hem mozaikler zarar görmeyecek hem ziyaretçiler güzellikleri yakından görebilecekler. Gerçekleşse ne harika olur.

Bir de villanın yazlık kabul salonu var. Kışlık salonla aynı ebatlarda. Zamanında villanın en görkemli mekânıymış. Yerler, duvarlar mermer döşeliymiş. Yazlık olduğu için kapısı yokmuş; sütunlarla ayrılmış üç ayrı açıklıktan girermiş konuklar. Köşeler panter ve kuş motifleri ile süslüymüş. Maalesef günümüze hemen hiç biri kalmamış. Ve anlaşılan o ki, evin son sahipleri düşman akınlarından kaçarken mermer kaplamaları kendileri söküp götürmüşler.

Bu odalarda nasıl hayatlar yaşanmıştır kim bilir. Tabii ki arkeologlar bilir. Bize de onların anlattıklarına göre hayal kurmak düşer: Ev sahibi ve konuklar, hepsi istedikleri an Ege’nin masmavi sularına bakabilecek şekilde oturuyorlarmış salonlarda. Hizmetkârların sunduğu meyveler, kuru yemişler yeniyor, şaraplar içiliyormuş. Çocuklar aşık kemikleriyle oynuyor, evin hanımı konukları ağırlıyor ve ikramları denetliyormuş.

O dönemlerde kadınların siyasette ve kamu hayatında aktif rolü olamadığı için bu tip konuları konuşmak erkeklere kalmış. Onlar da klinelere uzanıp belki imparatorluktaki politik çekişmelerden bahsediyorlar; ya da kereste ticaretinden veya zeytinyağı fiyatlarından.

Geçmiş çağların Antandrosluları teras evde oturup denize doğru bakarken ne yetersiz arıtmadan kaynaklanan kirliliği görüyorlar ne de Çanakkale İzmir otoyolunun gürültüsünü duyuyorlar. Onların da başka dertleri, sıkıntıları var tabii. Antandros kentinin zenginliği nedeniyle düşman akıncılarının hedefi olması gibi mesela.

Çünkü Antandros antik çağlarda özellikle Kazdağı’ndan (İda) elde edilen kereste nedeniyle gemi yapımcılığı alanında ünlü ve bu nedenle de zengin bir kentmiş. Milattan önceki dönemlerde kendi adına sikke de basmış. Zengin kaynaklar kenti elde etmek isteyenlerin dikkatini çekmiş ve kent sırasıyla Lesbos, Atina, Sparta ve Pers imparatorluklarının kontrolüne geçmiş.

Gezmekte olduğumuz Roma villası milattan sonra dördüncü yüzyılın başlarında inşa edilmiş ve çeşitli tadilat ve yenilemelerle milattan sonra altıncı – yedinci yüzyıla kadar kullanılmış. Villanın inşa edildiği dönem tam imparatorluğun güçlendiği, halkın zenginleştiği ve barış havasının hâkim olduğu bir zamana denk geliyor.

Sonrasında ise tarih yine kendini tekrar ediyor. İmparatorluk güçten düşüyor, kent surların içine çekiliyor. Hatta Antandros halkı özellikle milattan sonra yedinci yüzyıldaki Arap akınlarından korunmak için kenti terk edip daha yukarılara yerleşiyor. On altıncı yüzyılda ise bugün Altınoluk köyünün bulunduğu Papazlık mevkiine geliyor. Günümüzde de yerleşim bu alanda –tabii genişleyerek- devam etmekte. Gelecek ne gösterir bilinmez.

Tarihçilerin, ama özellikle arkeologların, kehanet benzeri bir öngörüye sahip olduğunu düşünürüm hep. Ve doğrusu, eğitim ve çalışmayla edinilen bu yetenek nedeniyle olur da insanlıktan umudu keserlerse şaşırmam. Uygarlıklar kuruluyor ve yıkılıyor. Hem de devamlı. Bu döngüyü toprağın altına doğru inen katmanlar halinde ve bir bütün olarak görmek, üstelik uygarlıkların hep aynı nedenlerle yıkıldığını bilmek… Geçiciliği ve türümüzün doymak bilmez hırsını çok daha derinden algılıyor olsalar gerek.

Bugün yaşanan güvenli hayatın bir yanılsama olduğunu, değişimin; yok oluşun ve bizi içermeyen yeni bir başlangıcın çok da uzakta olmadığını bilerek yaşamak kolay değildir sanırım.

Ama biz enseyi karartmayalım. Gezimize devam edelim. Yamaç evin diğer bölümlerine göz atalım.

Hamam ve latrina ve kanalizasyon

Bu bölümler de şahane. Hamam ve tuvalet bir alt terasta. Ama onlar da denize nazır. Hamamın bir soyunma odası var (apodyterium). Bu bölümün mozaikleri korunmuş. Giderseniz tamamını görebilirsiniz. Hamamın kendine ait bir ocak odası (praefurnium) bulunuyor. Bu ocak hem hamamı, hem hamamda kullanılan suyu hem de sıcak odayı (caldarium) ısıtırmış zamanında. Bir de ılık oda (tepidarium) varmış. İki tane de soğuk havuz. Zengin bir Antandroslu’nun evi demiştim değil mi

Hamam mozaikleri.

Anlaşılan evde hem geleneksel Türk hamamına hem de saunaya benzeyen bir sistem kullanılıyormuş. Sıcak soğuk şok sistemleri; hamam sonrası sıcak odadan ılık odaya geçerek uyum sağlanması, bunlar hep bugünkü spa etkinliklerinde de görülüyor.

Bizim tuvalet dediğimize antik çağlarda latrina diyorlar. Size tanıttığım Roma villasında değil ama başka antik kentlerde aynı anda on-on beş kişinin bir arada kullanabildiği latrina örnekleri görmüştüm. Buradaki latrina aynı anda iki kişiye hizmet verecek şekilde tasarlanmış. Çünkü bu genel değil özel kullanım için inşa edilmiş bir tuvalet.

Ve kanalizasyon sistemi… gerçekten görmeye değer. Kazı ekibi, latrina altından kuzeye doğru bir hattı ortaya çıkarmış. Belli ki kanalizasyon tepeden aşağıya doğru ilerleyen bir hat izlemiş. Villanın gereksinimleri ile kıyaslayınca, kanalizasyon sisteminin gereğinden büyük ve sağlam olması da, ekibe bölgede bu villa benzeri başka evler olabileceğini düşündürüyor.

Kanalizasyon.

Evi gezerken kanalizasyon hattının sağlam kalan kısımlarını rahatlıkla görebilirsiniz. Çok yağmur yağdığı zamanlarda bu tarihi hattan hala su akar. Bu da bize zamanımızdan on yedi yüzyıl kadar öncesinin mimari yapılarının sağlamlığı ve mühendislik hesaplarının doğruluğu hakkında bir fikir veriyor elbet.

Yamaç evde daha pek çok oda ve anlatılacak mekân var ama gidin gezin, kendi gözlerinizle görün. Şimdi Kazdağı’nın (antik çağların kutsal İda Dağı) eteklerinde olduğumuza göre biraz mitolojiye ne dersiniz!

İda Dağı ve Zeus ve Paris ve Aeneas

Dünyada iki İda Dağı var. Biri Girit’te, diğeri de bizim İda, yani Antandros’un eteklerinde kurulduğu Kazdağı. Mitolojiye göre Zeus Girit’teki İda’da doğmuş, Hera ile Kazdağı’nda evlenmiş.

Ayrıca Troya kralının oğlu Paris Kazdağı’nda koyun otlatırken Zeus’un görevlendirmesiyle Hera, Athena ve Afrodit arasında en güzeli seçmek zorunda kalmış. Mitolojideki ilk güzellik yarışması diye geçer, bana kalırsa ilk rüşvet olayıdır da. Çünkü üç tanrıça da en güzel seçilmek için Paris’e vaatlerde bulunmuş. O da Afrodit’in vaadini kabul etmiş ve Helene’nin aşkına karşılık Afrodit’i en güzel ilan etmiş.

Helene ile Paris’in aşkını biliyoruz. Öyle bir aşk ki Troya savaşına ve Troya kentinin yerle bir edilmesine yol açmış. Mitolojik rivayet odur ki Zeus Troya Savaşı’nı yine bizim İda Dağı’ndan seyretmiş.

Troya savaşından kurtulan Afrodit’in oğlu Aeneas ise adamlarıyla birlikte Antandros’a gelmiş. Bu kentte bir süre kalıp, meşhur Antandros kerestesinden gemiler yapmış ve uzun yıllar sürecek bir deniz yolculuğuna çıkmış. Sonunda İtalya’ya varmak ve İtalya’nın başkenti Roma’nın kuruluş mitolojisinin kahramanları olan Remus ve Romulus’un büyükbabası olmak için.

Mitolojiyi burada keseyim. Detaya girersek hiç çıkamayız. Olmayan zamanların gönül okşayıcı masallarıdır mitoloji. Halbuki Antandros’un arkeolojik kazılarla ortaya çıkan 750 yıllık nekropolisi mitolojik olanlar kadar heyecanlı gerçek hikayeler anlatır.

Nekropolis

Antandros’un mezar alanı (nekropolis) antik kentin değişen sakinleri tarafından aralıksız 750 yıl boyunca hep aynı amaçla kullanılmış. Bu nedenle çok eski dönemlerden klasik döneme, Helenistik dönemden Roma dönemine kadar çeşitli ölü gömme tekniklerinin bir arada görülebileceği çok ilginç bir seyir sunuyor.

Farklı gömü türleri: lahitler, küpler.

Kremasyon (yakılarak defin) küllerinin saklandığı kaplar (urn), toprağa defin, taş lahitlerin veya küplerin içinde defin gibi çeşitli yöntemlerin katmanlar halinde kazı yapıldıkça ortaya çıktığı, hüzünlü, bir o kadar da ilgi çekici bir alan Antandros nekropolisi.

Mezarlarda ölülerin yanına koyulan boncuk, parfüm, yağ kapları, tarak gibi hediyeler; çocuk ve bebek mezarlarına bırakılan hediyelerin ve oyuncakların çokluğu; arkaik dönemde kremasyon yöntemi kullanılırken henüz dişi çıkmamış bebeklerin (belki daha şefkatli bir yöntem olarak düşündükleri için) yakılmayarak doğrudan toprağa defnedilmesi… hepsi insan yaşamının geçiciliğini ve ölümün her çağda geride kalanları çok üzen, daima saygı ile yaklaşılan bir gerçek olduğunu hatırlatıyor.

Ağzında bronz sikke ile defnedilmiş bir Antandroslu.

Bronz (tunç) sikkeler en çok rastlanılan gömü hediyelerinden. Mitolojiye dayanan bir öte dünya inanışıyla, ölenlerin ruhlarının Styx nehrinde kaybolmadan ölüler diyarına güvenle geçmesi için nehirdeki salcıya, Charon’a verilecek ücrettir bronz sikke.

Sevilen kişinin kaybından sonra yapılan tüm ayin ve anmalarda olduğu gibi, ölen kişinin gözlerine, ağzına veya eline bırakılan sikkeler sadece geride kalanlar için tesellidir aslında. Sevdiklerinin ölümden sonraki yaşama güvenle geçmesini sağladıklarına inanmak, yaşayanlara bir nebze iç rahatlığı verir.

Antandros nekropolisi tüm mezarlıklar gibi hem hüzünlü hem de huzurlu bir yer. İnsana huzursuzluk veren ise, nekropolisin büyük bölümünü apartmanlardan oluşan bir sitenin kaplamış olması. Buna rağmen kazılar devam ediyor ve kamulaştırma ile ilgili meseleler hallolma yolunda.

Nekropolis ve site iç içe.

Kamulaştırma, Ören Yeri ve Müze Meseleleri

Arkeolojik bir kazı alanının hem kazı yapılabilmesi hem de “ören yeri” olabilmesi için çalışmaların belli bir seviyeye ulaşması ve kamulaştırma (yani mülkiyetinin bakanlığa geçmesi) gerekiyormuş.

Antandros’ta kazılar hayli ilerlemiş durumda benim gördüğüm kadarıyla. Kamulaştırma ve ören yeri ilanı da yakındır umarım. Antik kent girişine ören yeri tabelasının koyulmuş olması, yetkililerin bu konuda niyete girdiklerini gösteriyor. Çünkü bu durum, kazı alanını korumak için bekçi bulundurmak (çok önemli bir görev), rehberlik hizmeti gibi konular bakımından sorun yaratıyor.

Bir de müze meselesi var. Durum şöyle; Antandros antik kentini gezer ve beğenir, bir de kazılardan elde edilmiş eserleri görmek, antik çağlardaki gündelik hayatı özgün örnekleriyle deneyimlemek isterseniz ya 120 km yol yapıp Balıkesir’e (Kuvayı Milliye Müzesi), ya da 266 km yol yapıp Bursa’ya (Arkeoloji Müzesi) gitmeniz gerek. Yine de hepsini göremezsiniz çünkü yeterince yer olmaması nedeniyle büyük bir kısmı sergilenemiyor, depoda bekliyor… Velhasıl Edremit’e Antandros antik kentinden çıkan eserlerin de sergilenebileceği güzel bir müze lazım.

Antandros Kazıları

Antandros antik kentinin saptanmasına ilişkin ilk çalışmalar 1842 yılında başlamış. Sonrasında bölgede pek çok yabancı arkeolog tarafından araştırmalar yapılsa da kazı gerçekleşmemiş. 1989’da kıyı şeridinde başlayan inşaat faaliyetleri sırasında tarihi mezarlara rastlanınca 1991 yılında kurtarma kazıları yapılmış.

2000 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nden Profesör Gürcan Polat liderliğindeki bir ekip tarafından yüzey araştırması yapılmış ve antik kente ilişkin arkeolojik kazı çalışmaları böylece başlamış.

Antandros’un bir de derneği var.
Derneğin tam adı; Altınoluk Tarihi Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği… evet uzun bir isim. Zaten kısaca Antandros Derneği deniyor. Antandros kazılarının ve antik kentinin, bağlı tarihi olayların, ayrıca mitolojik hikâyelerin geniş kitlelere yayılması ve kazıların tüm yıl sürüp, kazı alanının da ören yeri ilan edilmesi için çalışan bir dernek.

Derneğin başkanı Gülçin Cömert arkeolojinin zahmetli bir meslek olduğunu söylüyor ve bazen korumanın bulup çıkartmaktan daha zor olduğunu vurgulayarak kazı alanının korunması için derneğin gücünün ötesinde çalıştığını belirtiyor. Gerçekten de derneğin yönetim kurulu ve gönüllüleri büyük bir özveri ile çalışıyor.

Ben de yazıma Gülçin Cömert’in üzerinde düşünülmesi gereken bu vurgusu ile son vermiş olayım.

İçinde yaşadığımız sıkıntılı zamanların korkunç gerçeklerinden bunalınca, eski zamanların hikâyelerine sığınmak insana iyi geliyor. Aslında yüzlerce yıl öncesinden bugüne hırslar, hazlar çok az değişmiş durumda. Bugün bize hoş gelen antik çağ hikâyeleri o dönemde yaşayanların korkunç gerçekleri değil miydi zaten!

Antik kentler, ören yerleri insana bambaşka bir bakış açısı kazandırıyor. Olmazsa olmazlarınızın arasına; kedi ve kitabın yanına gezmeyi de ekleyelim mi?


Kaynaklar:

  • Gülçin Cömert anlatımıyla Antandros antik kent turu notları (2022)
  • Antandros Broşürü (200-2016), Edremit Belediyesi Kültür Yayınları,
  • antandros.org