“Kayalık”ta Vedat Günyol ile bir anı

1984 ya da 85 olmalıydı. Kendisini aradım. Maltepe’de, başlarında Yusuf Erdem adına bir değerli emekli öğretmen ve yazarın olduğu bir grup Maltepeli gençlerin dergi çıkardıklarını ve sizinle de dergi için söyleşi yapmamı rica ettiler benden. Durum budur Hocam, dedim. Her zaman ki muzipliğiyle, “Hay hay. Gelsinler de alayım boylarının ölçüsünü, dergi çıkarmak neymiş öğrensinler…”

ALİ EKBER ATAŞ

İstanbul Maltepe’de, bir grup çılgın, kafa kafaya vererek “Kayalık” adında bir dergi çıkarmışlar. Dergiyi çıkaranları tanımıyorum. Ama derginin kendisiyle, çıkaranlardan önce tanıştım.

Bana üniversite yıllarımızda iki arkadaşımla birlikte dergi çıkardığımız o zamanların heyecanını yaşattı.  Amatör ruhla hazırlandığı her halinden belli olan dergide “kolektif bilincin”, emeğin ve insan sıcaklığının koruyan yüzüyle de karşı karşıyaydınız. Derginin, “kolektif bilincin” amatör bir ruhla buluşmuş hali, “Tatbiki”li zamanlara alıp götürdü beni.

Tatbiki Güzel Sanatlar Fakültesi son sınıftayız. Sınıf arkadaşım karikatürist Murat Alpay ile birlikte Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun odasındayız. Mehmet Ağabey ile sohbetimizin konusu elbet ki, şiir, edebiyat, sanat.  Sohbet sırasında Mehmet Abi ikimizi de çok heyecanlandıran bir öneride bulundu. Bir “kültür sanat edebiyat” dergisi çıkarmak.  Eğer bunu gerçekleştirecek olursak, fakültemizin tarihinde de bir ilki gerçekleştirmiş olacaktık. Neler yapabileceğimizi konuştuk. Bütün bölümlere haber verip, şiirler, edebiyatla uğraşan arkadaşlarımızın ürünleri ile ustaların yazı ve şiirleriyle yan yana yer aldığı ve her sayıda bir ustamızın da söyleşi konuğumuzun olarak yer alacağı bir dergi çıkarmaya karar verdik. Daha sonra aramıza, Tekstil Bölümü’nden arkadaşımız Aydın Çukurova da katıldı. Mehmet Ağabey, ilk toplantımızda dergimize önerdiği ve herkesin kabul ettiği “YAZ-IN” adını koyarak çalışmalara başladık. 1 Nisan 1990 tarihinde ilk sayımızı çıkardık, ilk sayının söyleşi konuğu da Sabahattin Kudret Aksal oldu. 

Köy Enstitülü yılların aydınlık dolu zamanlarına yolculuk

Dergiyi çıkaran arkadaşların neler yaşadıklarını anlayabiliyordum. Zira, bu heyecanı çok yıllar öncesinden yaşamış biri olarak biliyordum. Dergiyle beni, Küçükyalı’dan uzun yıllardır tanıştığım bir değerli Ağabeyim, Mustafa Burun tanıştırdı. Mimar Sinan mezunu. Deri El Sanatları atölyesi vardı Küçükyalı Nokta durağına yakın, ara bir cadde üzerinde. Nokta durağı ışıklarından Kadıköy yönüne doğru, yürüyüş mesafesiyle yüz metre ileride ilk sağda kalan cadde, Değirmenyolu Caddesi’ydi. Caddenin sonunda, solda bir apartman. Yedi sekiz basamaklı bir merdivenle inilen, “subasması” denilen, ayaküstü, 25-30 metre karelik bir dükkân. Önünde beş altı kişinin de rahatlıkla oturabileceği, sehpasını koyup çaylarını içecekleri, sohbet edilecek kadar bir alanı olan, apartman girişinin yanında bir yer. Kimler gelmezdi ki:

Vedat Günyol, Mehmet Başaran, Abbas Çılga, Avni Batur, Mimar Sinan Öğretim Üyelerinden Tevfik Karakaya ile Prof. Dr. Süleyman Siam Tekcan, bu atölyenin müdavimleriydi, eskilerin demesiyle…

Vedat Günyol, Suadiye Şaşkınbakkal’da Çatalçeşme Sokağındaki evinden çıkar, yürüyerek Bostancı’ya gelirdi. Hatay Restoran’ın önünden, solunda kalan Bostancı tren istasyonunu takiben, eski “Bostancı Başı” köprüsünü geçer geçmez hemen Kasaplar Çarşısı başlar. Çarşı içinden, yaklaşık yüz, yüz elli metre sonra, Küçükyalı Nokta durağına çıkan, sahile doğru hafif meyilli yokuşu olan bu caddeyi geçerek Başaran’a giderdi. Cadde, Nokta durağından 400-500 metre sonra, demiryolu köprüsünün hemen bitiminde sahile bağlanır.  Alt geçidin üst yanında, hemen bitişiğinde Abimle birlikte çalıştığımız bizim vitray atölyemiz vardı. Vedat Hoca, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden hem öğrencisi hem dostu olan Mehmet Başaran’a ne zaman gitse, mutlak bizim atölyemize uğrar, bir iki bardak çayını içer öyle giderdi. Mustafa Burun’un deri el sanatları atölyesi de Değirmenyolu Caddesi’nin sonundaydı. Abbas Çılga zaman zaman atölyede, kimsenin dikkatini çekmeyen ilginç oluşumlarıyla bulduğu ağaç köklerinden heykeller çalışırdı. Zaman zaman da Vedat Hoca, Başaran’la atölyede buluşurlar, atölyeyi bir Köy Enstitüsü işliğine, daha doğrusu dersliğine dönüştürürlerdi. Günyol, Başaran ve Çılga üçlüsünün bir arada oldukları günler, Köy Enstitülü yılların aydınlık dolu zamanlarına yolculuğa çıkardık. Üçünü bir arada bulmak, yüzyıllardır aranan kayıp şehri toprak altından gün ışığına ulaştırmaktı, sohbetlerinin konuğu olmak, o anlara tanıklık etmek benim için olağanüstü bir ayrıcalıktı. 

“kayalık” ile başlayan maceramız

Maltepe’de yayımlanmakta olan “Kayalık” adlı kültür sanat dergisinin haberini bana, bir akşam çalan telefonumla, Mustafa Burun vermişti. Maltepeli yazın meraklısı bir grup gencin, bir kültür sanat dergisi çıkaracaklarından söz etti. Adımı ve telefon numaramı onlara verdiğini, onların da beni arayacaklarını söyledi. Derginin diğer sayılarından bazılarını da, arada bir uğradığım ÖDP Kartal İlçe binasından edinmiştim. Aldığım dergileri evde zaman buldukça inceledim, yazılardan, şiirlerden dizeler not ederek okuyordum.

Gramajı düşük, üçüncü kalite kâğıda basılmış bir emek ürünüyle baş başaydım. Gençlerin bu coşkusuna katılmamak olmazdı.  Her şeyin ateş pahası (o dönemde de hayat pahalılığı hep canlı ve gündemini koruyordu) olduğu bir dönemde, insanlara, şiir, öykü, deneme, en genel anlamıyla sanat ve kültür adına bir şeyleri taşıyacak olmaları her türlü övgüye değer bir çabaydı. Ve mutlak bu çabaya kulak kabartmak gerekirdi. Hepsi de işinde gücünde insanlar. İşlerinin arasında, başlarına bir de dergi belasını sarmışlar. Çılgın bunlar! Gel de bu insanların kararlığına, beyinlerini güzelliğine gıpta etme, emeklerine saygı duyma, sevinçlerinde ortak olma…

Vedat Günyol Ali Ekber Ataş ile. Her zaman ki muzipliğiyle, “Hay hay. Gelsinler de alayım boylarının ölçüsünü, dergi çıkarmak neymiş öğrensinler…” Fotoğraf Ali Ekber Ataş arşivinden

 

Ben de öyle yaptım. Yanılmıyorsam, Temmuz (1999) ortalarıydı Maltepeli gençlerle tanışmamız. Maltepe Beşçeşmeler Sokağı’nda Nâzım Hikmet Kültür Evi’nde buluştuk. Yanlarında da, daha doğrusu gençlere ağabeylik eden, değerli bir öğretmen büyüğümüz Yusuf Erdem vardı. Merhabalaşıp masalarına oturdum. Dergi sohbetimize çaylarımız eşlik ediyor. Onlara nasıl yardımcı olabileceğimi sordum. Gençlerden biri:

“Adınızı ve Vedat Günyol ile olan yakınlığınızı Mustafa Burun Ağabeyden duyduk. Sizi o önerdi ve ulaşmamızı sağladı. Dergi için Vedat Günyol ile söyleşi yapabilir misiniz” dedi.

Elbette yaparım dedim. Ve “Kayalık” ile maceramız böyle başladı.

hayatı ömürle sınırlanmayan insanlardan

Anlatmıştım, Vedat Günyol ile tanışıklığımız ve beni de dostlarının arasında görmesi, 1980’li yılların ilk yarıydı, 84 ya da 85 olmalıydı. Kendisini aradım. Maltepe’de, başlarında Yusuf Erdem adına bir değerli emekli öğretmen ve yazarın olduğu bir grup Maltepeli gençlerin dergi çıkardıklarını ve sizinle de dergi için söyleşi yapmamı rica ettiler benden. Durum budur Hocam, dedim. Her zaman ki muzipliğiyle, “Hay hay. Gelsinler de alayım boylarının ölçüsünü, dergi çıkarmak neymiş öğrensinler…” sataşmaları Vedat Hocanın. Onların değil, benim söyleşi yapmamı istediklerini söyleyince, saldırı okları (!) bana yöneltildi. “Daha iyi o zaman. Alalım bakalım boyunun ölçüsünü…”

Vedat Günyol gibi insanlar, tıpkı dünyanın siyasal dengelerini ve tarihin akışını değiştirip insanlık için büyük sıçramaları gerçekleştiren devrimci önderler gibi, David Lloyd George’un (1916-1922), “Dehalar yüz yılda bir gelir” dediklerinden. 

6 Mart 1911’de doğup, 9 Temmuz 2004 tarihinde aramızdan ayrıldığında, tamı tamına geride bize, hayata ömür katan 93 yıl, 4 ay, 3 günlük bir ömür bırakıyordu.

“Vedat Günyol doğum tarihinden önceki insanlığın hayatıyla birlikte yaşamayan başladı; tarihsel zamanın bilincinde kendinden önce ki kuşaklarla haşır neşir oldu…

Kendinden sonraki hayatı ürünleriyle tohumlayıp ömrünü gelecek kuşaklara aktardı… Hayatı ömürle sınırlanmayan insanlardandır Vedat Günyol…” [1]


[1] İlhan Selçuk’un, Ali Ekber Ataş’ın hazırladığı “Vedat Günyol’a Armağan 100’e 5 Vardı”, kitabının “Önsöz” yazısı.

PAYLAŞMAK İÇİN