Kapat Yoksa Şeytan Girer

İyi de nasıl ailelerdik ki biz bu alışkanlıkların hiç birini veremedik çocuklarımıza? Ve verememeye devam ediyoruz. Her yeni gelen nesilde ailede edinilmesi gereken alışkanlıklar bölmesi boş geliyor

 

 

EMİNE SUPÇİN

Çekmiş dar paça pantolonu, ayağında babet, çıplak kıllı topuklar, ayırmış bacaklarını oturuyor kafede. Ya uykusuz, ya aç bilemem ama ağzını da tıpkı bacakları gibi ayırarak esnemiyor mu, sanırsın doğal yaşam belgeseli çekiliyor. Tipimiz de kendini aslan sanan hipopotam.

Metro Goldwyn Mayer’in, film başlamadan önce kükreyen aslan logosunu bilirsiniz. Logolarla oynayan birileri kükreme yerine esneme sesi yerleştirmiş. Fazlasıyla komik ve sevimli. Sanki ben koskoca sürüyü koruyorum, şu dişilerden biri de bir ceylan avlayıp mükellef bir kahvaltı hazırlayamıyorlar, dercesine bıkkın ve bezgin bir ses. Kafede bacakları kadar ayırarak esneyen hipopotamın derdi de hayvani elbette. O da ömrü billah kendisine hizmet edecek dişi av peşinde.  

Hayvanlar aleminin geviş getirenleri, uyuklayanları, esneyenleri ayrım yapmaksızın hepsi şirin ve sevimli. Fakat iş insana gelince, orada bir duracaksın. Esneme hareketi yavrusundan yetişkinine hepsinde çok çirkin duruyor. Eskiler bebek esnerken, iki parmağıyla önce bebeğin ağzını örter, ardından alnına değdirip küçük bir buse kondururlardı. Sebebi mi? Şeytan girmesin diyeymiş. İnsan düşünmeden edemiyor, acaba ortalıkta din bezirganı olarak dolaşan şeytanlar da doğduklarında insandılar ama bebekken esnediğinde ağızlarını örten biri olmadığı için mi şeytana dönüştüler? 🙂

Sosyal medyada okumuştum. “En medeni insan, karanlıkta bile esnerken ağzını kapatan insandır.” Anlamı; kalıcı davranış değişikliği yerleştirilmiş insan. Tek yolu var, eğitim.

“Eğitimdir ki bir milleti; ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder,” diyor Atamız. Bu cümledeki millet yerine bireyi koyduğunuzda anlam bozulmuyor. “Ya da” ifadesinin ardından gelen esaret ve sefalete sürüklenmiş hipopotam ortaya çıkıyor. Sefalet sözcüğünden ille de maddi yokluk ve yoksunluk anlaşılmamalı. Kişilikteki, beyindeki, ruhtaki sefalet hepsinden daha acınası bir yoksunluk.

Eğitim beşikte başlar derken yanılmıyordu atalarımız. Aslında anne karnında başlıyor ama o kadarına şimdilik “haydi neyse” diyelim. Fakat, esnerken ağzını kapatmak, ağzını kapatarak yemek yemek, yerken şapırdatmamak, döküp saçmadan yemek ailede verilmesi gereken alışkanlıklar. İyi de nasıl ailelerdik ki biz bu alışkanlıkların hiç birini veremedik çocuklarımıza? Ve verememeye devam ediyoruz. Her yeni gelen nesilde ailede edinilmesi gereken alışkanlıklar bölmesi boş geliyor. Ve boşluğun yüzdelik dilimi gittikçe artıyor.

İş kreşlere, anaokullarına, ilköğretime düşüyor. Yani öğretmenlere. “Onlar ki bir milleti gerçek bir ulus haline getirir,” diyordu yine Atamız. Yıllardır öğretmen eğitiminin tıp eğitiminden çok daha fazla önemsenmesi gerektiğini savunuyorum. Çünkü bir doktor ömrü boyunca, yanlış tedaviyle taş çatlasın 40 kişiyi öldürebilir. Fakat bir öğretmen o 40 kişiyi tek bir eğitim-öğretim yılı içinde tek bir vuruşla öldürebilir. Ölümü ille de kalbin durması olarak almayalım. Ya beyin fonksiyonları? Öğrenme isteği öldürülmüş bir insan yavrusu büyüyünce ancak bir hipopotam olabilir işte.

Uzattım biraz, biliyorum. Ama şu toplum içinde küçük dilini göstere göstere esneyenlerden, kırmızı ışıkta beklerken burnunu karıştıranları izlemekten az midem bulandı.

Çocuklarının eğitimi için helikopter olan sevgili anneler, dikiz aynasından çocuğunuzu izlediğinizi biliyorum. Esnerken ağzını kapatması gerektiğini öğretin olur mu? Bu işi öğretmenlere bırakmayın. Çünkü onlar sizin kadar düşünmüyorlar yavrularınızı. Ayrıca kendileri de bilmiyor olabilir zaten!

 

paylaşmanız için