KAHİN BAKIŞI

“ İnsanlıktan sorumludur şair, dahası hayvanlardan da sorumludur; bulgularını duyumsatmak, yordamlatmak, dinletmek zorunda olacaktır; oradan getirdiği şeyin biçimi varsa, onu biçimli verir; biçimsiz ise biçimsiz aktarır. Bir dil bulmak zorundadır; Zaten her söz bir düşünce olduğu için, bir evrensel dilin zamanı gelecektir.”

Yaşar KARA
karayasar71@gmail.com

Günlerdir elimden düşmeyen bir kitap var. Özdemir İnce’nin, okuma ve yazma eylemlerinin otopsisini yapmaya devam ettiği “Şiirde Devrim” adlı kitabı. Özdemir İnce,“Aloysius Bertrand ve Düzyazı Şiirin Doğuşu” adlı makalesinde, Bertrand’ı “Gaspard de la Nuit” adlı tek kitabıyla, düzyazı şiirin kurucusu ve bu eserini de düzyazı şiirin ilk başyapıtı olarak kabul ediyor.

Özdemir İnce

Ayrıca, Aloysius Bertrand, Charles Baudelaire, Comte de Lautreamont, Arthur Rimbaud ve Stephane Mallarme gibi öncülerin yapıtlarıyla, en iyi örneklerini vererek düzyazı şiirin gelecek zamanların şiirine de el vermeyi sürdüreceğini belirtiyor.

Bu öncülerin arasından, bütün duyuları birbirine karıştırarak yeni anlamlar, yeni biçimler keşfettiği ve birer düzyazı şiir olan “Cehennemde Bir Mevsim” ve “İlluminations” adlı eserleriyle Arthur Rimbaud’nun özellikle “Kahin’in Mektupları” yla,“Dil, varlığın evidir.” diyen Martin Heidegger’e nasıl esin kaynağı olduğuna bir bakış atacağız.

Heidegger, metafiziği değerlendirirken, varlığın yavaş yavaş gözden yitip gittiğini, insanın teknoloji yoluyla her şeyi terk ettiğini söyler. Modern teknolojinin geldiği noktada, hiçbir şeyin kökenine sahip olmadığımızı ve hiçbir şeyin kendisi olmadığını vurgular. 

Heidegger düşüncesinin başlangıcı ve sonunu biçimlendiren derin kaygı, yüzlerce yıllık unutulmuşluğuna rağmen hala tüm canlılığı ve ürkünçlüğü ile karşımızda duran “şey” sorusu ve teknolojinin gürültüleri arasında sıkışıp kalmış sessiz tehlike arasındaki ilişkide temellenir. Bu ilişkinin anlaşılabilme olanağı, çağımızın körleştirdiği ezberlenmiş anlamlar, görüntüler ve yeni ya da farklı olanı bile tanıdığımız, anladığımız bir şeye dönüştürebildiğimiz kısır döngüsünde neyin,nerede ve nasıl yitmiş olduğunun sorgulanmasında gizlidir. Ancak “çok hızlı”, “oldukça ucuz” ve“hemen unutulan” (Heidegger, 1966, s. 45) üçlüsünün yaşam alanlarını belirlediği bir dünyada böylesi zorlu bir yola çıkmayı ne zorunlu kılabilir ki?

 RUHA RUH OLACAK BU DİL, VARLIĞIN DİLİDİR.

Heidegger işte tam da bu noktada, yani; neyi, nerede ve nasıl yitirmiş olduğumuzun sorgulaması görevini şairlere verir. Bu sorgulamayı poetik tanıklık yoluyla şairler yapacaktır. Çünkü şairler, en cesur, en heveslidir. Tüm varlıklardan sorumludur şairler.

Arthur Rimbaud

Arthur Rimbaud, “Kahin’in Mektupları” nda öğretmeni Georges Izambard’a, “Kendimizi topluma feda ediyoruz, demiştiniz bana” sözüne karşılık “Kendimi topluma feda ediyorum, doğru,-ve haklıyım-“ diye yazmıştır ilk mektubunda. Heidegger’in nerden yola çıkarak şairlere önemli görevler verdiğini görmüş oluyoruz böylece. Rimbaud burada en cesur ve en hevesli olduğunu açıkça ortaya koymuştur. 

Arthur Rimbaud, Paul Demeney’ye yazdığı ikinci mektubunda şöyle der: “ İnsanlıktan sorumludur şair, dahası hayvanlardan da sorumludur; bulgularını duyumsatmak, yordamlatmak, dinletmek zorunda olacaktır; oradan getirdiği şeyin biçimi varsa, onu biçimli verir; biçimsiz ise biçimsiz aktarır. Bir dil bulmak zorundadır; Zaten her söz bir düşünce olduğu için, bir evrensel dilin zamanı gelecektir.” Aynı mektubun bir başka yerinde ise, “ Ruha ruh olacaktır bu dil, her şeyi, kokuları, sesleri, renkleri düşünceyi bulup çıkaran düşünceyi özetleyen bir dil.” Martin Heidegger’in, “Tüm varlıklardan sorumludur şairler.” derken sürdüğümüz izde yanlış yolda olmadığımızı kanıtlar gibidir Rimbaud’nun mektubu. Ayrıca, “ruha ruh olacak” bu dil, varlığın dilidir. Kokusuyla ,sesiyle, rengiyle; düşünceyi bulup çıkaran, düşünceyi özetleyen bu dil “varlığın evi” dir. 

Şairin poetik tanıklığı, daha önce hiç konuşulmamış, hiç söylenmemiş olanla karşılaşmaktır. Bu durumda, o, o şeyi anlatacak ya da söyleyecek en uygun sözü, dilin varlığında arar ve dilin en uygun olanı verip veremeyeceği ya da gerçekten böyle bir şeye sahip olup olmadığını sorusu ile karşılaşır. Şairin dille bu ayrıcalıklı ilişkisi daha önce hiç karşılaşılmamış, söylenmemiş, konuşulmamış, adlandırılmamış olanın açtığı yarıktaki gerilimdir. Dilin varlığı sessizdir. Şairin sorusuna verilen yanıt, sessizliğin dilinde konuşur.Heidegger, Novalis’in Monolog’undan bir alıntı ile betimler: “Dil, yalnızca ve yalnızca kendisi ile konuşur. Bu nedenle, dilin kendisi ile ilişkisi, kendi açıklığında açığa çıkmasıdır ve bu, açıkça hiç kimse tarafından bilinemez olandır.” (Heidegger, 1982, s. 111). 

BENİ DÜŞÜNÜYORLAR DEMELİ

Heidegger’in yukarıda söylediği ve Senem Kurtar’ın açımlamaya çalıştığı,  “şairin poetik tanıklığı, daha önce hiç konuşulmamış, hiç söylenmemiş olanla karşılaşmaktır.” ya da  Novalis’in Monolog’undan yaptığı alıntıda bahsettiği “hiç kimse tarafından bilinemez olanı” bulmak için isterseniz Rimbaud’nun “Kahin’in Mektupları” na bir geri dönüş yapıp bakalım: “Şimdilerde, olabildiğince sefihleşiyorum. Neden mi? Şair olmak istiyorum ve görülmezi gören kâhin olmaya çalışıyorum: Siz hiç anlamayacaksınız bunu ve ben de size anlatmayı aşağı yukarı beceremem. Bütün duyuların karıştırılmasıyla, düzenlerinin bozulmasıyla bilinmeze ulaşmak söz konusu. Acılar çok büyük, ama güçlü olmak, şair doğmak gerek ve kendimi şair olarak görüyorum. Bu hiç de benim uçum değil. “Düşünüyorum,” demek yanlış bir şey. “Beni düşünüyorlar,” demeli.” Buradaki ,”hiç konuşulmamış, hiç söylenmemiş olanla karşılaşmak” ve “ hiç kimse tarafından bilinmez olan” “görülmezi gören kahin” in ta kendisidir.

“Şair. bütün duyuları uzun süre. sonsuzca ve bilinçle karıştırarak, düzensizleştirerek kâhin’leşir.Yani. sevginin, acının, çılgınlığın bütün biçimlerinde: kendini arar, kendinde tüm ağuları tüketir ve bunların yalnızca en özlü. en güzel kısımlarını tutar kendinde. Şairin, tam bir inanca, tam bir üstinsan gücüne gereksinim duyduğu, herkesin arasında en büyük hasta, en büyük cani. en büyük lanetli ve en yüce Bilgin olduğu dille anlatılmaz işkencedir, acıdır bu! Çünkü bilinmeze ulaşmaktadır şair! Çünkü, daha önce herkesinkinden daha zengin olan ruhunu işleyip geliştirmiştir! Bilinmeze ulaşmıştır, ama çılgına dönüp isterse gizli görülerini (vi-sions) sonunda algılayamaz duruma gelsin, bir kere onları gördü ya. ona yeter! Duyulmamış ve adlandırılamaz şeyler karşısında yapmış olduğu sıçramada isterse gebersin: Ardından başka korkunç emekçiler gelecektir; ötekinin silinip gittiği ufuklardan başlayacaklardır işe!” Arthur Rimbaud, mektubunun bu bölümünde bir dönüşümden bahseder ve böylece bilinmeze ulaşır. Ancak bu yolculuk “acıdır”. Heidegger’de bu izlekten yola çıkarak,” Rilke’nin Malte Laurids Brigge’i başından sonuna değin “görmeyi öğrenme” (Rilke, 2008, s. 3) sürecinin ve şairin yazgısının daima dönüşebilmek olduğunun anlatısıdır: “Görmeyi öğreniyorum. Neden bilmiyorum, her şey beni daha derinden etkiliyor ve hiçbir şey bitmesi gerektiği yerde bitmiyor. İçimde, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir yer var. Ne olduğunu bilmediğim her şey, şimdi, oraya gidiyor.” der.(Heidegger, 1982)

 

KAYNAKÇA:

Heidegger ve Şeylerin Sessizliği (2012) [heıdegger and sılence of the thıngs] Senem Kurtar Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü

Şiirde Devrim (Temmuz 2000) Adam Yayınları, Özdemir İnce