Kadınlığın kitabını kendi yazacak kadın

EMİNE SUPÇİN

Ağaların sofrasında rakkase, beylerin meclisinde meze olan kadın!..

Tarihin en eski mesleğinin erbabı, vücudundan para kazanılan kadın!

Yobazın esiri, zenginin metresi, sonunda herkesin elinin kiri.

Ona insan demediğin sürece kaderi değişmeyecek kadın. Hiçbir canlı yoktur ki kendinden olanı ayırsın. Her hayvan türünün ve hatta bitkilerin bile erkek ve dişisi mevcut. Fakat ne filler tepiyor dişilerini ne de fareler. Ne manolya öteliyor dişi organını ne de karanfil. Bir tek sen insanoğlu, bir tek sen reddediyorsun  kendi yarını!

Yarımsın, yarım. Hem kadın yarım hem de erkek yarım. İki yarımdan bir bütün çıktığını sanan aklı evveller de yarım, onların kaleme aldıkları da. İki tümden çıkar bir tam. Kadın yarım bile değilken nasıl etsin bir bütün?

“Sarı saçlarından sen suçlusun” diyen şarkılar da yarım, “Vücut ikliminin sultanısın,” diyenler de. Çünkü aslında hepsi erkeğin duyguları. Kadının duyguya hakkı bile yok, aşık olmak ne haddine? Neden mi?

Çünkü ona insan demiyorsun! İnsan olamadığı için Anadolu ona, sofrada kaşık düşmanı, hazır yiyici, malım düşmanı, elkızı, çalı süpürgesi, dert getiren… ve daha nice nice sıfatlar eklemiştir.[1] Hepsi insandan aşağı, insanlıktan dışarı.

Oysa pek köklüdür aslında kültürümüz ve özündeki kadına saygı. Örneğin rivayet odur ki Cengiz Han tebaasına seslenirken, “Ben sizin hanınızım,” dedikten sonra eşini gösterip, “O da benim han’ım,” diyerek yüceltir Türk kadınını. Ama sonrasında tarih, Arap balçığına saplayacaktır Türk’ün ayağını. İnancını bilmem ne için değiştirirken, yine bilmem ne şekilde kaybedecektir kadının, erkeğin yanındaki duruşunu.   

İşin esasına bakarsan insan olamadığı için “kadın” da olamıyor insanın diğer yarısı. Çünkü kadınlığın alfabesi de kendine ait değil ki! Okuma yazması olmayan dişiden, kadınlık kitabesi mi bekleyeceksin? Hanımefendilik okulunun müfredatını kadınlar kurulu mu hazırlamış? Hangi Tanrıça inmiş yeryüzüne ve erkeğin kulu olduğunu üflemiş kadın kulağına? Ya da hangi Tanrı, kadına karşı nezaketi öğretmiş erkek kullarına?…

(Öfkeleniyorum ve cümlelerim temmuz sıcağında, Adana güneşi altında eriyen tereyağı.)

Tanımı ne olursa olsun hanımefendilik de, kadınlık da erkek egemenliğinin dişiye tarz ve davranış belletmesinden başka nedir? Şöyle yürü, şöyle sus, gergef işle, nakış öğren, kır dizini otur!

Haydi len! Sen önce insan demesini öğren!

İnsan diyeceksin kadına, insan! Ona insan demedikçe vasıflardan sıfatlara sürüklenen, sürüklenirken hem bedeninden hem ruhundan veren, olmadı saçını süpürge eden kadın…

Sahi, saçı uzun aklı kısa, elinin hamuru ile işe karışma denen kadın.

Bütün küfürlerin hammaddesi, tüm aşağılamaların hücre çekirdeği. Şeytandır diye yakılan, orospudur diye taşlanan,  alnından hep bir kurşun eksik, karnından hep bir sıpa, sırtından hep bir sopa eksik kadın…

Hem erkeği hem de kadını doğuran ama ille de kendi doğurduğu kız çocuğunu kimselere beğendiremeyen kadın. Önce kadınlar kollayacak kadını, sonra insan demeyi öğretecek adamakıllı.

İnsan diyeceksin kadına, insan!

Toplumda yeri olacak. İş hayatında, karar mekanizmalarında, sosyal sorunların çözüm merkezinde yer alacak. Eğiteceksin onu; okul okuyacak, meslek sahibi olacak, el eline bakmayacak, yediği dayağın ardından yine kırıp dizini oturmayacak, “kocamdır, döver de sever de,” diye bir mantıkla yaşamayacak.

Önce insan olacak, sonra kadın. Kadınlığın kitabını da kendi yazacak kadın!


[1] Cengiz Gökşen / Anadolu’da Erkeklerin Eşleri İçin Yaptıkları Bazı Adlandırmalar /Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi Cilt-Sayı:LII