Kadın kadını neden çekemez?

EMİNE SUPÇİN

E, zaten aynı kutuplar birbirini itmez mi? Neden çeksin ki? Birinci sebep olarak bunu bir kenara alalım. Aynı doğal gerçeklik erkek için de geçerli. Örneğin erkek bir işveren, aynı niteliklere sahip erkek ve kadın elemanlardan birini bağımsız bir şekilde tercih etmesi gerekse, elbette kadın olanı tercih eder. Doğal çekim yasası. Koyduk bir kenara.

Bir kenara koyacağımız güçlü bir ihtimal de var. Avcı toplayıcı olduğumuz o eski ilkel zamanlarda, muhtemelen cro-magnon dönemde kadın, erkeği ava gönderip kendisi mağarada kalmayı tercih etmiş olabilir. Çünkü karnında ya da sırtında çocukla ava gitmek zor gelmiş olmalı. Bunu birazcık zekasına yorasım var. Hani zor işleri daha güçlü olana yıkıp, kendisine daha tehlikesiz işler seçmiş gibi gözüküyor. Tabii bin yıllar sonra o günkü aklın nelere mâl olacağını düşünememiş olsa gerektir.

Ve gelelim asıl doğal ve yadsınamaz başka bir temel içgüdüye. Bakınız, temel içgüdü diyorum, şakası yok. Doğanın kadına biçtiği rol yavrulamasıdır. Bu yüzden o en iyi yavruyu yapacak spermin peşine düşer. Bunu kokuyla, sezgiyle anlar ve erkeğini kendisi seçer, seçmelidir, keşke seçebilmiş olsaydı. Belki de şu günün beceriksiz, düşüncesiz, övünsüz sıradan toplumlarının sebebi, seçimi erkeğin yapagelmiş olmasıdır. (Ara not: Geoffrey Miller’ın Sevişen Beyin adlı kitabını şiddetle tavsiye ederim.) Hatta erkeğin bile değil, ailesinin. İnsanlığın acınası halleri.

Oysa erkek öyle mi? Doğa onu yeryüzündeki tüm kadınları dölleme emri ile yollar dünyaya. Adamcağız nasıl olduğunu bilemediği bir dürtünün emri altında. Emir şunu söylüyor: Haydi gördüğün tüm kadınlarla seviş. Bak şuradan biri geçiyor, bak bak orada da bir tane daha var, haydi haydi durma. Mecbursun bunu yapmaya, yoksa türün devamı olmaz. Doğanın manyaklığı işte. (Tam burada gülmekten yerlere yatasım geliyor. Çünkü modern ilişkileri düşünün şimdi. Artık erkeğin eve ekmek getirmesi basamağı geçilmiş. Kadın hayatını seçtiği erkekle paylaşmak ve mutlak bağlılık istiyor. Fakat erkeğin içgüdüsel olarak gözleri fıldır fıldır etraftaki dişileri takip ediyor. Cem Yılmaz’ın dediği gibi, erkek vücudunda bir deli ile yaşıyor.)

Öyleydi, şöyleydi derken… Tarihin ilerleyen dönemlerinde karşımıza çıkan diğer nedenler biraz daha karmaşık. Çünkü içinde “tek eşlilik” var, “kıskançlık” var, “tanrıcıklar”  var; adını ne koyarsanız koyun kadının ikinci sınıf varlık durumuna itilmişliği var.  Aklını tarihin en başında kullanıp, sonrasında hep bir savaşın içinde kalacağını tahmin edemeyen zavallı kadın. Elbette dönem dönem ana-erkil toplumlar da var olmuş ama insanlık sürecinin genel geçeri erkek egemen. E, sen avlansın diye gönderirsen elbette adam her tür avlanmayı literatürüne ekleyecektir. Hayvan gördün avla, yersin; kadın gördün yakala, sevişirsin. Ve o da çocuk doğurur, ürersin. Tür devam etsin ayol. 🙂 Başka bir derdi yok garibimin. Yüklenmeyin adamcıklara. (Tam bir feminizm karşıtı, erkek savunucusu gibi gözüküyor olabilirim. Bakmayın böyle dediğime, bekara adam boşamak kolay gelirmiş. Ben de kök söktürürüm hani.)

Hasılı kadının kadına olan (ne kadar uygun bir tabir olur bilmiyorum ama) düşmanlığının altında yatan nedenleri tarihsel, kültürel, siyasi, dini, toplumsal gözlükle tek tek irdeleyecek olursak iş uzar. Genel olarak baskıları göz önüne almalıyız. Yukarıda da değindiğim gibi tarihin erkek egemen süreci çok uzun. Bin yıllar içeriyor. Eve ekmek getiren erkek. Dolayısıyla kadın hem kendisi hem de yavrularını beslemesi için o erkeğe muhtaç. (Şu muhtaçlık duygusu var ya, ezer insanı. Küçücük, ufacık bırakır. Çelimsiz, çaresiz, kırılgan, ezik…) Onu bir başka kadına kaptırma korkusu bitirir kadını. Tam bu noktada niçin başka kadına bakan erkeğine değil de, öteki kadını hasım olarak seçiyor diye düşünebilirsiniz. N’apsın? Eve ekmek getireni mi def etsin? Yavrulara kim bakacak? Kim bir dilim ekmek verecek? Olmaz, bu yüzden kadını bertaraf etmelidir.

Çalışan (avlanan), savaşan, liderlik eden, sözü geçen kişi erkek. Dinler de erkeği her türlü destekliyor ve hatta kadını da sırf  onun için yarattığını söylüyor. Kadın erkeğin bir çeşit kölesi. (Lütfen cariyeler, halayıklar, esirler vs şeklinde geniş düşünün.) Ne siyasette rolü olmuş kadının, ne de sosyal hayatta. İşleri hep adamın gönlünü kazanarak, ufaktan onu işleyerek yürütmüş. Çoğunlukla kendisinin baş kadın olmasıyla övünmüş. Erkek çocuk doğurursa övülmüş. Ve kadının düşmanı hep bir başka kadın olmuş. Kadınlarla savaşmış, çekişmiş, dövüşmüş. Kim için? Eve ekmek getiren için…

Ve bu savaş bin yıllar sürmüş. E, şimdi kadın kadını neden çekemez diye sormak biraz absürt, değil mi? Genetik kopyalama olarak kızlarına da geçmiştir diye düşünüyorum. Öyle ya, kız anasının kaderini yaşarmış. Böyle denmiyor mu?

Özetle, lütfen bir parça uygarlık… Adam, adamlığını bilsin; sevdalanırsa sadakatini de esirgemesin. Kadın, kadınlığını bilsin; öncelikle kızlarını okutmak için erkeğini yönlendirsin ve diğer hemcinsini de koruyup kollasın.

Lütfen bir parça çağdaşlık… Kadın hakları, kadın erkek eşitliği, kadına seçme seçilme hakkı, kız çocuklarının eğitimi gibi konu başlıkları bir an önce tarihin tozlu sayfalarına itilsin. Kadın sanatta, bilimde, siyasette toplumsal tüm olgu ve olaylarda erkekle yan yana hem üretebilir hem de düşünebilir.

Lütfen bir parça insanlık… Çünkü kadın ve erkek bir bütündür. Bütünden hangisini çıkarırsan çıkar, insanlık eksilir.